”"""" Bu failin sözü! Bunu elli kere okuduk! Peki mağdurunki nerede? Fail kendini basın-yayın araçlarında maşallah yaygın bir şekilde anlatabilecek halde. Bakıyorsun Hasan Ali Toptaş da kendini gayet güzel ve cinsiyetçiliği ayyuka çıkararak anlatıyor. Mağdurun sözleri nerede? Dosyada mı? Twitter'da mı, dillerde mi? Şu halde dillere, twitter'e, dosyaya, şuraya buraya bakın! Hem söylemleri hem de varsa, açılacaksa yargılamaları izleyin...

Durup incelikler üzerine düşünmek isteyenler için yineliyorum. Masumiyet karinesi olaylarıyla bu işin alakası yok zira "kadının beyanı" da delil aracıdır. İşinize gelince "kadının geçmiş hayatı" senelerce, yüzyıllarca delil oldu da şimdi beyanı mı delil olmayacak?! Bir yanlışla bir doğruyu ispatlamaya çalışmıyorum. Nedeni şu: Delil hukuku da mücadeleler tarihinin ürünüdür. Sosyal gerçeğe kapalı hukuk da olmaz, etik de. Ayrıca kapalı kapılar ardında saldırıya uğrayan susacak diye bir kural da yok. Ne yani, şimdi kapalı kapılar ardında birisinin kafasını kırsanız, susacak mı, susmak zorunda mı? Senin sözüne karşı benim sözüm varsa, defol git kendi sözünü bil. Ben, içimde neyin ne olduğunu, Tanrı şahidimdir, biliyorum diyor Kadınlar. Bunun neresi dokundu size? Yüzyıllarca "vurun kahpeye" demekten utanmadınız da şimdi bu mu dokundu?!

Yüzyıllarca, utanmadan meşru müdafaada güncel tehlikeyi bertaraf gibi bir kriter getirerek, kuvvetlinin tarafını tuttunuz. Düşünün bir çocuk, biteviye yetişkin şiddetine maruz kalıyor. Nasıl bertaraf etsin o anda bu tehlikeyi? Büyüyüm de bu herif bana saldırırsa kafasını mı kırayım desin? Koyduğunuz tüm kriterler, kendi aranızdaki kavgalarla ilişkili. Kendi aranızdaki kavgalara kriter biçmekten bıkmadınız mı? Şimdi "öteki"ler "kendi kriter"lerini talep ediyorlar. Alışın!

Dönelim:

"Mağdurun Sözüne Karşı Sanığınki" Safsatası ve Kapalı Kapılar Ardında Tacizi Cesaretlendirenler Veya:

20. Yüzyılın "Gözü Göz Olmayan"larının Delil Hukukuna Karşı 21. Yüzyılın "Yollu" (!) larının Delil Hukuku!

Mağdurun sözüne karşı sanığın sözü" hali cinsel suçlarda, özellikle çocuk istismarında da oldukça tartışmalı sanılan ama aslında delil hukukunun incelikleri ve ceza muhakemesinin tabiatı açısından sandığımızdan daha az sorun yaratan bir haldir. Themis'in eğer gözleri bağlı olmasaydı göreceği bazı gerçekler var ve bu gerçekler hakiki-sosyolojik gözlemler olarak tartışmaya açık konular değil (ki Themis'in gözlerinin bağlı olması tarafların davayı gayrimeşru ve yargılama dışı (meşru ve yargılama dışından ayrılır) etkileme kapasitelerine kör bir hali anlatmalıdır, eğer onu anlatmıyorsa kadın gözlerini bence bütün bir sosyal düzeni iyice görecek şekilde faltaşı gibi açmalıdır). Hakimse, hangi toplumda yaşadığını en başta bilen bir yargıcı...dır...

1. Bu konuda yorum yapan erkeklerin çoğu, kadınların çoğunun aksine hayatlarında cinsel saldırı, sarkıntılık, tasallut, söz atılma, yılışılma, bulaşılma, ayrımcılık gibi muamelelere yaygın şekilde maruz kalmamışlardır. Kardeşim dün ben de ifşa ettim. Erkek olarak görüldüğün için fakültenin kürsüsüne alınmadığın oldu mu? Anlattım işte, herif kürsüye kızları almıyorum dedi. Herkes de, benim gibi herkes de buna yıllarca tanık oldu. Bu tanıklar şimdi, organize bir suç şebekesi mi Eyyyy Toptaş, Milliyetteki mülakatında tamamen saçmalamışsın.

Ayrımcılığın kendini sürekli tekrar eden, yineleyen pratikleri, taciz şemasında da kendini gösterir. O nedenle bu heriflerde sadece bir kadın çıkmıyor, çok fazla sayıda kadın çıkıyor.

Kadının beyanı esastır ilkesinden anlamayanlar cinsel suçlarda çenelerini kapatıp daha ziyade "itirafçı tanık", "gizli tanık" gibi yer yer tamamen tutarsız ve soyut anlatımları eleştirmekle uğraşsalar yeridir. Çünkü cinsel suçların hiçbirinde siyasi itirafçılığa benzer "soyut" ve "tutarsız" anlatılar ve olay-yeri, olay-zamanı, olaya eşlik eden koşullar, karşılaşma, konuşma, telefonla atılan mesajlar vs. hiçbir konuda bir tutarsızlık olmaz. Eğer mağdur "hakiki" ve "güvenilir" ise. Örneğin ben Hasan Ali Toptaş'ın Milliyet'te kadın kavramı aklına gelince hemen "edepsiz" lafını kullanmasından bile çaktım dalgayı. Var işte adamda sorun. Ha suç işlemiştir işlememiştir, sizce mesele o mu? İşlemişse yargılanacaktır ama burada kamuoyu önünde işte "etik" bir yargılama görülüyor. Etik yargılamalar usulsüzdür! Ve en başta kadının beyanı etik yargılamalar nezdinde esastır. Ama merak etmeyin, ceza yargılamasında da kadının beyanı esastır, esas olacaktır. Neden?

2. Gerek çocuk istismarında gerek kadına karşı şiddet ve cinsel saldırı veya taciz vakalarında mağdurun anlatısı, bu anlatının tutarlılığı, daha önce bir husumetin bulunup bulunmadığı gibi faktörler önemlidir ve soruşturma ve kovuşturma organlarınca dikkate alınacaklardır, alınmalıdırlar. Örneğin kadına karşı suçlarda bu durum sizi nasıl etkiledi, dendiğinde kadının ortaya koyduğu bir "çökkünlük hali" genelde olur. Her zaman olmayabilir ama bir değişiklik gösterir mağdur bu işte tiksinmiştir vs. Çocuk söz konusu olduğunda eğer çok küçükse "seni nasıl etkiledi" sorusunu geçiştirir! Tam aksine etkilenmemiş görünür çoğunlukla, laf değiştirmeler olur. Neden? Çocuk bir suçun kendisini nasıl etkilediğini anlatabilecek ruhi olgunluğa ermemiştir. Kullandığı kelimeler de önemlidir. "Bana penisini gösterdi." demez. "Bana popişini gösterdi" der mesela ve bunlar mağdur ifadesi tahlili ilminin incelikleridir.

Şu "gerçeği" de kaydedelim: Hiçbir kadın veya hiçbir çocuk (istismar) bakımından, bu derece ağır bir yargılamanın yükünü kolay kolay da omuzlarında taşımak istemez. Mağdurun suçlanmasının yaygın olduğu bir coğrafyadan bahsediyoruz!

Şüphesiz her olayda "gerçek nedir?" diye tartışabilirsiniz ama konu bu değil. Çünkü bu bağlamda gerçek nedir, diye tartışılırken tuhaf bir incelik giriyor işin içine: Mağdurun gerçeği bastırılıyor... Bir tane itirafçı tanıkla, insanları senelerce cezaevinde çürütenler, bakıyorum, iş kadının beyanına gelince, yan çizmeye, masumiyet karinesinden bahsetmeye başlamışlar! Masumiyet karinesinin kadıncasının adı: MAĞDURİYET KARİNESİDİR.

Kadının beyanı esas değilse, bir tek tanığın beyanı da esas olmaz çünkü! Kadının beyanı esas değilse Ceza Muhakemesi Kanununu değiştirin, suçun işlendiğine delil olarak, bir tanık yetmesin. İki üç tanık aransın! Dalga mı geçiyorsunuz? Ki bu gibi yaygınlaştırılan suçlamalarda hep birden fazla mağdur çıkıyor ortaya bir de üstelik!

Kaldı ki tek başına samimi "itiraf" da delildir. Evet suç işledim diyen fail de olur. Kendi kendini ihbar eden de.

Sistem suçları da var. Ceza adaletinde egemenler lehine cezasızlık olguları da. Sosyal tanıklıklıklar o nedenle son derece önemlidir. Tarih yazarlar...

Hukukun bir mücadele, ezilenlere de imkan veren ve gerçeğin ezilenlerce de -şüphesiz sınırlarına riayet ederek- yeniden inşa edilmesine imkan veren bir süreç olduğu yolundaki ağır fikirlere değer vermeyen bu görüşler, mahkemeyi uzayda kurulmuş ve kapalı kapılar ardında olan-biten her duruma sağır bir "müesses nizam" olarak algılıyor sadece. Hukuk duymayan, görmeyen, yürümeyen, kıpırdamayan, cansız ve etkileşimden uzak bir fanus içinde yaratılmaz. Mağdur- NARRATIVE'i ve sosyal baskı son derece önemlidir çünkü aksi takdirde 30 yıl önceki tüm "hak ihlalsizliği" içtihatları bugün hak mücadelesi verenlerin lehine değişmiyor, herşey kurulduğu gibi kalıyor olurdu. Sadece AYM, sadece Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin "tutum değiştirme" momentumları incelenecek olursa bunların delil değerlendirme açısından da değiştiği görülür. Delil toplama ve delil değerlendirme de -nelerin toplanıp nelerin toplanmayacağı ve nelerin değerlenip nelerin göz ardı edileceği de- mücadelelerle değişen bir "sosyal" ve "tarihsel" olgudur. Hakim "tarihi mücadeleler"den bağışık olmayacaktır aksi halde türlü "kölelikler" kağıt üzerinde bile olsa, daha kalkmamış olurdu.

Deliller açısından ve kendini ortaya koyma açısından da "kölelikler"den kurtuluş pratikleri vardır! Ceza yargılaması tarafların gerçeği hakime "anlatma"sı ve hakimin de araması sanatıdır şüphesiz yalanı değil ama gerçeğin aranış yordamına ve yeni yordamlara -mağdurun iddialarına da ağırlık verecek şekilde- yabancı kalmamak sosyolojik gözlem de gerektirir, psikolojik tahliller de gerektirir, en başta vicdani-kanaat esasını dallandırıp budaklandıran ve kökünden koparmayan bir teori ve pratik bilinç gerektirir. Hayatın olağan akışı, sosyal gerçek, olur-olmaz, bu olur ama bu "Tanrı aşkına olamaz." gibi faktörler yargıcın değerlendirmesine dahil konulardır.

Cinsel tacizde "kapalı kapı gerçeği"nin "bilinemezliği taraftarı" agnostik tipler türedi. Bakalım bu agnostiklerden birine:

Mesela suçlanan biri şöyle demiş: """"'O 45 dakikalık seanstaki hakikati sadece iki kişi biliyor. Konuyla ilgilenen, tavır, söz ve pozisyon alan herkes bunu, sadece iki kişinin bildiği bir hakikate ilişkin kendince, kendi inançlarına ve değerlerine göre bir kanaat oluşturarak yapıyor. Ben bundan ziyade, bu olayın ele alınma biçimini, izlenen usulleri, davanın seyrini konuşmaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Daha baştan hiç olmadığı varsayılan haysiyetimi korumaya çalışıyorum. Bundan sonra da var gücümle bunu yapmaya çalışacağım.”"""" Bu failin sözü!

Bunu elli kere okuduk! Peki mağdurunki nerede? Fail kendini basın-yayın araçlarında maşallah yaygın bir şekilde anlatabilecek halde. Bakıyorsun Hasan Ali Toptaş da kendini gayet güzel ve cinsiyetçiliği ayyuka çıkararak anlatıyor. Mağdurun sözleri nerede? Dosyada mı? Twitter'da mı, dillerde mi? Şu halde dillere, twitter'e, dosyaya, şuraya buraya bakın! Hem söylemleri hem de varsa, açılacaksa yargılamaları izleyin...

Yüzyıllarca cinsel taciz vakalarında kadının "önceki hayatı" nı delil olayına kattınız! Haaa durun o zaman bakalım "sanığın önceki hayatı" ve hakkındaki "bulaşıklık ve yılışıklık söylentileri" de şimdi 21. yüzyılda bizlerin "pozitif ayrımcı" delil hukukunun aracı olsun... Niye rahatsız oldunuz. Bu zaten orospuydu, diye yüzyıllarca Mahkemelerde yüzbinlerce delil sunmadınız mı? Kimse size laf anlatabildi mi? Ne dersiniz? Siz yüzyıllarca "yollu"lardan bahsettiniz, isterseniz şimdi de biz "Gözü Göz Olmayanlar"dan bahsedelim... Artık Gözü göz olmayanların hukukunun sona ermesi ve yeni bir hukukun inşası gerekiyor şu halde! Hakkında söylenti çıkarmayacaksın, haddini bileceksin o zaman.

Aslında diyorum ki: Bu konuya gelince pek bir "gerçek" peşindesiniz ama yanlış düşüyorsunuz gerçeğin peşine. Mağdurun ifadeleri de değerlendirilmeye muhtaç bir "gerçek"tir. Mağdur inanılır düzeyde bir anlatıya sahipse, anlatımları tutarlı ise, durup dururken suçlandırma yapmak için bir nedeni yoksa, Savcılıktan Mahkeme salonuna kadar öz-aktarımı, anlatısı düzgün bir vicdani kanaatin oluşmasına katkıda bulunuyorsa bunlar da göz önünde bulundurulur. Hele hele, onlarca insanın tanıklığı söz konusuysa hiç kurtuluşunuz yok. Belki kanuni tipe giren bir suç işlememiş olabilirsiniz ama tutumunuzun, insana davranışınızın, söyleminizin, etik yargılamasına hazır olun şu halde. Olay "Vurun Kahpeye"den "Vurun Tacizciye" ye evrildi. Neden rahatsız oluyorsunuz?!

Bütün bu ironi bir tarafa:

Unutulmamalıdır ki mağdur anlatımı ve tanık güvenilirliği analizi de bir "bilim"dir ve "gerçek" bir "bilim"dir. Hayatında kapalı kapılar ardında istismara ve veya sarkıntılığa ve benzeri eylemlere maruz kalmamış olanlar, gözleri-bağlı, sosyal ilişkilere "kör" bir adalet anlayışına, bunun adına "modern" diyerek, kapılıp gidebilirler. Kazın ayağı öyle değil oysa! Çocuk istismarı vakalarında da bazen sadece çocuğun anlatısı bulunur. Durum etraflıca tahlil edilmeli, çocukla mülakat yapılmalı, şu olmalı bu olmalı, bunun "doğru yargılama politika belgeleri bir sürü işi var. Örneğin İngiliz sisteminde savcılık makamları taciz ve istismar vakalarına özgü ifade alma, değerlendirme, araştırma pratikleri için politika belgeleri geliştirmişlerdir.

Çünkü mağdur ifadesi de delildir başlıbaşına. Tek bir tanıkla mahkumiyet mümkünse, tek bir mağdur ifadesiyle de mahkumiyet mümkündür. Masumiyet karinesi, tek tanığın ya da tek mağdurun ifade verememesi veya gerçeği kendi perspektifinden kamuoyuna sunamaması anlamına gelmez. Masumiyet karinesi, ceza yargılamasının "neticesi", yani "cezalandırma" ile ilişkilidir ve bitabii kimse yargılama bitene kadar cezalandırılmayacaktır. Zaten kuvvetli şüphe vs. yoksa tutuklanamayacaktır bile. Ama bu durum, tanığın veya mağdurun sesini kesmek demek değil.

Öte yandan yok efendim mağdura karşı sanığın sözü, eleştirisi bir safsatadır, başka birşey değil. Çünkü kendilerinin başına hayatta bu olaylar gelmedi. Muhtemelen meşru da görüyorlar bu gibi olayları çünkü potansiyel faillere: "Kapıyı kapatıp kilitlemişsen, ortamda kimse yoksa cezalandırılamazsın" mesajı verdiği gibi kimse sesini bile çıkaramaz, mesajı da veriyor! Oysa her kadının ve tabii yüzbinlerce çocuğun üç aşağı beş yukarı böyle vakaları vardır. Ve her insan gibi herhangi bir mahkemenin üyeleri de, türlü bilirkişilerin türlü güvenilirlik tahlillerinin, türlü ifadelerin sonunda mağdurun anlatısını, olay-yerini, olaya hakim koşulları insan gibi inceleme fırsatına sahiptir.

Kadının beyanı esastır, ilkesine karşı kimin ne görüş bildirdiği bir "turnusol kağıdıdır." Tacize dur diyenler ve diyeyemeyenler arasındaki ayrımı gayet net görmemize sebep olurlar.

Kimileri "kapalı kapılar ardında" ve tacizin dillendirilmesinde bile mağdura fatura çıkaran o uzak "gayrimeşru saadet devri"nde kalmış olabilirler. Kadınların gözleri, çocukların gözleri kapalı kapılar ardında da üzerinizdedir!

Bir olay kapının ardında oldu diye, bilinemez, anlatılamaz ve kaydedilemez değildir. Sırf ceza davası açılması bile oldukça güçlü ve yerinde bir mesajdır. Not edile. Kaydedile...

Öte yandan gayrimeşru hegemonyanın sarsılmasından ve geçmişte sahip oldukları afra-tafra ve rahat hareket etmek imkanından mahrum kılınmaktan rahatsız olanlar var. Bir zaman bu konu hakkında yazdığım bir statüye gece yarısı yazdığı yorumlarla eleştiride bulunan bir herifi listemden atmıştım. Burada gecenin köründe benimle "gerçek var mı yok mu" diye tartışmak istiyor, ard arda mesaj yazıyordu. Dedim ki "uzatmayalım". Ama uzatıyordu. Gecenin köründe statümün altına yazdığı imalı yorumlarla hep son sözü söyleyen olmak istiyordu. Son sözü söyleyen olmak istemeyin az! Biraz da susun! Biraz da herşeyi bilmeyiverin! Biraz da sadece sessiz kalın! Tacizlere yüzyıllarca sessiz kaldınız. Bu kere eleştirilerine sessiz kalıverin! Listemden "uzattığı" ve hep son sözü söyleyen olmak istediği için attığım bu "tipik arkadaş" taciz mahkumiyetini güya eleştirirken bir başkasını taciz ettiğinin dahi farkında değildi! Farkında değilsiniz! Ama olacaksınız! "kapalı kapılar altında da adam olmayı rezil ola ola öğreneceksiniz...