Yazar Oya Uslu sorularımızı yanıtladı. Uslu 168-78 kuşağı toplumsal konularda bilinçli ve yürekliydiler. Kadın haklarına karşı da bir duyarlılık başlamıştı. Ama o günkü Türkiye’nin sosyolojik yapısı nedeniyle çoğunluğu feodal değer yargılarına sahip olan devrimciler -özellikle de erkekler, hatta evlenmemiş genç kadınlar- kadının kadın olmaktan doğan sorunlarını anlamıyorlardı" dedi.

- Tarihsel ve zorlu bir süreçten geçiyoruz. Bu geçiş süreçlerinde, savaşlarda ve ölümcül salgınlarda kadınlara biçilen roller nelerdir? Dünyada demokratik süreçlerini tamamlamış toplumları da baz alırsak, gerçek anlamda kamusal alanlarda kadınlar yerlerini alabilmişler midir?

Savaşlarda ve ölümcül salgınlarda kadınlara biçilen rol, öncelikle aileyi korumaktır. Her ne pahasına olursa olsun, özellikle çocuklara ve yaşlılara sahip çıkmak en temel görevleridir. Onları korumak, beslemek, temel ihtiyaçlarını yoktan var etmeye çalışmak, ayrıca sevdiklerine moral vermek kadınların görevidir. Tabii savaşan ya da savaşanlara cephe gerisinde yardımcı olan kadınlar da çok. Bunlar da direnerek destan yaratırlar.

  1. göre kariyeri yükselen kadınlar genellikle bekar ya da çocuksuzdurlar. Özellikle çocuklara bakan olmayınca kadınlar işi bırakmakta ya da sınırlı davranmaktadır. Bir de buna ev işleri eklenince kadınların elleri kolları bağlanmaktadır. Bu temelde, gönüllü gibi görünen kamusal alandan vazgeçme, aslında olanaksızlıktan ötürüdür. Yine de artık kadınlar evin dışında varlıklarını göstermenin tadını aldılar bir kere, bundan geri dönmek mümkün değil. Önümüzdeki günlerde bu haklarını çok daha fazla elde edeceklerinden eminim.

- Siyasette, kültürde, sanatta ve bilimde kadınların ayak sesleri geç duyuldu neden? Dünyada ve Türkiye’de bunu nasıl örneklendirebilirsiniz?

Ezilmesi sınıflı toplumlara geçişle başlamıştır. Kölelik ve feodal düzende kadınlar eve kapatılmış, ikinci sınıf olarak görülmüş, zeka seviyesinden bile kuşku duyulmuştur. Tüm olanaklardan yoksun bırakılan kadınların bu dönemlerde hiçbir konuda varlık gösterememesi normaldir. Kapitalizmin gelişmesiyle, özellikle ilk dönemlerinde, bilimin ışığıyla aydınlanmanın etkisiyle kadınların talihleri değişmeye başlamıştır. Ama bu da kendiliğinden olmamış, özellikle birtakım olanaklara kavuşmaya başlayan burjuva kadınlar mücadele bayrağını yükseltmiştir. Uzun süre direnen erkek egemen sistem, yiğit kadınlara bunun bedelini ödetmiş ama kadınlar susmamıştır. İlerleyen dönemlerde burjuva kadınlara işçi kadınlar da katılmıştır. Eşit işe eşit ücret isteği, oy ve parlamentoda temsil hakkı, okuma hakkı gibi pek çok talep geniş kitleri kapsamıştır. Kapitalizmin bağrında, ona karşıt olarak ortaya çıkan sosyalist düşünce de kadınların özgürlük mücadelesini daha da ilerletmiştir. Bu temelde okuyan, çalışma hayatına atılan kadınlar, olanaklara kavuştukça bilimle, sanatla, siyasetle daha çok ilgilenmiş ve bu alanlarda eser üretmeye başlamışlardır. Kadınlar göğü fethetmeye çıkmıştır bir kere, artık onları durdurmak imkansızdır.

- Son yıllarda, Türkiye’nin toplumsal yapısında kadınlar nereye doğru gidiyor? Şiddetin ve tacizlerin bu denli artması ürkütücü! 68, 78 ve 80 kuşağına bakıp bugünü nasıl değerlendirirsiniz?

Türkiye hızla modernleşiyor. Modernleşme, bağrında bazı olumsuzluklar barındırsa da kadınlara daha özgür bir hayat vaat ediyor. Onları direnmeye, isyana çağırıyor. Artık kadınlar dayak yiyip, aldatılıp, aşağılanıp sineye çekmiyor. “Çalışıp ekmeğimi kazanır, bağımsız yaşarım” diyor pek çoğu. Bazılarının aileleri de onlara sahip çıkıyor. Türkiye’nin geleneksel yapısı öncelikle bu hızlı değişimi sindiremedi. ‘Ya benimsin ya toprağın!’ anlayışına sahip erkekler bu süreçte neye uğradığını şaşırdı. Aslında bir bakıma onlar için de sarsıcı bir durum bu. Diğer yandan ülkede şiddet, ötekileştirme aldı yürüdü. Merhametsizlik, kin hat safhada… Kendini haklı sanan ya da bir şekilde çıkarı uyuşmayan kişi, diğerine her türlü kötülüğü yapma hakkını kendinde görüyor. Kadınlar ise inadına haklarını istiyor. Bu sadece bir kesimin kadınları için de geçerli değil, geneli kapsıyor. Ayrıca bu çatışma, yönetenler tarafından da körükleniyor ya da görmezden geliniyor. Kadın kimliği üzerinden siyaset yapmanın, şiddeti körüklemenin olumsuz sonucu bunlar. Bence yönetenler isteseler ya da bırakın İstanbul sözleşmesini, eksik yasaları bile uygulasalar cinayetler bu düzeye varmaz.

68-78 kuşağı toplumsal konularda bilinçli ve yürekliydiler. Kadın haklarına karşı da bir duyarlılık başlamıştı. Ama o günkü Türkiye’nin sosyolojik yapısı nedeniyle çoğunluğu feodal değer yargılarına sahip olan devrimciler -özellikle de erkekler, hatta evlenmemiş genç kadınlar- kadının kadın olmaktan doğan sorunlarını anlamıyorlardı. Örneğin gelin- kaynana çekişmesi kocalara göre çok saçmaydı. ‘O da kadın, sen de kadınsın, tartışıp beynimin etini yemeyin’ anlayışı hakimdi. Ya da devrimci erkekler evinde çocuk bakan, ev işi yapan eşlerine boş boş oturuyor gözüyle bakar, onlara sözel şiddet uygulardı. Hatta eşlerini dövenler de az değildi.

80 sonrası feminist hareket gelişti. Bu üstte de yazdığım gibi modernleşmeyle birlikte ilerledi. Daha doğrusu kapitalizmin ilerlemesinin sonucu… Kadınlar daha fazla iş hayatında olunca, okuyunca, durumlarını sorgulamaya, kaderlerine boyun eğmemeye başladılar. Ama sınıfsal bakış açısı büyük ölçüde zedelendi. Tabii bunda neoliberal sistemin vardığı boyutun, sosyalist ülkelerin çökmesinin, sosyalist ülkelerdeki kadınların durumunun arzulanan ölçüde olmamasının payı var. Ben bunu da geçici görüyorum. Bence bir zaman sonra yine kadınlarla erkekler el ele, hem kapitalizme hem de erk egemen sisteme karşı gelecekler. Kadının kurtuluşu aynı zamanda erkeğin de kurtuluşudur çünkü.

- Kadınlar dünyayı yönetseydi nasıl bir dünya olurdu?

Çok değişeceğini sanmam. Çünkü mesele iktidardan kaynaklanmaktadır. İktidarı ele geçiren diğerini eziyor. Kimin gücü kime yeterse… Örneğin bir zamanlar Nazi zulmüne uğramış Yahudilerin bugünkü yönetenleri, Filistin halkına zulüm uyguluyor. Bu kadın-erkek, kadın-iktidar meselesinde de böyle. Bazı kadınların, örneğin evine ekmek getiremeyen işsiz kocalarını aşağıladıklarını da bilirim. Asıl önemlisi erk düzenini yani sınıfsal düzeni ortadan kaldırmaktır. ‘Kadının kurtuluşu insanlığın kurtuluşu olacaktır’ sözü elbette doğru ama aynı zamanda insanlığın kurtuluşu da kadının kurtuluşu olacaktır. Bu ikisini birlikte yürütmek gerekir.

KADINLARDAN NE İSTİYORUZ, DERDİMİZ NE ?

             Ötekilerin Gündemi


Merhaba arkadaşlar, dünyayı saran bu ölümcül virüsün toplumları alt üst ettiği, insanları bir fanusun içine hapsettiği bu dönemde, her ne kadar acı, karamsarlık, umutsuzluk yakamıza yapışsa da, “İNSAN” denen varlık direngendir; bu direnişi anlamlı kılan insanın düşünsel yapısıdır, değişimi ve dönüşümüdür.

Zamansızlıktan yakınmamız için bir mazeret yok artık! Kitap okumak ve yaşamımıza anlam katan siteleri okumak için güzel bir fırsat. “Korona Gündemi” ile ilgili yaptığımız dizi söyleşi serisi oldukça ilgi çekti. “Korona Gündemi”nin ötesinde, Türkiye’nin hatta dünyanın dinmeyen, bitmeyen ve kanayan yarası “KADIN ŞİDDETİ, KADIN CİNAYETLERİ!” Nedir bu bitmez tükenmez ve gittikçe artan kadın şiddeti? Derdimiz ne ? Kadınlardan ne istiyoruz ?

Bir toplumun gelişmişlik düzeyi, kadınların içinde bulunduğu gelişmişlik düzeyiyle ilişkilidir. Neden siyasette, bilimde, kültür ve sanatta kadınlar birer aksesuar olarak görülüyor ?  Şu bir gerçek ki, kadınların düşünsel gücünden yararlanmadığımız sürece, eril düşünce sisteminin tahakkümü devam ettikçe, dünyanın güzelleşmesi, normalleşmesi uzak bir ihtimaldir. Sözü fazla uzatmayayım. Kadınlar dosyamızın söyleşine başlarken, “HEPİMİZ SUÇLUYUZ!  ERKEKLER ERKEKLER ERKEKLER DAHA SUÇLUDUR” diyoruz. Evde kalıyoruz, dışarıya çıkmıyoruz. İçten selamlarımla.

Hamza ÖZKAN

Ötekilerin Gündemi

Editör: Haber Merkezi