HAYAL KURMA HAKKI

Öldükten sonra da yaşayan, ölümün öldüremediği, yaşama hürmet ve ihtimam gösteren, “Viva la Vida!” (Yaşasın Yaşam) diye avazlanan bir şahsiyet Eduardo Galeano. Her ne kadar sıkı bir edebiyat okuru olamasam da edebiyatın kudretine her daim inandım. Benim yollarımı Uruguay'a, "Boyalı Kuşlar Irmağı"na düşüren onun o "ufacık tefecik, içi dolu turşucuk" metinleriydi. Başka türlü bir dünyanın mümkünlüğünü, mevcut dünyanın mümkün dünyaların en olmayasıcası olduğunu ayrıca onun sahifelerinden öğrendim.

Futbolcu olmanın hayaline gark olmuştu, ancak bacakları, kafası kadar istekli değildi. Din adamı olmaya heveslenmişti bir vakit, lakin din adamı olmak için fazla günahkâr olduğuna kanaat getirmişti; belki de din adamı olmak için fazla günahsızdı. Sonra ressamlığa merak saldı, ancak tuvaller aynı zamanda yeteneksizliğini aksettiren birer aynaydı ona. Arzularla gerçeklikler arasındaki köprülenemez açıklığı daima duyumsadı ve gerçekliğe sadakat gösterdi. Gerçi en iyi bildiği şey olan yazmak da ona hep meşakkatli geldi. Ancak o bir ampulü bile takmasını beceremeyen adam, küçümen anlatılara yoğun dokunmuş hikâyeler, mavi sergüzeştler sığdırdı.

Galeano nisyanla malul ve mamul beşer hafızasını berdevam hayatiyetli ve hatırlayan bir enstrümana tercüme etmeye çabaladı. Onun erken dönemlerindeki militan gazeteciliği de bu meramdan neşet ediyordu. Gazeteciliği edebiyatın bir alt şubesi olarak değil de edebiyatın bizatihi kendisi olarak icra ediyordu. İyi kotarılan bir gazeteciliğin aynı zamanda iyi, yetkin ve etkin bir edebiyat olduğunu dillendirdi. Gazeteciliğe on dördünde karikatürist olarak başladı. Evvela ciddi, oturaklı meselelere dair yazmıyordu, dahası bundan hoşlanmıyordu. Daha çok havadis ardında koşan girgin, atılgan bir gazeteci hüviyetindeydi. Zamanla yazmanın nefasetine kapılmıştı. Ne var ki kâğıdın başına ne vakit otursa ürküyor, şaşırıyor, parmakları birbirine dolanıyordu. Yazmak istediklerini lâyığınca ifade edememekten, hakikati her nasılsa öyle anlatamamaktan, eşyayı adlı adınca adlandıramamaktan, yerli yerince koyamamaktan korkuyordu. "Zira gerçeklik ellerinden daha verimliydi ve ondan çok daha fazlasını biliyordu."

  1. yormayan, yalın ve yoğun bir dili vardı. Yalınlığın yavanlık olmadığını biraz da ondan öğrendim. Firari, sürgün, mülteci, unutulmuş, bigane kalınmış kelimelerin ardına düşen bir kelime avcısıydı Galeano. Yazdıkları söylemeye niyetlendiğine yeterince benzediğinde ve yakın düştüğünde dünyalar onun oluyor, bundan namütenahi bir keyif alıyordu. Yegâne bildiği şeydi yazmak.

Artık sözü Eduardo Galeano’nun ütopik manifestosuna getirmek istiyorum. Hayal Kurma Hakkı, Eduardo Galeano'nun Tepetaklak, Tersine Dünya Okulu isimli kitabında yer alan tersine ve alelacayip bir manifesto. Ahir zamanların alçaklıklarını aşmaya, bakışlarımızı ufuk çizgisinin de ötesindeki ufka dikmeye, bir başka dünyayı tahayyül etmeye davet, inat ve azmeden bir metin. Bu metni İspanyolca çalışmaya çabaladığım vakitlerde, kıt kanaat İngilizcemle, yorumsayarak, kabul etmeliyim ki bunda biraz ifrata kaçarak işledim. Tercüme Tanrıçası ve Galeano beni affetsin!

“Her ne kadar gelecek zamanı tahayyül ve tahmin edemesek de en azından nasıl bir geleceği arzuladığımızı düşleme hakkımız var. 1948 ve 1976’da Birleşmiş Milletler uzun bir insan hakları listesini sundu, ancak bugün insanlığın ekseriyetinin görme, dinleme ve susma hakkı haricinde başkaca bir hakkı yok. Peki hiçbir zaman açıklanmayan ve tanınmayan hayal kurma hakkımızı kullansak nasıl olur acaba? Bir anlığına çıldırsak nasıl olur? Hadi, o halde bakışlarımızı günümüzün alçaklıklarının ötesine dikelim ve hep beraber bir başka ve mümkün bir dünyayı düşleyelim:

*Gökyüzü makinelerin zehrinden büsbütün arınacak; öyle ki havada insan korkularından ve ihtiraslarından gayrı kirlilik olmayacak.

Bundan böyle sokaklarda arabalar köpeklerce ezilecek.

İnsanlar, otomobiller tarafından sürülmeyecek, bilgisayarlarca programlanmayacak, televizyonlarca izlenmeyecek ve alışveriş marketleri tarafından satın alınmayacak.

Televizyon, ailenin en önemli ferdi olmaktan vazgeçecek, ütü ya da çamaşır makinesi muamelesi görecek.

Çalışmak için yaşanmayacak, yaşamak için çalışılacak. Yaşam, çalışıyormuşçasına yaşanmayacak. Dostluklar, kucaklaşmalar, öpmeler, dokunmalar mesai sonralarına ertelenmeyecek.

Hiçbir hastalık ölümcül olarak adlandırılmayacak, zira yaşam, ölüm(lü)dür.

İktisatçılar tüketim kabiliyeti ve sahip olunan eşyaların çokluğuyla yaşam kalitesini karıştırmayacak.

Tarihçiler, ülkelerin işgâl edilmekten memnuniyet duyduğuna inanmayacak ve inandırmayacak.

Politikacılar, baldırıçıplakların, ayaktakımının, yeryüzünün lanetlilerinin vaat yemekten hoşlandığına inanmayacak ve inandırmayacak.

Aşçılar, ıstakozların henüz canı bedenindeyken haşlanmaktan memnuniyet duyduğuna inanmayacak ve inandırmayacak.

Sokak çocuklarına süprüntü muamelesi yapılmayacak, zira sokak çocukları olmayacak.

Zengin çocuklarına para ve mücevher muamelesi yapılmayacak, zira zengin çocukları olmayacak.

Askerlik yapmak istemeyen çocuklar tutuklanmayacak, aksine askerlik yapmak isteyenler tutuklanacak.

Eğitim, onu satın alanların imtiyazı, polis de onu satın alamayanların belası olmayacak.

Ahmaklık kabahati, ceza kanunlarına dâhil edilecek.

Sahip olmak, kazanmak, biriktirmek için yaşamak yerine, nasıl ki kuşlar şarkı söylediğini bilmeksizin ezgilerini terennüm ediyorsa ya da çocuklar oyun oynadığının farkında olmaksızın oynuyorsa, işte tam da öyle yaşamak adına ve uğruna yaşanacak.

Dünyanın hiçbir ülkesinde çalışmayı (hizmet etmeyi) reddeden hiçbir çocuk hapsedilmeyecek.

Ciddiyet, bir erdem olduğuna inanmaktan vazgeçecek, kendisiyle dalga geçmeyi beceremeyen hiç kimse ciddiye alınmayacak.

Ölüm ve para büyülü güçlerini yitirecek ve ne ölüm ne de servet bir alçağı erdemli bir şövalyeye, beyefendiye dönüştürebilecek.

Hiç kimse kendi menfaatine uygun olanı yapmak yerine doğru, etik, akli, vicdani olduğuna inandığını yaptığı için kahraman ya da ahmak olarak görülmeyecek

Ne gıda bir meta olacak ne de iletişim bir sektört, zira gıda ve iletişim temel insan haklarıdır.

Hiç kimse açlıktan ölmeyecek, çünkü hiç kimse hazımsızlıktan ölmeyecek.

Kitle iletişim araçları ve kitlesel eğitim, kitle imha silahı gibi kullanılmayacak.

Adalet ve özgürlük, bu ayrı yaşamaya mahkûm edilmiş siyam ikizleri tekrar bir araya gelecek, sırt sırta verecek, kucaklaşacak, yekvücut olacak.

Arjantin'deki Plazo de Mayo halkı/kadınları/anneleri ruh sağlığının timsali addedilecekler; çünkü onlar, zorunlu amnesia (hafıza kaybı, unutkanlık) zamanlarında unutmayı reddettiler ve unutulanları hatırlattılar.

Kutsal Anne Kilisesi, Musa'nın on emir levhasındaki kimi yanılgıları düzeltecek ve insanlara sevişmenin lezzetini yasaklayan altıncı madde şöyle buyuracak: Bedenini kutla ve kutsa! Arzuları hor gören dokuzuncu emir, arzuların doğallığını teslim edecek ve kilise, Tanrı'nın unuttuğu bir başka buyruğu emredecek: Bir parçası olduğunuz Doğa'yı seveceksiniz! Zira siz, O'na aitsiniz!

Yeryüzünün ve ruhun çölleri yeniden ormanlaşacak.

Umutsuzlar ümit edecek, yitirilenler bulunacak; çünkü onlar nice beklemekten umutsuzdu ve yine onlar onca aramaktan kaybetmişlerdi.

Her nerede doğmuş ve her ne vakit yaşamış olursa olsun, haritaların ve zamanın sınırlarına zerrece önem vermeksizin adalet ve güzellik isteği duyan herkes birbirinin çağdaşı ve yurttaşı olacak.

Kara tenli bir kadın Brezilya başkanı olacak, bir başka siyahî kadın ABD başkanı olabilecek, Hintli bir kadın Guatemala'yı yönetebilecek, bir başka ulustan bir başka kadın da Peru'yu.

Dünya yoksullarla, "hiçbir şeye sahip olamamanın huzuru bile kendilerinden esirgenenlerle" değil yoksullukla mücadele edecek.

Muhteris erkekler kazanamayacak; coşkun, taşkın kadınlar hafifmeşreplikle, şuhlukla itham edilmeyecek.

Kusursuzluk Tanrı'nın kusurlu ve sıkıcı bir ayrıcalığı olarak kalacak ve şu kahırlı, kahrolası, savruk ve sakar dünyada her gece sanki son gece, her gün sanki ilk günmüşçesine yaşanacak.

OTRA MUNDO ES POSİBLE!

BAŞKA TÜRLÜ BİR DÜNYA MÜMKÜN!

Editör: Haber Merkezi