Nazan Bekiroğlu’nun 605 sayfadan oluşan yeni romanı “Kehribar Geçidi” (Timaş Yayınları, İstanbul 2021); Roma’nın Dünya’nın efendisi olduğu zamanların sonuna yaklaşıldığı (M.S. 300’ler), cumhuriyetten (res publica) monarşiye (dominatus) evrildiği, Pax Romana’nın (Roma Barışı) sona erdiği, yoksulluğun arttığı, Hristiyanlığın yoksullar ve köleler arasında yayılmaya başladığı, Hristiyanlara büyük zulümlerin yapıldığı İmparator Dioecletianus zamanından “Yedi Uyurlar” efsanesiyle günümüze bir geçit aralıyor. 

Yazar; zamanın ruhunu, şehirlerin mimarî yapısını ve imparatorluğun iki yüzünü [kusurlu sikkenin iki yüzü gibi] çok net bir biçimde ortaya koyuyor. Kendinizi karakterlerle birlikte Roma sokaklarında dolaşırken buluyor; ihtişamlı yapıların gizemi içinde kayboluyor; kandil alevinin gölgeleri arasında mistisizmle sarmalanıyor; şifacılıkta kullanılan otların, çiçeklerin kokusunu hissediyor; arenadaki vahşeti bütün duyularınızla algılıyorsunuz.

Roma asillerinin ve imparatorluğun iki yüzü: Bir tarafta her türlü hizmetlerde mal olarak kullanılan köleler ama diğer tarafta bilgisine, entelektüel birikimine, dostluğuna, yarenliğine, yöneticiliğine ihtiyaç duyulan köleler. Roma’da kölelik kurumu Spartacus ile özdeşleşmiştir. Elleri zincirlenmiş, ayakları prangalanmış, bedenleri damgalanmış, maden ocaklarında çalışan köleler. Bu, Roma’nın gerçeği, ama sadece bir yüzü. Diğer yüzüyle yeteneğine, becerisine, zekâsına, performansına, bedensel özelliklerine göre değişen roller üstlenen bütün persona’lar, yani insanlar, yani köleler. Roma’nın diğer bir gerçeği: Kölenin insan olma olgusu. İnsanın insandan kaçamayacağı gerçeği, Seneca’nın “insan insan için kutsal bir şeydir (homo homini sacra res)” sözünü de hatırlatacak bir biçimde yazar tarafından çok iyi görülerek, her iki yüz de bütün toplumsal katmanlara yayılarak veriliyor.

Roman karakterleri; azatlı köle Vitalis, lâhit kopyacısı Efesli Linus, yazıcı köle Simonides, tapınak kandilcisi Feliks, uykusuz çoban Fazelis, gezgin Al-Mina, barbar Yüzbaşı Geta ve iri pençeli, kalın boyunlu, çevik belli, berrak bakışlı, insan dostu, erdemli köpek Kehribar. Yazar, sadece kölelerden değil, köle olmayan ve fakat gelir düzeyi düşük alt sınıflardan da karakterler yaratarak, bu sınıfların Roma’nın elitlerini ne denli etkilediğini ortaya koyuyor. Bu açıdan çok başarılı olarak nitelendirmek gerekir.

Roman; derin bir tarih, felsefe ve hukuk bilgisiyle kaleme alınmıştır. Bütün bu bilgiler; yazarın incelikle kullandığı dille, özenle seçilmiş karakterleriyle, geçmişi, bugünü, geleceği bilen, bildiklerini de göstermekten imtina etmeyen anlatıcısıyla bütünleşiyor ve öylesine kullanılmış kelimeler, öylesine söylenilmiş sözler gibi gündelik bir konuşmanın içine giriveriyor. Örneğin, “ölümü küçümsemek erdemi” üzerine senatör Zosimus ile azatlı köle Vitalis’in konuşması (s. 157-158). “Yüzlerce hamamın varlığına rağmen insanların eskisinden daha kirli olduğundan yakınan Seneca’ya siz bakmayın (s. 226)” ifadesi. “Ferman metnini kim kaleme almışsa ‘enflasyon’ kavramından elbette habersizdi (s. 168)” cümlesi. “Çıkardığı sesten değil çıkarmadığı sesten mesuldür insan en fazla (s. 257)” sözü gibi.

Efendi Naso’nun forum meydanında sanığın avukatlığını üstlendiği sahnede yaptığı savunmanın kötü olduğunu betimlemek için, karakterin beden dilini kullanmak ya da izleyicilerin tepkisinden yararlanmak yerine, “sözün başını alıp gitmesi, mananın dağılması, cümlenin nefesinin tıkanması, açılan parantezin kapanmaması, çıkılıp da inilemeyen söz merdiveni, yuvarlanan sıfatlar, boğuşulan fiiller (s. 283)” ifadelerini kullanması, yazarın dile hakimiyetini ve dildeki yaratıcılığını bir kez daha ortaya koyuyor.

Yazar, arenadaki vahşetin unutulmaması için Yüzbaşı Geta’yı, 309 yıl uyuduktan sonra, Colosseum’da dolaştırarak yüzleştiriyor. Yüzbaşı Geta, uyumadan önce arkadaşlarına hikayesini anlatarak yüzlerce yıllık uykusuna dalabilirdi. Yazarın derdi, karakterine içini döktürmek değil, onu, yüzyıllar sonra o mekânda dolaştırarak bu vahşetle okurunu yüzleştirmektir. İnsanlık onuru adına hafızalardan silinmemesi gereken bu vahşeti; beden diliyle ya da duygularla değil, Colosseum’u oburca beslenmeye alışkın yağlı bir beden, kalbi durmuş olsa da ölememiş, hâlâ canlı bir leş parçası (s. 451) olarak betimleyerek gözler önüne seriyor. Yazar, bununla da yetinmiyor. Din ve mezhep kavgalarını, Dünya savaşlarını, atom bombasının kullanılmasını, karakterlerinin gelecekten haber veren rüyaları aracılığıyla gözler önüne seriyor; insan insanın sadece kutsalı değil, aynı zamanda kurdudur (homo homini lupus est) sözünü hem söyleyerek (s. 598) hem de göstererek insanın da iki yüzünü ortaya koyuyor.

Karakterlerin hepsinin erkek olması, Yedi Uyurlar efsanesinden yararlanmış olmasından kaynaklanıyor olabilir. Antik Dünya’nın erkek egemen zihniyetini göstermek için olabilir. Kuşkusuz önemli olan, bunun bir eksiklik olarak romanda belirmemesi… Evet! 309 yıl sonra her şey değişmişti, ama hiçbir şey de değişmemişti… Hukukî, felsefî ve edebî bir dil olan Klasik Latince, yerini Vulgar Latinceye bırakmıştı. Tapınakların yerini kiliseler, tapınak kandilcisinin yerini kilise kandilcisi almıştı. Ama alevin, ışığın, gölgelerin kutsiyet sağlama misyonu değişmemişti. Kölelik yine vardı. Kadınlar hâlâ günahkârdı. Diri diri gömülen kız çocuklarının yerini, diri diri yakılan cadılar almıştı. Erguvan renkli, altın işlemeli toga picta’yı imparator yerine Hz. İsa giyiyordu ve yoksullar, tanrılar yerine Tanrı’dan bir mucize bekliyordu.

“Kehribar Geçidi”, dünü bugüne bağlayan halkaları, karakterleri, dili, anlatıcısı ve betimlemeleriyle son derece keyifle okunuyor. Ve yazar, okuruna, insanlık adına çok şey söylüyor. Ve yazarın sözlerinin tersten yorumuyla kelimeler çarpıyor, kanatıyor (s. 193)…

*Roma Hukuku Profesörü, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi.

Kaynak: edebiyathaber.net https://www.edebiyathaber.net/kehribar-gecidi-romanin-iki-yuzunden-insanin-iki-yuzune-bir-gecit-ozlem-sogutlu/

Editör: Haber Merkezi