KAYPAKKAYA’YI ÖLDÜRMEK
68’den 71’e Devrimci Başkaldırısı*na

Yazımın ana konusu, başlığa çıkardığım gibi İbrahim Kaypakkaya olacak. Ancak, onun da geçtiği ana yol olarak, Mayıs direnişleri ve 71 Devrimci Başkaldırısı olarak okunacağı umudundayım.
İlkbaharın en sıcak ayı Mayıs, mücadelenin de sıcak zamanı. 1 Mayıs; dünya işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü. Her yerde ve ülkemizde, 1 Mayıs Marşı’nda dendiği; işçinin emekçinin bayramı, halkların bayramı olarak ortaklaşa kutlanır. 
20 yüzyıl yarısını geçerken tüm dünyayı sarsan 68 Başkaldırısı, Mayıs ayı ortalarında başlamıştır. Türkiye’ye yansıması Haziran’ı bulur ama ondan sonrası 1973’e kadar uzanır. Her yerde olduğu gibi burada da çoklu bir kopuş olarak başlar ve kendi özgünlüğünü var eder. Döneme damgasını vurduğu gibi sonrasının temel taşlarını da döşeyecek olan 71 Devrimci Başkaldırısı’yla tamamlanır. 12 Mart askeri darbesiyle 71 Devrimci Hareketi lider kadrosunun neredeyse toptan imha edildiğini de ifade eder Mayıs. 30 Mart bu ikinci sürecin ilk adımıdır. 30 Mart Kızıldere, 6 Mayıs’ı önleme girişimine faşist faşizmin katliamla verdiği ilk yanıttır. Mahir Çayan ile birlikte 10 lider-militan devrimci, “buraya dönmeye değil, ölmeye geldik” diyerek direnişle karşılık vermişti katliamcılara. Kızıldere, bir “çığlık” değil, bir savaş stratejisinin andaki ifadesiydi. Mahir’ler, Latin Amerika’dan Uzak Asya’ya faşist askeri darbelerinin sürdürdüğü katliamların bir benzerini yaşamış ve ona karşılık, devrimci savaş naralarına seslerini katmaktan çekinmemişlerdi. O gün bugündür, adları ON’lar olmuş ve 50 yıldır savaş naraları onbinlerin dilinde dolanmaktadır. 
Kızıldere’den sadece otuz yedi gün sonra 6 Mayıs’ta darağaçları kuruldu rejimin başkentinde. Devletin tam teşekküllü işi, taammüden adam öldürme operasyonuydu idamlar. Deniz Yusuf Hüseyin, aynı direniş çizgisini izlediler; topluma, geleceğe dair çözüm önerilerini ve düşlerini, birer miras gibi, sloganlara yükleyerek sandalyeleri tekmelediler. Deniz’in “Türk ve Kürt haklarının kardeşliği” özlemi, bu toplumda öylesine yankı buldu ki, Deniz adı sayısı yüz binleri buldu. Her 6 Mayıs anması birbirinden görkemli oldu. Devrim uğrunda böyle fütursuz sehpaya çıkma eylemi de12 Eylül’ün darağaçlarını tekmeleyenlerin eylemlerinde yaşamını sürdürdü. Sonraki kuşakların aynı devrimci fütursuzluğu açlık grevleri ve ölüm oruçlarında gösterdiklerine tanık olduk. 
Faşizmin 71 Devrimci Başkaldırısına son yanıtı, bir yıl sonra, 18 Mayıs 1973’te, İbrahim Kaypakkaya’nın işkence tezgahında öldürülmesiyle geldi. O da yeni bir çığır açacak, sonraki  kuşaklara, işkencede “ser verip, sır vermeme” belgisini miras olarak bıraktı. Ondan sonra, devrimciler işkencehanelerde birbirlerine;  “İbo’yu unutma, ser ver sır verme” diyerek seslendiler. 
71 Devrimci Hareketi’nin öncü- lider kadrosunun tümü, Cumhuriyet’in kendisiyle yaşıt, günümüzde çeşitlemelerini yaşadığımız “düşman hukuku” anlayışıyla öldürüldüler. 71 Devrimci Başkaldırısı’ndan da intikam aldılar. 
Kaypakkaya’nın öldürülmesinin özgün nedenleri de vardır. Öncelikle O bir Türk komünist ama en başta Kemalist resmi tarihin ve ideolojinin cepheden eleştirisini yapmış biri. Cumhuriyetin kendisi haline gelmiş Kemalist rejimin Kürt soykırımcılığı ile Osmanlı’dan miras Ermeni soykırımını, Alevi kırımlarını, Dersim’i vb. işlemiş, siyasal çözümlerinin ilkesel ana hatlarını temel teorik ve programatik görüşlerine yerleştirmişti. Dahası Kürt ulusal gerçeğini, Marksist çözümlemenin rehberliğinde, ayrılma ve ayrı devletini kurma hakkına kadar ilerleten tezini ortaya koymuştu. Bu tez ile, Kürdün sadece halk kategorisine sığdırılarak, ulus kategorisinden çıkartılması şeklindeki genel geçer anlayışı açık açık ret etmişti. Bunu Çin’den esen Halk savaşı çizgisiyle buluşturan yeni bir mücadele hattı döşemeye ve hem de Kürdistan’da bu yolun inşaasına girişmişti. “Halk savaşı stratejisi”ni uygulama olanağının verili koşullarını orada bulmuştu çünkü. Kürt halkının isyancı geleneği ve Dersim’in coğrafi koşulları onun çizdiği harekat hattında buluşuyordu. 


İbrahim, kurduğu mücadele çizgisinin onu getirdiği Dersim Vartinik’te uğradıkları baskından yaralı olarak kaçmış, karlı kışın ortasında gidebildiği sığınaklardan birinde ihbar üzerine yakalanmıştı. Yaralı olarak getirildiği 7. Kolordu Komutanlığı’ nda askeri savcı işkencelere bizzat katılmış ama onu konuşturamamıştı. Hakkında çok ifade vardı ama o bunların hiçbirini kabul etmiyor! Bu önemli bir unsur ama asıl mesele yine de o değil. İbrahim işkencehanede devlete meydan okumakla kalmıyor, tutulduğu hücrelerde askerlerden güvenilir kuryeler bulma ve yoldaşlarına ulaştıracak mektuplar hazırlama ve göndermekle meşgul oluyor! Mektuplarında, bundan sonranın sadece siyasi değil, örgütsel adımlarını yazıyor. Mektuplar yakalanıp “gerekleri yapılıyor”. Siyasi savunma taslağı hazırlıyor. 
Bu arada Kürdistan kentlerinde tutuklananların tümü, hatta İstanbul’da yakaladıklarının bir bölümü de Diyarbakır 7. Kolordu Hapishanesine toplanıyor. Benim de dahil olacağım TKP/ML-TİKKO davası dosyası, Diyarbakır’da zamanın en açık faşist savcılarından Yaşar Değerli tarafından hazırlanıyor. İstanbul’daki tutukluların da Diyarbakır’a getirilmesi gündemdeyken bütün plan değişiyor! Yakalanmasından sonra geçen üç ay, İbrahim’in yok edilmesi yönünde faşizme gereken fikri sağlamış durumda. Dava savcısının Mayıs ayı içinde yaptığı Ankara ziyaretinden sonra karar değişiyor ve 17 Mayıs’ı 18 Mayıs’a bağlayan gece İbrahim öldürülür! Ölümünün kamuoyunda duyulması da, milletvekili Ferda Güley’in Meclis’te soru önergesi vermesiyle yansıyabilmişti. İstanbul’da tutuklu bizler ancak o zaman öğrenebildik.
Temmuz ayında dava ve sanıklar İstanbul’a Sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanmak üzere taşındı. Savcı da İstanbul Sıkıyönetim savcısı olarak tayin edildi. 
Bu siyasi tercihi devlet niye yaptı, sorusunun yanıtı her iki duruma bakarak bulunabilir. Devlet, 12 Mart faşizminin gücüne dayanarak, Kürdistan’dan, erken bir devrimci uyarı davasını kaçırdı. Kürdistan ile Batı arasında kurulacak bağı kopardı ve Kaypakkaya’yı da öldürerek, 71 Devrimci Hareketinden intikamını tamamladı. En önemlisi de Türkiye Devrimci Hareketine, zamanla daha iyi anlaşılacağı gibi, önderlik krizi bahşetti. 
Devrim “yılanı” nın başını ezerek ondan kurtulmak istedi. Ama tersi oldu! 71 Devrimci Hareketi içindeki son halka Kaypakkaya’nın Kemalizm ve Kürt Ulusal Sorunundaki tutumu ve görüşleri sonraki mücadele yılları içinde Türkiye Devrimci Hareketi’ne yol gösterici olmuş, ötesine geçerek bağımsız Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’nin ortaya çıkışına varmış, onun henüz göremediği bütün olguları da dahil ederek, yeni isyanın verili koşullarını ulusal devrim çizgisiyle gerçeğe dönüştürmüştür. 
Kaypakkaya’nın bir 68’li, bir TİP’li olarak girdiği mücadele yolu, kendi evrimini yaşayıp 71 Devrimci Başkaldırısı’nın son halkası haline gelmesinin tabii ki başka özgünlükleri de var, burada onları da ele almam gerekmiyor. Tarih, onun da en önde katıldığı yerden ilerlerken yolu kesilmiş olsa bile 71 Devrimci Hareketin  mirasıyla yürüdü, bugünlere geldi. 70’lerde bölünüp parçalanmalardan, 80’lerde yenilgilerden, 90’larda, 80’in ortasında başlamış Kürt Ulusal başkaldırısından geçti ve bugünlere geldik.Şimdi artık 21. yüzyılın ilk çeyreğini tamamlamak üzereyiz. Bunca direniş ve zulmün yaşanmasının başlangıç noktasında 68- 71 Devrimci Başkaldırılarının olduğunu unutmuyoruz. 
Yazımın ana konusu İbrahim Kaypakkaya demiştim. Sözü onu anlatan birleşik bir anı derlemesiyle bitireyim. Sinan Cemgil’lerin anmasında konuşan Oral Çalışlar şöyle demişti: “Ölümlerini İbrahim ile birlikte Gaziantep’te radyo ajansından duyduk. Tabii çok üzüldük. İbrahim biraz düşündü ve öfkeyle konuştu: “Şimdi bir gerilla birliğin olacak. Onunla bir iki kasaba basacak ve haykıracaksın. Halka propaganda yapacak, sonra da dağa çekileceksin!” Bir çay bahçesinde, kendilerine bir ev bulacak öğrenciyi bekledikleri sırada geçmiş olay. Bulundukları durumla Kaypakkaya’nın hayalinin çelişkisinden söz ediyordu Çalışlar. Sonra ben söz istedim. Mirofon elime ulaşınca, çok değil on yıl sonra o hayali Kürt gençlerinin Eruh ve Şemdinli’de gerçekleştirdiğini söylemiştim ki, bir takım adam bir hışımla üstüme gelip mikrofonu elimden çekip aldı. İşte kavganın özü ile lafzı arasındaki fark buydu. Sinan’lar, İbo ve Kürt isyanı buluşmuştu, bazılarının görüp anlamaya ise hala niyeti yoktu. 

*Eski yazı ve konuşmalarımda 71 Devrimci Çıkış’ı kavramlaştırmasına ben de yer vermiştim. 50. yıl, benim için bir aydınlanma daha getirdi. “Çıkış” gibi, belirsizlik içeren kavramı terk ettim. Gerçeği yansıtan 71 Devrimci Başkaldırısı kavramına ulaştım.