ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ BELLİ OLDU


Analiz-Sevim Alagöz  

Ötekilerin Gündemi, yazarları ve okurlarını yeni bir etkinlikte buluşturdu. Üçüncü etap etkinlik Malatya’da, kendi memleketimde gerçekleşti.  Yazar okur buluşmasına Dersim'den kalkıp gelen köşe yazarı Özlem Armen, Malatyalı olsa da İstanbul’da ikamet eden felsefeci-yazar Mehmet Akkaya, köşe yazarlarından Hasan Şahin, haber sitesinin imtiyaz sahibi Hamza Özkan, KHK’lı ihraç öğretmen-yazar Salih Güler ve ben katıldık. Moderatörlüğü ise Mazlum Köse üstlendi.

Arkadaş Kafe'de yapılan toplantıda Ötekilerin Gündemi özetlendi ve yazar arkadaşlara söz verildi. Felsefeci sıfatından dolayı bütünlüklü bir analiz yapar diye Mehmet Akkaya'ya en son söz verdik. Mehmet hocam, biraz da benim önerimle, uzak yerden gelerek toplantıya iştirak etti, kendisine teşekkür ederim. Akkaya ile programdan sonraki gün de buluştuk ve hem Ötekilerin Gündemi'ni hem de felsefe, sanat ve edebiyata dair konuştuk. Birazdan bu görüşme içeriğine ilişkin de açıklamalarım olacak.

İlk konuşmacımız Hamza Özkan  idi. Konuşmasına “Neden Ötekilerin Gündemi?” sorusunu kendisi sorup kendisi cevaplayarak toplumun belirli kesimlerinin sistem tarafından ötekileştirildiğini ifade etti. Ötekilerin gerçeğinden yola çıkarak fakat her daim pozitif bir dil kullanarak ötekileştirilmenin daha da derinleştirilmesine karşı bir duruş sergileyebilmek adına olduğunu söyleyerek basımı yapılmış iki kitabı ve içeriği hakkında bilgiler verdi. 

KHK’lı öğretmen-yazar Salih Güler, 2016 temmuz darde girişimiyle başlayan KHK sürecini, sonrasında yaşadığı soruşturma, gözaltı ve sekiz aylık bir tutuklanma sürecini, hapishane koşullarını ve orda başlayan yazma sürecini kısaca anlattıktan sonra tüm bu olayları toplumsal bir travma olarak değerlendirdi. Kendisi açısından asıl travmanın 2015 Haziran seçimlerinden sonra patlayan bombalarla geldiğini de söyledi. Devamında,  Kobani’ye yapılan saldırılarla yapılan kıyımların ve doksanlı yıllarda JİTEM tarafından yapılan zulüm ve göz altıların olduğunu dile getirdi. Kitabında ötekileştirilmenin ötesinde varlığı yok sayılan KHK’lıların yaşadıkları  bu süreci herkese duyurabilmek adına bir ses olmak için yazdığını söyledi.

Özlem Armen, Dersimli bir kadın yazar. Yaşadığı coğrafyanın bugüne kadar gördüğü zulümlere rağmen yine de ayakta kaldığını ve direngen oluşuyla duyduğu gururu sitem dolu sözlerle dile getirse de sahip olduğu Kürt ve Alevi kimliğini taşıyıp yaşıyor olmanın verdiği bilincini kitaplarına da yansıtmış olduğunu anlattı. Dirençli bir ruh haliyle sistemi hedef alan bir konuşma yaptı. Anımsadığım kadarıyla Dersim katliamını, Maraş katliamını ve Roboski'yi andı. Ezilenlerin tarihini özetledi.

Ötekilerin Gündemi köşe yazarlarından Hasan Şahin ise etkinliğe katılımın az olması,  gelmesini umduğu eş ve dostlarını görememenin sitemini dile getirerek aslında kitaba ve okumaya karşı ilginin azlığından yakındı. Hiçbir yazarın kitap satışlarından para kazanmadığını ve yazara ekonomik bir getirisinin olmadığının da altını çizdi. Muhalif yazar, ötekilerin yazarı olmak bedel ödemeyi gerektirir yönlü açıklamalar yaparak yazarlığın  bir mücadele süreci olduğuna işaret etti.

Yine Ötekilerin Gündemi’nde köşe yazarlığı yapan ben; böylesi kültür sanat etkinliğinden dahi kendini alıkoyan toplumsal travmadan çabucak kurtularak çabuk iyileşmemiz umut ve dileğimle başladım konuşmama. Gelen misafirlerimizi fazla da bunaltmamak adına kadına ve çocuklara yönelik şiddetin ve tacizlerin cezasızlıkla sonuçlandığı, ataerkil toplumda travmalarla yaşayan kadınların ve çocuk gelinlerin topluma sağlıklı bireyler yetiştirememelerine vurgu yaptm. Kitabımda da bu konuyu işlediğimi çocuk yaşta evlenip çocuk sahibi olan iki kadın ve bu kadınların kızlarının yaşadıklarını kurgulayarak anlattığım kitabımın kısa bir tanıtımını yaptıktan sonra son  sözü felsefeci-yazar Mehmet Akkaya’ya  bıraktım.

Hepimizin  dile getirdiği sosyal, ekonomik, politik ve hukuksal sorunların  toplamda mevcut sistemin genel bir tanımı ve felsefik açıdan genel değerlendirmesini yaptı Mehmet Akkaya. Zaten bu yüzden son konuşmacı olması konusunda hemfikirdik.  Etkinliğe okurların katılım azlığına olan serzenişlerimizin gereksiz olduğunu ve bu konuya nicelik olarak bakmak yerine nitelik olarak bakmak gerektiğinin önemine vurgu yaptı. Bence de haklıydı. Bizlere moral de oldu bu yaklaşımı.

Akkaya, konuşmasına Hegel'in bir sözünü anarak devam etti: “Güneşin altında yeni bir şey yoktur.” Sınıflı uygar toplum var olduğu sürece özsel olarak yaşamda bir değişiklik olmayacaktır. Bu sözü şöyle çevirebiliriz. Ne zamanki bu sınıflı, savaşçı, aileci, devletçi sömürücü toplum çıktı işte travma denen belalı tarih, bu sosyal sorunlar insanlığın yakasına yapıştı.  Devasa binalarda yapılan tartışmalar, binlerce çok satan kitaplarla ilgili sanat, bilim, felsefe, politika  adına çok şey söylenebilir. Bunların masum olduğu düşünülemez denildi.

Akkaya'ya göre modern kapitalizm koşullarında üretilen bu eserlerin bir değeri bulunmuyor. Mehmet hocamın dediğine göre Marx ve Engels de aynı kanaatte. Engels, "bir konuşmada bir tartışmada eğer insanların ekonomik- sosyal sorunlarından konuşulmuyorsa  o platformda hiçbir şey konuşulmamıştır" demiştir. 

Akkaya, konuşmasında bir bütün olarak uygarlığı karşısına aldı ama kimlik sorunlarına da bir o kadar önem verdi. Yine de sermaye ve mülkiyet ilişkilerini, emek sermaye çatışmasını merkeze yerleştirdi. Zaten önceki konuşmacılar Kürt, kadın ve Alevi/Kızılbaş travmalarından söz etmişlerdi. Ötekilerin Gündemi yazarlarının kitapları, esasen bu konuları içermektedir. Mehmet hocam, bunları biraz daha felsefi bir üslup içinde dile getirmiş oldu. 

 Toplantıda Kürt dinamiği, kadın dinamiği ve Alevi dinamiğinin, önümüzdeki yıllarda da güncel olacağı ileri sürüldü. Bunlar da üretim ilişkilerine, iktisada ve mülkiyet biçimlerine göre yeni formlara girecektir. Böylece gelecekte ötekilerin gündeminin ne olacağı da açıklığa kavuşmuş oldu. Dolayısıyla Akkaya şunları da söyledi: Öykü, roman, şiir yazan; edebiyat yapan biri, ekonomik sosyal dünya ve insanların maddi geçimine dair bir söz kuramıyorsa bana sorarsanız o kişi sanata dair bir şey söylememiştir. Bu düşünceye bağlı olarak etkinliğe katılan yazar arkadaşların emeklerine ve kimliklerine dair tanımlamalarda bulundu.  

Felsefe tarihine de girildi. Konuşmasında Akkaya, Yunan tarihi ve filozofları ile Fransız devrimine değinerek o dönemlerin ekonomik, sosyal ve hukuki gerçekliklerine işaret edip sistemlerin değişim ve dönüşümlerinin günümüze kadar nasıl geldiğini kısa ve öz olarak anlattı. Sömürü sisteminin ülkemiz gerçekliğinde  yaşanan ekonomik, sosyal, politik, hukuk ve sanat anlayışlarına dönük manipülasyonlarının eninde sonunda ortadan kalkacağının da vurgusunu yaptı.  

Yazarların konuşmalarından sonra dinleyicilerle söyleşiye geçildi. Söyleşi kısa sürdü. Etkinliğin en güzel yanı gelen herkesin mutlaka her yazarın birer ikişer kitabını edinmiş olmalarıydı. Konuşan ve şiir okuyan dinleyiciler de vardı. Bu açıdan bakınca Mehmet hocamın "önemli olan nicelik değil niteliktir" biçimindeki vurgusu yerini buldu sanırım. 

Ertesi günü, benim çalışma, okuma ve üretim mekanım olan mutfağımda menengiç kahvesi içerek Mehmet hocamla etkinliğin ve oradaki konuşmaların genel değerlendirmesini yaparken de tartışmalar sürdü. Bu yazıyı yazma fikrim de mutfak sohbetleri sırasında kafamda kurgulandı. Mehmet Akkaya ile çok zaman geçirdiğim için galiba ondan da çok söz etmiş oluyorum. Üstelik daha edeceğim. Çünkü kahvemizi içerken kitaplardan, yazarlardan ve benim anadilim olan Kürtçeyi öğrenme çabalarımdan da konuştuk. 

Sohbet genişledi. Akkaya, yazarların, düşün ve sanat insanlarının hem yazarken hem de konuşurken kullandıkları üslubun önemini kendi deneyimlerinden örnekler vererek anlattı. "Konuşma ve eleştirileriniz karşıdakinin kişiliğini değil düşüncelerini hedef almalıdır" dedi. Bir özelliğini daha fark ettim Akkaya'nın: Arı gözlü! Felsefenin ona arı gözleri kazandırdığını düşündüm. Bir arı, yüzlerce hatta binlerce göz ve her birinin farklı görevleri olan lenslere sahiptir. Başının her iki yanında petek gözler çok uzakları altmış defa büyüterek görmesini sağladığından onu ekosistemin en muazzam canlılarından biri yapıyor.  Belki de arı gözleri zaten vardı Mehmet hocanın; ve felsefenin özünü o gözler sayesinde keşfetti sanırım. Bunun cevabını da belki bir başka tartışmada alabilirim, kim bilir…

Editör: Haber Merkezi