Nasıl bir memlekette yaşıyoruz?. .

Nasıl bir memlekette yaşıyoruz?..
Biri, İçişleri Bakanı.
Polise talimat veriyor:

- Uyuşturucu satıcısı gördün mü, kır ayağını, suçu bana at! (Bundan sonra sıra, "Hırsızlık yapanı yakaladınız mı, elini kesin" talimatına gelebilir.)

Biri Damat Bey, yani Enerji Bakanı.
Milli Eğitim Bakanlığı'nın bir toplantısında konuşuyor:

- FETÖ'cü gördüğümde boğazlarım.

Devam ediyor:

- Bu ihanet yapısı zehirini ve yurt dışında da akıtıyor, görüyorsunuzdur. Yerinizde olsam zor sabrederdim. Gördüğüm yerde boğazlarım yani...

Biri MHP lideri, Erdoğan'ın en büyük destekçisi, konu terörle mücadele, burun deliklerini her zamanki gibi açmış bağırıyor.

- Baş üstünde baş, taş üstünde taş bırakmayın!

Kısa adı HÖH, Halk Özel Harekatı.
Paramiliter bir örgütlenme.

Başkanı konuşuyor:
- İstanbul, Ankara başta olmak üzere 22 ilde şubemiz açıldı. 7 binin üzerinde üyemiz var. 15 Temmuz gibi DEVLETİN EMİRİ MÜMİNİ talimat vermediği sürece sokağa çıkmayız.

Ve Diyanet'in internet sitesinden bir ifade:

- 9 yaşındaki kız çocuklarının “velileri olmadan da evlenebileceği, hatta gebe kalabileceği..."

Evet, nasıl bir memlekette yaşıyoruz?..
Bu memleketin Cumhurbaşkanı, Paris'e gidiyor. Basın toplantısında bir Fransız gazeteci çıkıp diyor ki:

- Buraya, Türk gazetecilerinin size soramayacağı soruları sormak üzere geldim.

Soruyor da...
Erdoğan'ın yanıtına gelince:

- FETÖ'cü ağzıyla konuşma!

Bazen çok sıkılıyorum memleketin dökülen hallerini tekrar tekrar yazmaktan ama yorgun değilim, yazmaya devam!

Paylaş
Paylaş
Seviye bu.
Bütün bunları alt alta sıralayınca, herhangi bir yoruma da ihtiyaç kalmıyor.
Ama bu tablo insanı huzursuz ediyor, ürkütüyor.
Ayak kırmak...
Boğmak, boğazlamak...
Baş üstünde baş bırakmamak...
Paramiliter örgütlenmeler...
Manşetlerdeki suikast timleri...
Fetö'cü ağzı...
9 yaşında kız evlendirmek için fetva...
Nasıl bir memleket olduk?
Bu çıkmazdan nasıl kurtulacağız?
OHAL ve KHK'ların bir darbe düzeni olduğu konusunda çoktan beri kuşku yok artık.
Derinleşen bir darbe ortamında yaşamaktayız.
Meclisin yetkilerinin gaspedildiği bir ortam bu...
Mahkemelerde savunma hakkının hiçe sayıldığı bir ortam bu...
Mahkemelerde yargıçların, son Ahmet Şık ve Ahmet Altan örneklerinde olduğu gibi, sanıklara sen diye hitap etmeyi alışkanlık haline getirdikleri bir ortam bu...
Gerçekten hazin.
Hazin olan bir başka gerçek daha var: Memleketin dökülen hallerini tekrar tekrar yazmak...
Bu da boğucu.
Bazen çok sıkılıyorum.
Alternatifine gelince yazmamak
Ama bu da havlu atmak gibi geliyor.
İnsanın içinde yenilgi hissi uç veriyor.
Neyse ki son kitabım bitti, baskıya hazırlanıyor.
Yorgun değilim.
Yazmaya devam!
Yazmak beni daha özgür kılıyor.