URFA - Ömrünün 20 yılını cezaevinde geçiren Mehmet Sait Üçlü, mücadelesi ve birikimiyle tarihe not düştü. Evinin bir odasını eşyalarıyla müzeye dönüştüren kardeşi İmihan Ateş, “Eserleri okunduğu sürece yaşayacak” dedi.

MA / Emrullah Acar'ın özel haberine göre; Devrimci, yazar, şair ve tarihçi Mehmet Sait Üçlü, 65 yıllık ömrünün 45 yılını bilfiil Kürt özgürlük mücadelesine adadı. 1956 yılında Urfa'nın Hilvan ilçesine bağlı kırsal Mişmişî (Çağla) Mahallesi'nde dünyaya gelen Üçlü, eğitim hayatına Akçakale Yatılı Okulu’nda başladı. Ortaokulu ailesinin taşındığı Hilvan’da tamamlayan Üçlü, liseye Antep Ticaret Lisesi’nde başladı ve Kürt özgürlük hareketiyle bu dönemde tanıştı. 1977 yılında Ege Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde 4’üncü sınıf öğrencisiyken bir grup arkadaşıyla birlikte yönünü dağlara çeviren Üçlü, 1981 yılında Siverek'te girdiği bir çatışmada yaralı yakalandı. 

1980 askeri darbesi sonrası Diyarbakır Cezaevi'ndeki vahşeti yaşayan Üçlü, 20 yıl kesintisiz bir şekilde cezaevinde kaldı. Üçlü, kaleme aldığı makale ve kitaplarında yaşadıklarını yazdı, edebileştirdi, gelecek nesillere aktardı. "Göbekli Tepe Uygarlığı", "Hakikat ve Özgürlük", "Herakles, Dionysos ve Emek", "Sara’nın Düşleri", "Sarı Hüzün", "Diyarbakır İmbikten Geçmiş Sevdadır", "Şafakta Büyüyor Ülke" ve "Tarihe Demokratik ve Ekolojik Yaklaşım" adlı kitapları yayımlanan Mehmet Sait Üçlü, 2001 Mart’ında cezaevinden çıktıktan sonra da mücadeleye devam etti.

Üçlü, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın, “Kürt mücadelesinin romanı yazılmalı” tavsiyesi üzerine bu yönde edebi çalışmalara başladı. Üçlü, bu edebi yolculuğunda “Güneş Ülkesinde Diriliş” adlı roman serisinin ilk kitabı olan “Amara”yı ve serinin beşinci kitabı olan “Özgürlük Arayışı”nı üçer cilt halinde kaleme aldı. Bu eserinde bir aile üzerinden Kürtlerin son 200 yılına ışık tutan Üçlü, merkezine bir aileyi almış olsa da aslında bu romanında bir halkın neler yaşadığı ve buna karşı nasıl direndiğini destansı bir şekilde anlattı. 

Kobanê’de DAİŞ’e karşı sergilenen tarihi direnişi de yazmak isteyen Üçlü, bu kitap çalışmasını sürdürdüğü Kuzey ve Doğu Suriye’de yakalandığı hastalık nedeniyle 29 Mart’ta yaşamını yitirdi. Yazdıklarıyla tarihe ışık tutan Üçlü, ardında arşiv niteliğinde geniş bir kütüphane bıraktı.

SIRTINDA TAŞIDI

Üçlü’nün Urfa’da yaşayan kardeşi İmihan Ateş (60) ağabeyinin hatıraları unutulmasın diye kitapları, elbiseleri, ayakkabıları, tespih, fotoğraf ve daha birçok eşyasını sergilediği evinin bir odasını müzeye çevirdi. “Hoca” olarak tanımladığı ağabeyiyle aralarında her zaman güzel bir ilişki olduğunu dile getirerek anlatmaya başlayan İmihan Ateş, “Ona olan bağlılığım çok küçük yaşlara dayanıyor. İlkokulu yatılı okulda okuduğu için çocukluğumuz çok beraber geçmedi. Okullar tatil olunca beraber kalıyorduk. Hilvan’a taşındığımızda ikimiz de aynı okula gittik. Hilvan’ın sokakları çamurluydu, okul bizim evimize biraz uzaktı. Ben yürümekte zorlandığım zamanlarda beni sırtında taşıyordu. Hep bana sahip çıkıyordu, ne sevdiğimi bilir hep almaya çalışırdı. Lise okumak için Antep’e gitti, devamında İzmir’de üniversite okudu. Okul tatil olduğu zamanlarda eve gelirdi. Çok kitap okurdu, hatta kitap okuduğunda yorulur, dinlenmek için bana okuturdu. Ben sesli okurdum o dinlerdi. Aile içinde babam ya da başkasından hiçbir zaman bir azar işitmedi. Girdiği her sınavda başarılı çıkardı, mükemmel bir insandı” diye konuştu. 

YARALI HALDE 45 GÜN SORGUDA KALDI

Ağabeyinin Siverek’te girdiği çatışmada yaralı olarak yakalanmasından sonra 45 gün sorguda kaldığını ve işkence gördüğünü söyleyen Ateş, “12 Eylül’den sonra ailemizden 3 kişi cezaevine girdik. Ben, ağabeylerim Mehmet Salih ve Hoca (Mehmet Sait Üçlü) içerdeydik. Ben Hoca tutuklandıktan 40 gün sonra tutuklandım. Bizim aile çok geniş bir aile değildi. 4 kız kardeş ve 2 erkek kardeştik. Benim iki tane abim vardı ve ben de onlarla birlikte cezaevine girdim. Hilvan’da yurtsever aileler göçe zorlandı, sadece iki aile kalmıştı. Babam göç etmemek için direndi, koruculuk dayatıldı, ancak ‘Ölürüm ama buradan gitmem’ diyordu. Akrabalar bizden çekiniyordu. Babam yaşlı bir insandı, bizim cezaevinde ziyaretçimiz benden bir küçük olan 16 yaşındaki kız kardeşim Hüsniye’ydi. Kız kardeşim yevmiye karşılığında taş toplar, o para ile gelir bizi ziyaret ederdi” ifadelerini kullandı.

‘BU SEFER BEN HOCAYI TERCİH ETTİM’

12 Eylül Askeri Darbesi’nin akabinde Hilvan’da yaklaşık 500 kişi ile tutuklandıkları bilgisini paylaşan Ateş, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ben cezaevindeyken bir bayramda ‘kimin akrabaları aynı cezaevindeyse görüştüreceğiz’ dediler. Benim iki tane abim cezaevindeydi, ben de büyük abim Mehmet Salih’i tercih ettim. Bizi koridora götürdüler aradan yaklaşık iki yıl geçmişti ama abim yanımda olmasına rağmen tanıyamadım. O kadar ki gördüğü işkencelerden yıpranmıştı. Dişleri kalmamıştı, kiloluydu bir avuç kalmıştı. Ben de işkence gördüm ama onun kadar değişmemiştim. O benim etrafımda geziyordu, sonra ben onu mavi gözlerinden tanıdım. Birkaç gün sonra bizi Hilvan grubu olarak mahkemeye çıkardılar. O zaman mahkeme salonunda benim tek isteğim Hocayı görmekti. Etrafa bakmak yasaktı. Etrafına bakan mahkeme salonundan çıktığında coplanıyordu. Ben her şeye rağmen kafama koydum ve Hocayı göreceğim dedim. Bir tarafta askerler, bir tarafta avukatlar ve 500 kişilik grup çok kalabalık. Hocayı en son getirdiler, sakat olduğu için avukatların olduğu yere oturttular. Ben değneği gördüm ve hissettim o olduğunu o tarafa odaklandım. Mahkeme bitene kadar saatlerce gözümü onun olduğu yere doğru diktim. Onu göz ucuyla, saatlerce gözümü kırpmadan görmeye çalıştım. Kısa bir süre sonra ben tahliye oldum, yine bana bir hak verdiler ve ‘cezaevinde tutulan bir akraban ile görüştüreceğiz’ dediler. Bu sefer ben Hocayı tercih ettim. Hoca yakalandığında sakatlanmıştı, değnek ile geziyordu. Bizi bir dakika tek görüştürdüler. Daha nasılsın demeden düdük çaldı ve görüş bitti. Ben cezaevinde 23 ay, Mehmet Salih abim 24 ay kaldı.”

BİR YIL 5 YIL OLDU

Üçlü’nün 20 yıl kesintisiz cezaevinde tutulduktan sonra Mart 2001’de serbest bırakıldığına değinen Ateş, cezaevinden çıktıktan sonra askere götürülmek istendiğini, ancak ayağından sakat olduğu için götürülmediğini ifade etti. Üçlü’nün tahliye olduktan sonra birçok şehir gezdiğini dile getiren Ateş, “Bizimle bir süre kaldıktan sonra hep bir yerlere gitti. Elbiseleri bizdeydi ama bir gün Diyarbakır’da, bir gün İstanbul’daydı. Sürekli şehir dışındaydı. Bu 15 yıl sürdü. Evi küçük çantasıydı, çantasını alır giderdi. En son 5 yıl önce evden ayrıldığında ‘bir röportaj için gidiyorum, bir yıl sürmez dönerim’ dedi. Bir yıl, 5 yıl oldu, ancak dönmedi. Hastalanmadan bir ay önce telefon üzerinden konuştuk, yeğenim hastalık nedeniyle hayatını kaybetmişti onu bana söyledi. Bir ay sonra onu hastalık nedeniyle kaybettiğimizi öğrendim. Ben öldü haberini aldığımda inanmadım, inanmak istemedim. Altı aydır umudum vardı, çıkıp geleceğini bekliyordum ta ki haberlerde görene kadar” şeklinde konuştu.

DOĞAYA FARKLI ANLAM YÜKLEDİ 

Yaşamını yitirdiği haberini almaları üzerine kendisinde “Hoca” için küçük bir müze kurma fikri oluştuğunu dile getiren Ateş, “O anda karar verdim ve elinin değdiği, kokusunun sindiği her eşyayı bu odada topladım. Özel eşyalarını bir bir topladım. Ablalarım her ne kadar 'bu eşyaları görmeye dayanamayız' deseler de ben hepsini topladım. Fotoğraf çekmeyi ve çektirmeyi çok severdi. Yüzlerce fotoğrafı vardı” diye konuştu. Üçlü’nün doğaya farklı bir anlam yüklediğini vurgulayan Ateş, “Hoca 20 yıl cezaevinde kaldığı için doğayı çok severdi. Bir tarlaya girdiği zaman bir sürü farklı bitki toplardı. Dağı, taşı, ağacı, çiçeği çok severdi. Köye gittiğimiz zamanlarda bir dakika evde durmazdı, gider gezer ve birçok farklı bitki, taş ile dönerdi. Doğaya farklı bir anlam yükler ve anlam verirdi. Onun için her çiçeğin ayrı bir anlamı vardı ve onların isimlerini muhakkak bilirdi. Bir tane defteri var her yaprağının arasına bir çiçek koymuş. Çok güzel yemek yapardı. Bize geldiği zaman mutfağa girer ve bize yemek yapardı” diye belirtti.  

‘ESERLERİ OKUNDUKÇA YAŞAYACAK’

Üçlü’nün hayatının “mücadele ile geçtiğini” ifade eden Ateş, devamında şunları söyledi: “Çok mücadele eden biriydi. Sürekli işi gücü kitaplardı, okur ve aynı zamanda yazardı. Yaşına rağmen hiç kitapları bırakmadı. Hayatını mücadeleye adadı ve hep halk için çalıştı. Hiçbir zaman tereddütte kalmadı, abim çok dürüst bir insandı. Bizi üzmemek için yaşadığı sorunları anlatmazdı. Kimseyi kırmazdı. Sürekli güler yüzlüydü, ne derdi olursa olsun kimse onu üzgün göremezdi. Bütün insanlara saygı gösterirdi. Sadece abim değildi bu hayatta benim hocam oldu. Ben onun yanında sıkılmazdım. Hangi konuda soru sorsam yanıtlardı ve beni rahatlatırdı. Bir kelimeyle insanlara ahlak dersi verirdi, gerçek bir hocaydı. Herkesin abisi var ama beni abim babamdan daha önceydi. Ona ait ne varsa, anılarına sahip çıkacağım ve onu yüreğimde yaşatacağım. Unutulmaması için elimden geleni yapacağım. 45 yılını mücadeleye adadı ve sürekli emek verdi, yazdı. Çok fedakar biriydi. Ne zaman unutulursa o zaman ölür. Eserleri okunduğu sürece de yaşayacak.” 

Kaynak: http://mezopotamyaajansi35.com/tum-haberler/content/view/147340

Editör: Haber Merkezi