KADIN VE DEPREM

Evlerimiz başımıza yıkıldı… Bir gün içerisinde peş peşe gelen depremlerde yıkılan sadece ev, zayi olan da ev eşyası olsaydı keşke. Toprağımız, geçmişimiz, anılarımız ve yılların emekleri enkaz altında kaldı. Milyonlarca insan can havliyle yurdun çeşitli yerlerine kaçıştı. Kaçamayanlar ya da ne olursa olsun toprağım ve yıkık da olsa evim diye aç ve açıkta oralarda bekleyen yüz binlerce insan. Ve bu tufanın yine en çok acı çeken kesimi yine kadınlar ve çocuklar oldu. Evlatlarını yitiren, hâlâ enkaz başında çocuğunun cesedinin çıkarılmasını bekleyen analar, yüreğinin yangınından kendini düşünecek halde değil. Karın üzerine yağdığı, rüzgarların uçurduğu çadırlarda çocuğunu mu korusun kendini mi? Âdet görenlerin pedlerini değiştirecek tuvalet, banyo ve temiz su bulamazken bedenleri kendilerine çile olan kadınlar, bir de bakmakla yükümlü olduklarının çilesini de çekiyorlar. Ahh kadınlar, yeryüzünün en bahtsız ama en dirençli insan cinsi! Yuvalarımızı başımıza yıkan ve bunca ezayı veren tabii ki ne Allah ne de deprem. Erkekler yıktı evlerimizi başımıza. Evet, erkekler; çünkü o evlerin inşaatında onlar çalıştı, projesini erkekler çizdi, imar izin-onayını, zemin etüt raporunu erkekler verdi. Depremin ertesi günü enkazdan çıkarılmayı bekleyenlerin selâsını erkekler okudu, on binlerce mezarı erkekler kazdı, erkekler gömdü. Deprem de tabii ki erkekler de öldü. Kendi cinslerinin kurduğu düzende kâr hırsının şehirlerdeki apartmanlara sıkıştırdığı emekçi-yoksul erkekler.

Yağmur, kar, dolu,fırtına ya da deprem, tüm bunlar olağan tabiat olguları. İnsanoğlu bunca doğa olaylarının üstesinden gelip hayatta kalmayı başarabilmiş ama gel gör ki bir tek kendi hırsları ve erkek zihniyetiyle hâlâ baş edebilmiş değil.

Depremin ilk haftasında çöken binalarla ilgili oluşan tepkileri dindirebilmek adına günah keçisi müteahhitler dillendirilirken gördük ki hepsi erkek. Oysa inşaat yapımı için arazi belirleyen, imara açan,onay veren belediye başkanları,encümenler hatta bakanlıkların hepsi erkeklerin yönetiminde. Neden?..

Üretim ve tüketim ilişkilerinin erkeklerin belirlediği sistemde kadın ve doğa bir metadır. Erkek egemen sistem, kadın ve doğa ile ilgili istediği biçimde tasarrufta bulunma hakkını bulur kendinde. Sömürü sisteminin olgusu olan devlet de tüm aygıtlarıyla erkeklerden oluşan bir yapı. Devletin temsiliyetinde başkanlardan tutun da yasa yapıcı ve yürütücüleri, bakanlıklar, müdürlükler hatta en küçük yönetimler olan muhtarlıklar erkeklerin yönetiminde (istisnalar genel yapılanma içerisinde görevde). En küçük sosyal yapı olan aile kurumunun başı bile “evin reisi” diye erkeği tanımlıyor. Kadının sosyal ve politik alanda varlığı günümüz koşullarında ülkemizde hiç yok diyemeyiz. Şu bir gerçek ki kapitalizm kadınların emeğine olan ihtiyacından dolayı kamusal alana çıkmasına, emekçi sınıfına dahil olmasına izin vermiştir ama erkek denetiminde. Kadınların sokak mücadelesi ile sosyal alanlarda, sınırlı da olsa yönetimlerde kendini var etmesi sömürü ve baskıların bertaraf edildiği anlamına gelmiyor. Son yıllarda eş başkanlık uygulamalarıyla bu yapı biraz olsun kırılmaya başlandı. Bu kırılma siyasi, kültürel, ekonomik ve en küçük birimlere kadar yönetimi ellerinde tutan egemenlerin hoşuna gittiği ve kabullendiği söylenemez. Kadınların toplumsal eşitlik mücadelesinin toplumda değişim ve dönüşümlere özellikle emekçilerin lehine olacağından korkan mevcut sistem, bunun önüne geçebilmek adına her yolu deniyor ve deneyecektir.

Adına modern toplum dedikleri şu rezil düzene gelinceye kadar erkeklerin savaşarak,çatışarak kurup kurup yıktıklarını yapan,yaratan,onaran,emek harcayan canım kadınlar. Emeğin yüceliğini ve değerini bilen ve erkek emekçiden iki kat daha sorumluluk taşıyan emekçi kadınlar, günü geldiğinde on richter ölçeğinde toplumsal depremle hak ettiği eşitliğe ve özgürlüğe elbette kavuşacaktır. Sosyal, ekonomik ve siyasi enkazları o kutsal elleriyle kaldırmasını da becerecektir.