Kadın!

İçinde yaşadığımız dünyada var oluş ikilik üzerinedir. Her şey çift ve zıddıyla vardır. Bu dünya kanunu içinde insanoğlu; kadın-erkek olarak zıddıyla çift, birbirini tamamlayan, eril ve dişil olarak varlığını sürdürmektedir. Aslında bir bütünün parçasıyız, hepimizde hem eril hem dişil enerji vardır. Yani Çinlilerin Yin-Yang felsefesi gibi; yaradılış olarak bütünün parçası, düzen olarak birbirini tamamlayan biz insan evladı.

Dünya tarihine baktığımızda ilk yaradılış hikayesi Adem ve Havva’dan başlayıp ana tanrıça İstar-İnanna’dan, Kibele’ye oradan Hz. Meryem’e kadar uzanan dönem ve mitolojisine göre isimleri değişen; fakat yüklenen misyon hep aynı kalan; ya beş duyumuzla algılayıp, dokunamayacağımız kadar ulu ya da bütün kötülüklerin ve günahların anası sayılan kadınlar!

İlk çağlara baktığımızda anaerkil bir dönem vardır. Mezopotamya ve Sümerler’de kadınlar saygıdeğer ve mülk sahibi idi. Kadının doğurma özelliğini anlayamayıp kadına insanüstü vasıf yükleyip, tanrılaştırdıkları kadınlara bağlılıklarını göstermek amacı ile erkek din adamları kendi cinsel organlarını keserlermiş. Binlerce yıl sonra Hz. Meryem’e bakireyken doğurma vasfı yüklenince yine aynı din adamları inançlarını göstermek için kendi cinselliklerini yok saymışlardır. Yani en değer verdiğin şey olan inancına, ortaya koyacağın şey aynı oranda değerli olmak zorunda idi. İlk çağlardan beri kurulan dinsellik-cinsellik bağlantısı günümüze kadar sürmüştür. Karşı cinse bakış acısını toplumlar, dinsel inanışlarına göre şekillendirmişlerdir. İnanç, işin içine girdiğinde konu dünya meselesi olmaktan çıkar ve tartışma kabul etmez.

Kesin zamanı bilinmemekle beraber anaerkil düzen yerini ataerkil düzene bırakmıştır. Yani avlayıcı-toplayıcı yaşam düzeninde; erkek fiziki gücünden dolayı avlanmakta, kadın ise pay etmekte idi. Zorlu tarım ve avlanma koşulları kadını erkeğin arkasına atmıştır. Roller değişince erkeğin kadını sahiplenme dürtüsü başlamıştır. Sahiplenme olgusu beraberinde örtünmeyi getirmiştir.

Kadınlarda ilk örtü yine Sümer tabletlerinde ‘’mabet faişeleri’’ tarafından kullanılmıştır. Normal kadınlardan ayrılmaları için. Sonra Asur ve Hammurabi kanunlarında karşımıza çıkar. Orada da tam tersi durumdur örtünme. Heraklit antik Yunan’da ve Mısır’da da durum değişmez. Yani farklı coğrafyalarda yaşayan ve inançları farklı olan toplumların tarih boyunca ‘’örtünme’’ ve ‘’sahiplenme’’ olgusunu sürdürmelerinden, bu yaklaşımın dinsel olmaktan çok kültürel olduğu ve bir toplumdan diğerine intikal ettiği görülür.

Dinlerde Kadın;

İlk yaradılış hikayesi olan Adem ile Havva’dan başlarsak kadın; günaha sevk eden, kandıran, tanrı tarafından lanetlenendir. Tek tanrılı dinlere göre ilk yaradılan insan çifti olup; İbranice Adem ‘’insan’’ Havva ise ‘’canlı’’ anlamına gelir. Babil ve Asur metinlerindeki gibi eski Ahit’te de yer alan yaradılış öyküsü aynıdır. Tevrat,İncil ve Kuran’da yenmemesi gereken bir bilgelik ağacının meyvesi (elma) vardır. Yılan (şeytan) Havva’yı kandırır. Havva da Adem’i kandırır ve kadının laneti başlar. Dinler arasında kadına en olumlu ve çağımıza en yakın anlayışla yaklaşan, yeryüzünde yaşanan İslam değil Allah’ın buyruğu gerçek İslamdır. Cennetten kovulmaya neden olan kadın! Lanetlenmiştir ve bu inanış din ve sosyal yaşayışta da kendini göstermiştir.

Semavi ve semavi kabul edilmeyen dinlerde kadın hep gerilerin gerisinde en arka planda ailede nüfustan dahi sayılmayan, hatta Çin’de isim dahi verilmeyip 1,2,3 diye seslenilen, Budizm’de dine alınmayan, mal gibi alınıp satılabilen, şahitiği kabul edilmeyen, mabedlere sokulmayan, evdeki yeri hayvandan sonra gelen, sofraya dahi oturtulmayan, regle döneminde Allah tarafından lanetlendiğine inanılıp lanet kendine bulaşmasın diye erkeğin yatağından kovduğu hatta evin dış kapısının önünde yatırdığı kadın! Sosyal hak ve statü sahibi olmayan, mirastan hak alamayan, politika ve ekonomide ötelenen kadın! Tek başına karar veremediği gibi, sokağa dahi çıkamayan, hep bir sahibe ihtiyaç duyan ve kendini örtmesi saklaması gereken kadınlığından ve yaradılışından (vücudundan) utanması gereken bir algı oluşturulup hatta duygularını bile kontrol altına almak için 1234 yılında çıkartılan fermanla kadına erkeğine karşı kıskançlık gösterilmesi bile yasaklanmıştır. Hayatı boyunca bir erkeğin nüfus ve otoritesinde bulunmak zorundadır. Kocalar karılarını satabilir, çocuğu olmayan koca karısını başka bir erkekle çiftleştirebilirdi, cinsellikte söz hakkına sahip değildi. Bir erkek birden fazla kadın ile evlenebilirdi. Kadını şeytan gözünde görmüş, bilim ve şifacılıkla uğraşan kadınlar cadı diye yakılarak öldürülmüştür.’’Murdar’’ varlık sayıldığı için kutsal kitaplara dahi el süremezlerdi. Hıristiyanlıkta İncili okuma hakkına Hanry döneminde sahip olmuşlardır. Sorulmadan söze başlayamazlardı. Kocasının emrini tutmazsa kocası tarafından dövülme hakkına sahipti, ev işleri ihmal edildiği zaman boşama sebebi sayılırdı. Çocuklar ise anneye bir hizmetçiden fazla paye vermezlerdi. Kötülüğün anası sayıldığı için evlenilmezdi. Eğer kız ya da sakat çocuk dünyaya getirirse kocası tarafından öldürülme yetkisi vardı. Kocası öldüğünde miras alamazdı. Mahkemeye gitmesi ve şahitliği yasaktı. Kan bozulmasın diye yakın akraba evlilikleri uygun görülmüş, anne ve kız kardeşi ile evlenenler olmuştur. Kız çocukları diri diri gömülerek onursuzluk sayılmıştır. Erkek çocuk onur, kız çocuk felaket sayılmıştır. Dul kadın yakılarak öldürülürdü kocasının ona ihtiyacı var inancı ile. Ortaçağ dünyasında ve dinlere göre kadının hali bu iken, her şeye rağmen ilk çağlardan bu yana tarihe adını yazdırmayı da başaran, tarihin akışını birçok kez değiştiren yine kadındır.

Türklerde Kadın;

Aynı dönemde ve aynı coğrafyalarda kadının durumu böyle iken Türklerde kadın farklı bir değer görmüştür. Döneminin dünyası ve algısına göre.

İslam öncesi Türklere ait bilgiler M.Ö.4000-4500 yıl geriye gider. Türk dilinde cinsiyet ayrımı yoktur. Çünkü cinsiyetler arası ayrımcılık yoktur.’’Tengri’’kelimesinin cinsiyeti yoktur. Türk ailesi ataerkil değildir.’’Ana Hakkı’’ ile ‘’Tanrı Hakkı’’eşit tutulmuştur. Türk mitolojisinde Yaradılış destanında Tanrı Ülgen’e insanları ve dünyayı yaratma fikrini ve ilhamını veren ‘’Ak Ana’’ adında bir kadındır. Sosyal hayatta kadınsız hiçbir şey yapılmaz, devlet yönetiminde ve verilecek kararlarda en büyük söz hakkı olan Hatunun onayı olmadan onanmazdı. ‘’Hakan ve Hatunun buyruğu ‘’diye söze başlanırdı. Devlet yönetiminde ve ordunun başında kadınlar vardı. Beraber at biner, ok atar, avlanır ve savaş meydanlarında boy gösterirlerdi. Hatunlar mecliste hükümdarın yanında otururlardı.

Binlerce yıllık serüvenin geldiği son nokta ise tarihteki kadın algısı Türkler ve diğer coğrafya insanında yer değiştirmiştir. Türklerin özellikle İslam’ı kabulünden sonra Arap kültür örf ve adetini din diye hayatına sokması, kadını örtmegde dahil ikinci plana atıp üzerinde her türlü cinsel, psikolojik ve darp hakkını erkeğe vermiş, bir dönemin cahil dünyası ile yer değiştirmiştir. Avrupa insanı ise insanlıkta level atlayıp kadını hak ettiği yere koymuştur. Hammurabi Yasası ve inandıkları dinlerdeki kadın temasına rağmen. Kadın ve erkek için öngördükleri normlar zamana, mekana ve kültürel özelliklerine göre farklılık göstererek değişmiştir. Söz konusu normların en belirgin özelliği ise kadın ve erkeğe yüklediği roller ve her topluma göre değişiklik gösteren cinsiyet kalıp ve yargılarıdır.

Günümüz Türkiye’sinde ise cinsiyet rolleri, kadın ve erkek arasında doğum anından itibaren hiyararşik bir ilişki kurar ve toplumsal hayattaki eşitsizliğin temelini oluşturur. Son yıllarda iyice artan eşitsizlik ve kadını ötekileştirmenin gelmiş olduğu nokta devlet yönetiminin kadın üzerindeki politikası sonucu; kadın erkek eşitsizliğinde dünyada 123. sıraya yerleşmişizdir. Türkiye’de kadın olmak şiddetin her türlüsüne maruz kalmak demektir. Kadınlarımızın büyük bir kısmının hayatından memnun olmayıp, yine ezici çoğunluğun eşi tarafından istemeden cinsel ilişkiye zorlandığı bir gerçektir.

Bu ülkede bırakın kadın olmayı kız çocuğu bile olmak zordur. Ta doğarken ayrıştırıp kıza pembe, erkeğe mavi renk biçilmiştir. Doğduğunda herkesin sessizleştiğine dair deyişlerin öznesi olan kız çocuklarının yükü ağır olup, kız yükü, tuz yüküyle eş tutulmuştur. Kız doğuran anaların da tez kocaması ‘’kızın var mı derdin var’’ zihniyetiyle eklenip, ‘’kızını dövmeyen, dizini döver’’ ile terbiye hududu belirlenmiştir. Kız çocuğu sahibi olmak kimileri için bir dert, bir kahır olup ‘’kız çocuğu ya er koynunda, ya yer koynunda’’ ya da ‘’ on beşinde kız, ya erde gerek ya yerde’’diyerek çocuk yaşta evlendirilmesinin önü açılıp, vicdanlar rahatlatılmıştır. Erkek egemen kültür, annenin ve kız çocuğunun yakasından bir türlü düşmeyerek; evlenilecek kızın soy-sop araştırma krıteri de yine anneye bağlanarak ‘’alma soysuzun kızını, sürer anasının izini’’, ‘’anasına bak, kızını al; kenarına bak, bezini al’’,’’pekmezi küpten, kadını kökten al’’ algısıyla babayı tamamen sütten çıkmış ak kaşık gibi aklamıştır. Evlenilecek bir kız ise yuvayı yapanın sorumluluğunu taşımaktadır. ‘’Al atın iyisini yiyeceği bir yem, al avradın iyisini giyeceği bir don’’sözü ile baştan istemelere karşı ağzı dili bağlanmıştır. Evlenildikten sonra direk aile içinde ikinci plana atılan kadın, elinin hamuruyla erkek işine karışamaz olup, hele bir de saçı uzunsa hiç akıl edemeyen, sadece erkeğin ekonomisini hep toplayıcı olan ‘’erkek sel, avrat göl’’, ‘’erkek vefakar, kadın cefakar’’ söylemleriyle ‘’erkek getirmeyi, kadın yitirmeyi bilmeli’’ diyerek kadın ihtiyacı olmayan bir ikinci yaratıkmış algısı ile harcamada bile erkeğe sınırsız güç veren zihniyet ‘’keseye kadın eli girerse bereket gider’’ sözüyle de kendince son noktayı koymuştur. Bu defa kadının yaradılıştaki farkı ile kendine bir üstünlük kurmaya çalışmıştır.’’A… olanın dini olmaz’’ bırakın söylemeyi, düşünmek bile insanlık suçu olan bir bayağılıktır bu.’’ Karının sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etmeyecek’’. ‘’Eksik etek’’,’’karı gibi konuşma’’,’’kaşık düşmanı’’,’’karıya sır verme, kandarayla göt silme’’,’’karının şerri, şeytanın şerrine eşittir’’ v.s. bu gibi kadını aşağılayan deyişler onlarca sayfa çoğaltılabilir geçmişten günümüze bize empoze edilen algı maalesef budur.

Cinslerin küçük yaşlardan başlayarak tecrit edilmesi, Yaradan’ın yaradılış özelliklerine bir diğer karşı çıkıştır. Kadın erkek bütünün iki parçasıdır. Ayrılıp, ayrıştırılmamalıdır. Birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz insani duygular içinde. Felsefi anlamda Adem ve Havva annemiz bütünlüğü sağlamak için cennetten kovulmayı bile göze almışlardır. Bizde onların torunlarıyız. Duygularda ve cinslerde radikal olmamak için çocukluktan itibaren birlikte yaşamak öğretilmeli ve verilecek cinsel eğitimlerle cinsellik tabu olmaktan çıkartılmalıdır. İnsanlığımızdan bizi utandıran; çocuk istismarı, cinsel taciz, kadına siddet, tecavüz ve cinsel temelli iğrençlikleri önlemenin yolu cezaları artırmak değil, insanları eğitmektir. Yani sonuçla değil sebeple uğraşıp, çözüm toplumsal yaşayışımızın yanlışlarından insanlarımızı aralaştırmaktır. Cinsler ne kadar tecrit edilirse o oranda cinsel sapkınlık ve şiddet artar.

Son on altı yılın ülkemizde uygulamış olduğu devlet politikası da maalesef tecrittir ki bunun sonuçları gözler önündedir. Kadına şiddet, taciz ve tecavüz ziyadesiyle artmış, çocuk istismarı hat safhaya ulaşmıştır. Komik denecek, utanç verici yasalar ve söylemlerle de durum her seferinde örtbas edilmeye çalışılmıştır.

Kadını ve erkeğiyle bir arada insanca yaşamasını bilen bir toplum oluşturmak, çocuklarımızın ve kadınlarımızın, günün ve gecenin her saatinde, yurdun her köşesinde, değil taciz,darp ve tecavüze uğramak, yan bakışa bile maruz kalmadan özgürce yaşayabileceği güvenli ortam yaratmak hepimizin sosyal sorumluluk ve görevi olmalıdır.

Türkiye’de kadın olmak, eşitlikten bahsedilince ‘’çirkin feminist’’ diye aşağılanmak, kendini ifade ettiğinde ise ‘’hafif meşreplikle’’ suçlanmaktır. Türkiye’de ‘’kadın’’ acemisi olduğumuz bir kelime. Kadın, demeye utanır birileri. Kimleri baydıysak(!?) en kibarından ‘’bayan’’ derler ki, kabul edilmez bir söylemdir. Daha samimisi ‘’bacı’’olur belki. Tarih boyunca kutsallaştırılıp tanrı olduk. Lanetlendik cadı olduk. Hayvandan aşağı olduk. Ana, bacı, eş, sevgili yeri geldi metres olduk. Kimleri baydıysak(?) bayan(!) Olduk. Ama insan olamadık bir türlü. Çünkü baştan kaybetmiştik ‘’insan’’ kelimesi erkeğe addedilmişti ‘’insanoğlu’’ diye.

Sevgiyle kalın, ayrıştırmadan insan kalın.