DİYARBAKIR - Hukuksuzluğun kol gezdiği bu topraklarda 30 yılını dört duvar arasında mücadeleyle geçiren yazar Rojbîn Perişan, duruşu, özgürlük aşkı ve gülüşüyle direnişin getireceği güzel günleri muştuluyor. 

Dilimde Nagihan’ın en sevdiği şairlerden Fruğ Fruzad’ın dizeleri. Şiirlerinden birini hafızam el verdiği ölçüde mırıldanıyorum: “Ellerimi bahçeye dikiyorum / yeşereceğim, biliyorum, biliyorum / ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın çukurunda / yumurtlayacaklardır… / Küpeler takacağım kulaklarıma / ikiz iki kızıl kirazdan / ve tırnaklarımı papatya çiçek yapraklarıyla süsleyeceğim…”

Sokakları arşınlıyorum ama aklım Gebze Cezaevi’nin kapısının tıngırtısında. Yüzlerce kişi kapının önünde ellerinde çiçekler, yüzlerinde çocuksu bir heyecanlı gülümsemeyle bekleyenlerin kalplerinin sesine kilitli gibiyim. Aklım, yüreğim ve gözlerim aralanacak bir kapının eşiğinde bekliyor. Bekledikçe tıpkı onlar gibi geriliyorum, adımlarım daha da sıklaşıyor. Tam da o anda telefonum çalıyor. Gebze Cezaevi önünden aranıyorum, beklediğim ses muhabir arkadaşımın; ama “Alo ben Rojbîn” diyor telefondaki ses. Düne kadar kelimelerini yazdığı kitaplarından, mektuplarından okuduğum Rojbîn’in dile gelen kelimeleri çarpıyor kulağıma. Şaşkınlık içinde gülmekle ağlamak arası bir tonda yanıtlıyorum, halini hatırını soruyorum. “Görüşeceğiz” diyor Rojbîn. Ben de o güne kilitleniyorum tüm işlerimin yanında. 

HALKIN DİRENİŞ İNADI

Dile kolay Ortadoğu’da bir insan ömrünün yarısı sayılabilecek bir süre ardından dirençle, umutla, özgürlük tutkusuyla çıkıyor dışarı. Fotoğraflardaki gülüşü bana ve biliyorum ki bunu gören herkese bir kez daha Kürtlerin direniş inadını anlatıyor. Bu inat yüz yıldır dağlardan ovalara, şehirlerden dört duvara kadar her yerde dip diri duruyor. 

ÖZGÜRLÜĞÜN ONURU

İşte o otuz yılın ardından Rojbîn doğduğu topraklara geri döndü. Kentte kendisini karşılayanlara “Ji azadî rûmettir tu tiştek tine ye (Özgürlükten daha onurlu başka bir şey yoktur)” diyerek bir halkın bunca zulme, vahşete karşı nasıl ayakta kaldıklarının mottosunu haykırıyor. Kendisini karşılayan kitleyle birlikte ailesinin evine gidiyor. 30 yıl önce olmayan sokaklardan, caddelerden geçiyor şaşkınlık içinde. Ben de mektup arkadaşımın sesiyle buluştuktan sonra kendisiyle kucaklaşmak için evin yolunu tutuyorum. Havalimanında başlayan polis ablukası evin sokağında bile sürüyor. Zırhlı araçlar 30 yıl hapsedilen ve ona rağmen başarı elde edilemeyen bir kadının sokağını kuşatıyor. Belki de deyim yerindeyse “devletin gücünü” her yerde ve herkese göstermeye niyetleniyor. 

MEKTUPLARDAN BUGÜNE

“Toprağın Şarkısı” kitabına ilişkin röportaj yapmak için gönderdiğim sorular ardından mektuplaşmaya başladığım Rojbîn Perişan ile “görüldü” mührü olmadan sohbet edecektim. Heyecanım bayramlıklarına kavuşan çocuklarınkinden farksız. Evdeki tablo da benim duygularımdan farksız değil. Herkeste gecikmiş bir bayramı kutlama heyecanı. Hayatlardan çalınan 30 yıla dair öfke. 

Salonda cezaevinde daha önce birlikte kaldığı arkadaşıyla sohbet eden Rojbîn’in yanına gidiyorum ve “Ben Dicle” diyorum. Kucaklaşıyoruz. Mektupla başlayan arkadaşlığımızı fiziki bir hale dönüştürüyoruz. Sanki bugüne kadar aramızda duvarlar yokmuş, hep yan yanaymışız gibi sohbete tutuşuyoruz. 

İçeriyi anlatıyor, aklı hala tutsak olan, bir rehine dönüştürülen hasta tutuklularda. Ara ara gelen ve telefonlarla sohbetimiz kesilse uzun bir giriş yapıyoruz buluşmamıza. Mektuplarda yarım ağız tartıştığımız, araya zaman girdiği için bir türlü tamamına erdiremediğimiz sohbetleri Sur sokaklarına saklıyorum. 

30 YILIN ALIŞKANLIKLARI

30 yıldan sonra dışarıdaki ilk gecesini anlatıyor: “Akşam 8 olduğunda sayım için gardiyanların gelmesini beklediğimi fark ettim.” Evet, o akşam Gebze M Tipi Cezaevi’nde sayım aldığında gardiyanlar bir koğuşta 13 değil 12 rakamını not edip ayrıldılar. Rojbîn de ilk kez saat 8’de demir kapının sesini duymadan yakınlarının yanında uykuya daldı. Sabahları çok erken uyandığını, tüm hazırlıklarını yaptıktan sonra ev ahalisinin uyandığını söylüyor ve ekliyor: “Tıpkı 30 yıldır yaptığım gibi gardiyanlar gelmeden tüm hazırlıklarımı yapmalıyım gibi bir his var. 30 yılın alışkanlığı…” 30 yıl cezaevinde kalmış ve yakın zamanda tahliye olmuş bir erkek tutukluyla yaptıkları telefon görüşmesini de anlatıyor. Onun dışarıya adapte olmakta zorlandığını “Balkona dahi çıkarken başım dönüyor” diye anlattığını belirtiyor. Sonra ona gülerek verdiği yanıtı bizimle de paylaşıyor: “Sen balkona çıkamazken ben Galata Kulesi’ne çıktım.” Arkadaşının bu söz karşısında bir kez daha kadının gücü, inadı karşısında şapka çıkarttığını ve “Siz kadınlar zaten daha direngen ve girişkensiniz” dediğini anlatıyor. 

KENDİNİ MAHKEME SANAN KURUL

AKP döneminde her kanunsuzluğun “hukuk” adı altında sunulmasının son örneklerinden biri olan İnfaz Gözlem Kurulu’yla yapılan görüşmeyi de anlatıyor Rojbîn. Cezaevinden müdür, savcı, öğretmenlerin yanı sıra Adalet Bakanlığı’ndan görevlendirilen 12 kişilik bir heyetin aslında yeni bir mahkeme kurduğunu söylüyor. Rojbîn, kendisinden önce adli ve Gülen cemaati yargılamasından ceza alıp bunu tamamlayanların heyetin karşısına çıktığını, pişmanlıklarını haykırdıktan sonra sevinçle çıktıklarına şahitlik ediyor. 30 yılını “sözde yargı” kararıyla cezaevinde geçiren, burada yazdıklarıyla direnen, yazdıklarıyla direnişi anlatan bir kadın bir kez daha yargılanmak isteniyor. Önlerinde yargılama dosyası olmasına rağmen ısrarla ceza alma nedenini Rojbîn’e söyletmeye çalışıyor heyet. Dışarı çıkarsa ne yapacağını sormayı ihmal etmeyen heyet, “Ağzından bir pişmanım lafını duyamadık” diye hayıflanıyor. 

CEZAEVİNDE HASTANE İŞKENCESİ 

Ben sözü alıyorum, İran’daki halk ayaklanmasının yarattığı heyecanın her yanı nasıl sardığını anlatıyorum, tutuklanan arkadaşlarımızın dava dosyalarından söz ediyorum. Gözüm kolunda bir ameliyat izini andıran morluğa takılıyor. Koronavirüsten bu yana doktora gitmenin daha da zorlaştığını ve işkenceye dönen o süreçten bu yana hastaneye gitmediğini kaydediyor. Bu durumun özellikle hasta tutuklular için çok daha büyük bir eziyete dönüştüğünü kimi zaman uygulamalardan kaynaklı birçoğunun tedavi olamadan geri döndüğünü vurguluyor. 

SUR İÇİN AYIRDIĞIMIZ SOHBETİMİZ

Ben sordukça anlatıyor içeridekileri. Gazeteciliğin verdiği refleksle daha fazla soru sormak istiyorum ama 30 yıllık bir tutsaklığı, direnişi öyle birkaç saatlik sohbete sıkıştırmaya niyetim yok. Rojbîn’in kelimelerin gücüyle yüreğindekileri damıttığı kitapları okuyan her bir kişi onun derinliğini bilir. O nedenle sorularımı yarıda kesiyor ve sohbetin geri kalanını sokaklarını arşınlayacağımız Sur’a saklıyorum. 

BİR BAŞKA KENTE GELMEK

Toprağın şarkısını da direnişini de bir kez de onun dilinden dinlemek üzere kalkıyorum. Kapıda beni uğurlayan Rojbîn’in aklında bu topraklardan ayrıldığı, Hizbullah’ın saldırılar düzenlediği 1990’lı yıllarda. Havanın karardığını bu saatte tek başıma sokağa çıkmamın güvenli olup olmadığını soruyor. Gülümseyerek bakıp bir kez daha kucaklaşıyorum Rojbîn Perişan ile. Yüreğinden dökülenleri aktardığı kitaplarda, mektuplarda yarım kalan tümden özgürlük gelmeden de tamamlanamayacak sohbetimizi ilerleyen günlere taşıma sözü alarak ayrılıyorum evden. 

MA / Dicle Müftüoğlu

Editör: Haber Merkezi