Yedi veya sekiz yaşlarındaydım. Günlerce düşmeyen ateş ve boğulurcasına kesilmeyen öksürüklü bronşite yakalanmıştım. Doktor, o günlerin en etkili tedavisi olan penisilin tedavisi vermişti, on tane intramüsküler enjeksiyon. Mahallemizin bir de hemşiresi vardı, İğneci Ahmet Abimizin dışında. Hemşirenin kocası keman çalardı. Adamın başka bir mesleği var mıydı, bilmiyorum ama adı mahallede Kemancı Rıfat idi. Gece ateşlenince babam beni alıp onlara götürdü. Penisilin ve ateş düşürücüyü ayrı ayrı yaptı hemşire. Hem hastalık hem iğnenin acısı dayanılır gibi değil. Gitmişken oturuldu. Rahmetli babamın sanata ve sanatçılara karşı özel bir ilgisi ve saygısı vardı. Ricası üzerine Rıfat amca aldı kemanı eline. Kemanı ilk defa canlı ve tek başına dinlemiştim. Muazzam sesiyle acımı bana unutturmuştu. Hepimiz büyük bir saygı ve sessizlik içinde dinledik Rıfat amcayı. Keman sesine bir de virtüözün yüz mimiklerine odaklanmıştım. Gözleri kapalı, her notada kaşlar, yüz çizgileri farklı şekiller alıp başını sallayarak sanki ritim tutuyordu. Yaklaşık bir saat sürdü resitali. Sonrasında çaylı sohbetlerine kulak kesilmiştim. Rıfat amca kemanın kendisi için anlamını anlatıyordu. Babam ona,”Çok dertli, derinden çalıyorsun, dikkat et, bu alet seni ciğerinden eder sonra…”demişti. Eve gittiğimizde anam sormuş olacak ki babamın ona,”Bu Rıfat fazla yaşamaz, ya verem olur ya da kalpten gider! O kemancı ciğerini, yüreğini eritiyor.”demişti. Bunu duyduğumda inanılmaz üzülmüş, kendi kendime neden böyle olabileceğine kafa yormuştum. Keman çalarken ara sıra tellerine sürdüğü şeyin onun ciğerlerine zarar vereceğini düşünüp üzülmüştüm çocukça. O aileyle ilgili dedikoduların bir anlamı yoktu bende. Yaklaşık iki yıl sonra Kemancı Rıfat öldü. Ölüm nedenini şimdi hatırlamıyorum, ciğeri mi yoksa yüreği mi eridi?

Yetenekleriyle, içinde yaşadıkları toplumun sıradanlığından ayrı düşüp inandıklarına ölümüne bağlanmak ya da yeteneklerinin ölüm nedeni olması garip bir düşünce olmasa gerek. Bunu anlayabilmek adına tarihe isimlerini yazdırmış büyük sanatçıların hayatlarına bakarak anlayabiliriz sanırım. Ernest Hemingway, Frida Kahlo, Dostoyevski, Franz Kafka, Nazım Hikmet, Ruhi Su, Cemal Süreyya, Ahmed Arif…gibi daha pek çok isim. Yaşadıkları dramatik hayat hikâyelerinden çok eserleri ile bilinirler. Elbette ki yetenekleriyle doğdular ve yaşadıkları hayat, onları kendi yeteneklerine sarılmayı ve onlarla ayakta kalmaya çalışmış olmaları anlaşılır şeydir. Büyük ustaların yazdıkları, ürettikleri eserler yüzünden, insanı ve emeği sömüren düzenlerin hışmına uğramış, eziyet görmüş, kurşuna dizilmiş, tutuklanmış. Hapislik yatmaları ya da toplumdan izole edilerek yaşamaya zorlanmaları yetenekleriyle hayata tutunmuş olmaları da ciğer ve yürek meselesi. Onlardaki ciğer, asla insanın insanı sömürmesine ve savaşlara tahammül edemedi, kırılgan kalpleri, insanların yaşadığı eziyetleri yüreklerinde hissedip susmadı. Hepsi sömürüye karşı birer hak savunucu, özgürlüğü ve sevgiyi en güzel sözcüklerle anlatan yüreklerdi. Hitler ve Kenan Evren gibi kötülüğün ve zulmün vücut bulmuş hali tiranların, kendilerini kendi kötülülerinden koruyabilmek, yamyamlaşmış ruhlarını yaşatabilmek adına yeteneklerine ve sanata sığınmış olmaları da bu yüzdendir. Yazarak ve ellerline aldıkları fırçayla kararmış ruhlarını boyayarak, kendilerine insanımsı görüntü vererek nefes alıp vermeye devam ettiler.

Kapitalist modernite girdiği her krizde, ekonomik sömürü için insan ve doğanın talanı konusunda kudurmuş gibi davranır. Kâr için kullandığı yol ve yöntemlerde sınır tanımaz. Varlığını ulus devletlerde inşa edip sürdürebilmek adına iktidarlar, diktalar, oligarklar yaratıp halka akıl almaz zulümler yaşatır. Sadece tüketen, robotlaşmış, amaç ve duygudan yoksun bireyselleşmiş kalabalıklar yaratmaya çalışırken, zulümden ilk payını alanlar buna karşı duruş sergileyenler oluyor. Talan ve sömürü düzenine, karşı çıkanlar bin türlü eziyet görse de yöneten egemenlerin türlü sapkınlıklarına karşı duruşlar tarihsel süreç içinde sayısız halk isyanı ve direnişi getirmiştir. Bu isyan ve direnişler, yeteneklerin ilham kaynağı olmuştur aynı zamanda. İnsan, hayat ve direniş onlarla daha da anlam bulmuş ve güzelleşmiştir. Hapislik ve sürgün yıllarından sonra yazdığı “Budala” eserinde “Dünyayı güzellik kurtaracak!”diyen Dostoyevski, yaşadığı toplumsal sorunlar ve eziyet içinde geçen günlerine yazarak katlanmış, hem de topluma ışık verip aydınlatarak hayat vermiştir. Her yetenek belki de isyanlardan doğmuştur, kim bilir?..On dokuzuncu yüzyıldan yirmi birinci yüzyıla zulmetmede değişen bir şey yoksa direnişte de yok. Bir halkın isyan ve direnişini, F tipi cezaevlerine girdikten sonra dört duvar arkasından yetenekleriyle topluma duyurmaya çalışan siyasi parti liderine ve üyelerine hiçbir zulümkâr baskı da engel olamıyor.

Muhtemel, Kemancı Rıfat da yaşadığı yıllarda isyan ediyor, kemanının telleriyle bozuk düzeni akort etmeye çalışıyordu. Vakti zamanında sistemin, toplumda kendi kendini otokontrol mekanizması gibi çalıştıran, dayatmacı ataerkil kurallara meydan okurcasına hemşire, mahallede ilk araba süren kadındı. Ve Kemancı Rıfat tüm dedikodulara kulak tıkayarak, bu küçük özgürlük hareketine keman çalarak destek veriyordu.