İnsanın kemik yapısının evrimini açıklamak için kayıp halka arayan bilim ilk toplumsal        kayıp halka kadını yok saymıştır. Bilim insanlığın evriminde/ devriminde kadını dışlamıştır.

 

 

İnsanın kemik yapısının evrimini açıklamak için kayıp halka arayan bilim ilk toplumsal        kayıp halka kadını yok saymıştır. Bilim insanlığın evriminde/ devriminde kadını dışlamıştır.     Yani kadın kayıp halkadır.

 

Kadın, insanlığı ayakları üzerinde diken ilk emeğin sahibiydi. Yabanıllığın ilk işbölümü kadın ile erkek arasındaydı ve bu, ilkel komünal ekonominin üzerinde yükseliyor olmasının eseriydi. Kadın soyun üretimi ve yeniden üretimiyle uğraşırken toplulukta eşit ve saygındı. Bilim insanları bu hayata üç milyon yıl ömür biçiyor bugün. Ancak kadın için hayat böyle sürüp gitmedi. İlkel komünal hayatın içinde kaçınılmaz olarak ortaya çıkan yeni devindirici güç ürün fazlasıydı ve kadın ile erkek arasında mevcut işbölümü dahil her şeyi köklü olarak değiştirmeye adaydı. Tarımda ve hayvancılıkta ürün fazlası, önce topluluk, sonra kendi adına erkeğin elinde toplanarak servet/özel mülk olunca, kadın da tüm üretken güçleriyle birlikte erkeğin malı oldu. Kadın cinsin büyük tarihsel yenilgisi, ezilmişliği, horlanmışlığı, aklına ve iradesine el konulmuşluğu orada başladı. Soy zincirinin anaya göre belirlenmesi son buldu ve erkeğin egemenliği demek olan babalık hukuku başladı. Bilim insanları kadının bu haline de 5 bin yıl ömür biçiyor. Yeni sürece daha tam ifadesiyle, kadının köleleştirilmesi, her şeyiyle sömürgeleştirilmesi demek de yetmiyor; kadın aslında “adı bile olmayan sömürge” gibi “kaybedildi”. Bu yeni süreç paralelinde kadın yeni yükselen tüm toplumsal ve siyasal yapıların dışına sürülmüştür.

Nedir bu yeni yapılar? Mülkiyet; yani zenginlik, devlet; yani siyaset, yani yönetme işleri? Başka? Fonetik alfabe, yazı. Bunun yol açtığı bütün bilimsel, sanatsal, kültürel çalışmalar. Dünün tek tabibi olan kadın, yeni zamanın cadısı olmuştur. Dün tüm toplumun yöneteni, yeni zamanın yönetileni, dışlanan, ezilen ve horlananı. Dışlanma, yok sayılma, siyasal ve toplumsal yaşamdan tecrit, kaybedilme halidir. Kadın cinsi için, bu tarihten itibaren olan biten budur aslında. Yani insanlığın toplumsal kayıp halkasıdır kadın. Eve kapatılıp orada da aşağılanmıştır. İki yüzlü ahlak ve uygar toplumun bütün çelişkilerinin minyatür olarak bulunduğu tek eşli aile ile de erkek egemenliğinin basit bir doğum ve hizmet aleti haline getirilmiştir. Bu aile biçiminde kendi adı yoktur kadının. Kendi adına bağımsız bir etkinliği, mülkiyeti, duruşu, düşüncesi yoktur. İnsanın kemik yapısının evrimini açıklamak için kayıp halka arayan bilim de ilk toplumsal kayıp halka kadını yok saymıştır, yani cinsiyetçidir.

Kadın bütün sınıflı toplumlar tarihinde soyun üretimini ve yeniden üretimini yaptığı, maddi yaşam araçlarının üretimine her toplum biçiminde devam ettiği halde; ne doğurduğu çocukların, ne ürettiği ürünlerin, ne yarattığı yeni zenginliklerin kendi hesabına/adına sahibi olabilirdi. Her şey kocaya, aileye, ailenin erkek büyüklerine ait kalacaktır. Kadının kendi varlığı da ancak onlara aitlikle anılabilirdi. Bu tarihsel süreç içinde otorite ve yetki sahibi kadın var olduğu kadarıyla, mevcut erkek egemen sömürü düzeninin sahipliğine hastır. Kraliçe ve prenses kadınlardan, ortaçağ kırının atarerkil ailesinin büyük kadınına, modern kapitalist düzenin mülk sahibi patroniçesine kadar statü sahibi bir kadın o sisteme aittir, sistemin sürdürücüsü olarak anılabilir ancak. Hiçbiri ilkel komünal düzenin eşit ve eşitlikçi, adil ve adaletli, üretken ve yaratıcı, toplumun saygın kadını değildir. Engels'in “kadın cinsin büyük tarihsel yenilgisi” dediği budur. Babalık hukukunun kazanması analığın yenilgisi, kadının kaybedilmesidir. İnsanlığın kadın bölüğü, kendi adıyla, statüsü ve sahip olduklarıyla kayıp halkasıdır. İnsanlık tek halka haline, erkek ve erkek egemenliği sistemi haline gelmiştir. Homofobi, cinsiyetçilik, milliyetçilik, militarizm; tümü erkek egemenliğini yaratan maddi toplumsal koşullarda ve kadının kaybedilmişliğiyle birlikte var olmuştur. Şöyle de denebilir: O tarihsel andan beri insanlık tek ayak üzerinde yamuk yumuk, düşe kalka yürüyor, yürümeye çalışıyor. İnsanlığın büyük bölümünün acıyla, ızdırapla, adaletsizlik, yokluk ve yoksullukla yaşıyor olmasının kaynağı özel mülkiyet sistemiyse, onun bir yüzü de kadın halkasının kayıp olmasıdır.

Yazının ortaya çıkışı, sınıfların, devletin doğuşu aynı süreçlerdir. Kadının büyük tarihsel yenilgisiyle zamandaşlığını da şöyle bir söyler geçeriz. Oysa bu, mülkiyetin erkek eline geçmesi kadar önemli sonuçlar yaratmıştır. Yazı tarihi, beş bin yıllık köleliğin ta kendisi çünkü. İnsanlığın yazılı eyleminin kadını içermemesi demektir bu. Yazı, bilginin bilgisel gelişmelerin kaydı ve aktarımı öncelikle. Kadının “kaybedildiği” yerde kaydı olabilir mi? Bilgi yol göstericidir, her zaman ve her yerde. Yazı bunun aracı olduğunda kadın bu eyleyişte yoktur. Yani yazısız dönemin mimarisi ve duvar resimlerinde kalmıştır üreten, yöneten ve  saygın kadın.

Yazı, bilginin ve yanında aklın, iletişimin gelişimidir. Yazı ile ilişkisi kurulmamış kadının aklın ve bilimin, iletişimin gelişmesinin dışında kalacağı da açıkdır. O nedenledir ki, erkek egemen sınıflı toplumların bütün otoriteleri kadını, “saçı uzun aklı kısa” saymış ve hatta beyin çapı ve fonksiyon ölçümlerinde eksik çıkartmıştır. Bugün bile burjuva bilim, genel bir kural olarak, beyinde sayısal merkezi lobunu erkeklere, sözelin merkezi lobunu kadınlara has sayar. Dün, burjuva aydınlanma çağına dair tüm kurgular kadını görmezden gelir bu yüzden. Kuşatmayı yarabilen az sayıda kadın bilimde kocalarının gölgesinde ve onların adıyla anılmak zorunda kalmıştır.

Yazı, tarih yazımı demektir. Kadını dışlamıştır tarih. Sözünü ettiğimiz durumun tam ifadesi bu. Yazıyı erkek kullanır. Kendisini, kendi egemenliğini, tüm sistemin sahibi olarak kendisi yazar. Tarih kitaplarına girebilen kadınlar hem istisnadır hem de sistemin içinde sistemin sürdürücüsü ya da sistemin olanaklarına sınıfsal konumları nedeniyle ulaşabilen kadınlardır. Tarih, bilinçli insanları eylemi ise eğer, bizatihi bilinç kanallarından kadının uzaklaştırılmış olduğu koşullarda oluşturulmuştur. Bu yüzden tarihte kahramanlar hep erkektir. Kadınlar ise kahramanların yolunu gözleyenlerdir, tarihsel eylemin kitleleridir.

Felsefe kadını, yarım erkek ya da “bozulmuş erkek”(Aristo) olarak anmıştır. Komik gelir bugün ve güleriz. Oysa çok önemlidir ve erkeğe dayalı düzenin tüm içeriği yüklüdür bu tanıma: Erkek insandır, kadın insanlığın zoraki yüküdür. O nedenle felsefeciler birbirlerine, “mümkünse kadından uzak yaşayın” demişlerdir. Anlamaya çalıştıkları evreni ve dünyayı ilk algılayan, yıldızlara bakarak ilk yorumlayan ve insan yaşamına öncül bilgilerini edinen kadındır oysa. Ama onlara göre bunlar normal felsefe değil kadının cadılık hallerinin ürünüdür. Erkek egemenliğinin tüm sisteme egemen olduğu koşullarda kadının felsefeye girmesi olanaklı değildir. Özellikle Batı yarımkürede aydınlanma çağına kadar kadının felsefeyle uğraşamadığı binlerce yıl var. Bugün bile sorulur: Niye kadın felsefeciler yok? Dönüp şöyle sormak gerekir; nasıl olabilirdi ki? Doğru soru budur, gerçeğin bilgisi bu soruyla açığa çıkarılabilir.

Felsefecilerle uyumlu tüm tek tanrılı dinler ve dinsel otoriteler, kadını erkeğin cennetten kovulmasına yol açmış, mesela İslamiyette “erkeğin elinin kiri, günah nesnesi” saymış, sıpa ve köteksiz bırakılmamasını buyurmuştur. Evliliği, istenmeyen ama zorunlu bir kurum olarak savan resmi Hıristiyan hukuku, bu olumsuzluğu kurtarmak adına Kilise Nikahını icat etmiştir.

Modern burjuva düzen kadını politikanın dışında tutmak için her türlü olanağı kullanmıştır. Burjuva aydınlanma liderleri felsefeciler, teorisyenler de kadının erkekle eşit olamayacağını, asli işinin ev olduğunu yazmış ve yaymışlardır. Burjuva devrimler, toplumsal ayaklanmalar kadınların eşitlik taleplerini bastırmış, her yerde kadın hareketini boğmuş ya da işbirlikçiler yaratarak sönümlenme yoluna sokmuştur. Yani burjuva devrimlerde de kadın kayıp halkadır.

Edebiyattan sanatın çeşitli dallarına kadar her yeni üretim alanı öncelikle kadına kapalı kalmıştır. Şurada burada yapılabilmiş üretimler yok sayılmış, görmezden gelinmiştir. Kadının ilk yazınsal ürünlerini yayımlayabilmeleri bile erkek isimler kullanarak mümkün olmuştur. Kadının genel eğitim hakkından yararlanabilir hale gelmesi, şunun şurasında bir yüzyıl kadardır. Meslek sahibi olması da öyledir. Her türlü emeği ücretli kılan kapitalizm kadının evdeki emeğini hala görmüyor, gasp etmeyi sürdürüyor. Bu gerçek karşısında, kadın cinsi için kendi ürettiklerine bu kadar yabancı bırakılmış bir başka yeryüzü canlısı var mı, diye sormak abes olmasa gerek.

Toplamından varabileceğimiz temel sonuç şu; kadının dünden bugüne yaşamı, öyle basitçe kadın sorunu diye adlandırarak ve geçerken kimi tedbirlerle çözülecek bir kategori değildir. Kadın, insanlığın kayıp halkasıdır. Sorun, yarının eşit ve özgür toplumunu kurabilmek yolunda bu halkanın bulunup yerine konulması sorunudur. Kayıp halka kadını bulmak ve yerine koymak bir büyük toplumsal devrimdir. Çözüm için önce bunun bilince çıkarılması gerek.

Özel mülkiyetin çıkışını “büyük bir toplumsal ilerleme” saymıştı Engels. Ama hakkını yemeyelim Engels'in; aynı zamanda bu büyük ilerlemenin kadının köleliği olarak geliştiğini ve “görece gerileme” olduğunu da eklemişti. “Görece gerileme” nin kadın açısından bir tarifini yapsa da, -kendisinden sonra da- adının tam konulmadığı, çözümün tam programının çıkarılmadığı da bir gerçek. “Büyük ilerlemenin” kaynağında özel mülkiyetin doğuşu vardı ama “görece” sayılan “gerileme” de (mülkiyetin erkekte toplanmasıyla) erkek egemenliğinin doğuşu gerçeğiydi. Demek ki kadın, erkek egemenliğini iktidara taşıyan “büyük toplumsal ilerleme” yle kayboldu. Ve bu basit bir “görece gerileme” değil, insanlığın yarısı olan bir cinsi kaybeden, “büyük bir alt üst oluş” idi.

Dün olageldiği gibi sosyalist devrim programları bir genelleme değil, somut bir toplumsal ve siyasal bir devrim programı olacaksa eğer, iki unsuru(özel mülkiyet ve erkek egemenliği), hem birlikte hem de ayrı ayrı- özgün karşıtlıkları nedeniyle- ele almalıdır. İki duruma iki devrim; sosyalist devrim ve kadın devrimi olarak formüle etmelidir. Çünkü insanlığın “kayıp halka”sını bulma eyleminin toplam adı/programı “kadın devrimi”dir. İşçi sınıfının kurtuluşu kendi kollarındadır, diyen marksizmin yöntemi, kadın cinsin kurtuluşunu da, kendi isyanını başlatarak, kendi devrimini yapması gerektiğine vardırmalıdır. Kadın devrimi olmadan sosyalist devrimle de “kadınlara eşitlik” vb. gibi sınırlı ve ağırlıklı olarak demokratik taleplerle bezeli bir programla kurtulamaz. Dünkü devrim deneyimlerinin, daha düne kadar marksist yazının ve marksist önderliklerin temel eksiği burasıdır. Şimdi görev; dün karanlıkta kalan ve öyle olduğu için de devrim deneyimlerinde kayıp halkayı bütünlüklü olarak bulup yerine koyamayan gerçekle yüzleşmekte.

Bütün devrimci düşüncelerin ve marksizmin, bütün devrim girişimlerinin, sosyalist devrim planlarının kayıp halka kadını hesaba katmadan, kayıp halkayı bulma ve yerine koyma eyleyişi demek olan kadın devrimini içermeden olamayacağının da bilincine erişmek demek bu. Bütün devrimlere aynı zamanda kadın devrimleri eşlik ediyorsa, kadın siyasetin merkezinde yer alıyorsa eğer, orada gerçek bir toplumsal kurtuluş başlayabilir. Kadın devrimiyle, kadın yeniden kendi adıyla, kendi üretimi ve yaratıcılığının bütün görkemiyle gözlerimizi kamaştıracak bir varlık olarak yükselecektir insanlığın yaşamında. Marksist hareketin ve tüm kadın özgürlük hareketinin yapması gereken, buna daha fazla sahip çıkmak, bu uğurda daha fazla mesai harcamak olmalıdır. Dünkü devrim ve parti deneyimlerinde kadın önderler ve kadın örgütlenmelerinin de kayıp halkalarımızı bulup yerine koyma çabasına ihtiyaç olduğu açık.

Demek ki, işe kadın bilinciyle dünyaya bakmak ve eylemekle başlamak gerek. Bunun temel taşlarının döşenmekte olduğunu günümüzde kadın aklı ve iradesinin harekete geçtiği bütün eylemlerinde görebiliriz. Ki dünya kadın hareketinin etkili olduğu bütün süreçler kadın bilincini kuşanmış katın kitlelerinin hayatı nasıl da değişime zorladığını, az ya da çok, koşulları ölçüsünde değiştirdiği görülebilir. Rojava kadın devrimi durumun en ileri örneğidir. Orada kadın aklı ve iradesi savaşa ve ırkçı faşizme karşı zafer kazandı, çetelere karşı büyük bir direniş odağı oluştu, komünal yeni yaşam her türlü kuşatmaya karşın kururluyor, direniyor ve yükseliyor. Korona günlerinin iki örnek odağından biri Rojava, dünyayı kadınlar yönetirse ne olur sorusuna yanıt olduğu kadar, dünyayı mutlaka ve mutlaka kadın aklının, iradesinin yönetmekte olduğunu da gösterir.