APÊ MUSA DAVASI, ZAMAN AŞIMI VE ÖTESİ![*]

TEMEL DEMİRER

“Pereat mundus, fiat justitia.”[1]

“Adaletsizlik ve cezasızlık”ın[2] “Demokles’in Kılıncı” gibi üzerimizde sallandığı tabloda, “Hepimiz her şeyden sorumluyuz,” diyerek bizleri toplumsal ve siyasal olaylardaki payımızı sorgulamaya çağıran Fyodor Dostoyevski; XVI. yüzyılda “Sessizlik aptalların erdemidir,” diye haykıran Francis Bacon; XX. yüzyılda “Beni kötülerin zulmü değil, iyilerin sessizliği korkutuyor,” diyen Martin Luther King sonuna kadar haklı…

Tıpkı José Saramago’nun, “Kimi durumlar vardır ki hüküm suçtan önce yazılmıştır,” vurgusu ile “Bana yapılanların kimselere yapılmaması gerektiğini yazıyordur kitaplarınız, öyle değil mi?”[3] sorusunun bir kez daha ‘Apê’ Musa davasının işaret ettiği gibi…

Gerçekten de Yaşar Kemal’in, “Benim ki belki de bir tuhaf inanç. Ben, hiçbir insanın, gözlerini kan bürümüş de olsa, işkenceci de olsa, yüzlerce insanın katili de olsa, Musa Anter gibilerine kıyabileceğine inanamazdım,” ifadesindeki netlikteydi her şey…

* * * * *

Ayşe Hür’ün ifadesiyle, “… ‘Apê’ Musa Anter, Kürt milliyetçiliğinin sembol isimlerinden biriydi. ‘Apê’, Kürtçede, ‘amca’ demek. Kürtler bu ifadeyi, saydıkları ve sevdikleri kişiler için kullanıyor. Musa Anter, gazeteciydi, tarihçiydi, dengbejdi, bilgeydi.

1960’lardan beri kendisini yakından tanıyan Arslan Kılıç’a göre Musa Anter ‘Ender rastlanan renklilikte bir kişiliğe sahipti. Dost ve arkadaş canlısıydı. Sofrası gibi gönlü de genç-yaşlı, cahil-hâkim, Türk-Kürt herkese açıktı. Kıvrak zekâlı ve hazırcevaptı. En ciddi konuları bile, kıvrak zekâsının ürünü olan mizahının imbiğinden süzdüğü öykü ve masallarla süsleyerek anlatırdı. Bu tarz, kendisini ve meramını karşısındakine en kavratıcı şekilde iletmesini sağlıyordu. Yine bu tarz onun, gazeteciliğin günlük fıkra yazarlığı dalında ilgiyle izlenen bir yazar olmasını sağlamıştı. Terbiyeli, ince ve zevk sahibi bir insandı. Ama yeri gelince, en okkalı küfürleri savurmaktan çekinmezdi. Ama bu durum onda hiçbir zaman bir çiğlik ve kabalık olarak görünmezdi. Toplam olarak bakıldığında Musa Anter, Türkiye’nin ihtiyacı olan bir aydındı. Türkiye’nin düşünce ve kültür hayatına, birikiminden, kültüründen ve yeteneklerinden çok şey katacak bir aydındı. Türkiye’nin siyasi yaşamına kalite katacak bir siyasi deneyim ve tarih birikimine sahipti. Maalesef Türkiye’yi yönetenler, önce Cumhuriyetin kireçlenme yıllarının dar kafalılıkları, sonra da Atlantik sistemine bağlanmanın yarattığı gericilik nedeniyle, birçok değerli aydın gibi Musa Anter’in de değerini anlamadı. Ona kıyıcı davrandı. En sonunda alçakça bir Gladyo tuzağı ile öldürülmesi, bu kıyıcılığın zirvesini oluşturdu…’

20 Eylül 1992’de de Diyarbakır’da JİTEM ajanları tarafından tuzağa düşürüldü ve kurşunlanarak öldürüldü. Öldürüldüğünde 74 yaşındaydı. Yanında, yeğeni Orhan Miroğlu da vardı. O gece yaşananları ilk olarak, olaydan yaralı olarak kurtulan Miroğlu’ndan duyduk. Yıllar sonra Musa Anter’in kızı, İsveç’te, babasının katillerinden biri olan eski PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan’la görüştü ve cinayetin ayrıntılarını, arkasındaki güçleri daha iyi öğrendik.

Öğrendik ama sonuç ne oldu derseniz, Aygan’ın sözünü ettiği JİTEM’cilerden Veli Küçük, Levent Ersöz, Arif Doğan ve Atilla Uğur, Ergenekon davasından ceza aldı. Ancak devlet bugüne dek JİTEM’in varlığını kabul etmediği gibi aynen Hrant Dink cinayetinde olduğu gibi Musa Anter’le ilgili iddiaları duymazdan geldi.”[4]

* * * * *

Musa Anter’in katledilmesine devletin en yüksek, en derin katlarında karar verildi. Köylerin yakıldığı, insanların Botaş’ın asit kuyularına atıldığı, günü birlik Kürt insanının sokak ortasında vurulduğu günlerdi. Yine de insanların Kürt siyasetinden uzak durmaları, korkmaları, sinmeleri sağlanamıyorlardı. Bu yüzden büyük bir cinayet ihtiyaçları vardı. Anter’in Kürt siyaseti ve Kürt toplumu içindeki ağırlığı hesaba katılarak, Kürtlerin ‘Apê Musa’sını katletmeye karar verdiler.[5]

Davanın avukatı Selim Okçuoğlu’nun, “devletin illegal yapılarının korunduğunu” ifade ettiği yargı sürecinde; JİTEM Ana Davası ve 1993 “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım’ın öldürdüğü Ayten Öztürk davasıyla birleştirilen Anter davası zaman aşımına mahkûm edildi!

Bu tesadüfi bir hâl değil. Malum coğrafyamızda siyasi dava dosyalarının zaman aşımına uğratılması vaka-ı adiye iken; Türkiye’de insan hakları alanındaki en kronik hastalıklardan birisi de cezasızlıktır. Bu bağlamda “zaman aşımı” Türkiye’de yargı eliyle uygulanan adaletsizliktir.

Özellikle “Faili (belli) Meçhul” adıyla açılan davaların birçoğu sürüncemede bırakılıp, zaman aşımı kararıyla kapatılırken; Musa Anter’in katledilmesine ilişkin sorumluların tespit edilmesini sağlayacak etkin bir soruşturma da yürütülmedi.

JİTEM tetikçisi bizzat itiraf etti ama deliller kullanılmadı. Anter’in ailesi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurdu. AİHM, “Yaşam hakkının hem maddi hem de usul açısından ihlal edildiğine” karar verdi. AİHM kararında ayrıca, olayın ardından ortaya çıkan ve Anter’in öldürülmesiyle doğrudan ilgisi olan, Meclis’in 1998 tarihli “Susurluk raporu” gibi bazı önemli delillerin de yetkililer tarafından kullanılmadığını tespit etti.[6]

* * * * *

Evet, ‘Apê’ Musa davası egemenlerin zaman aşımı labirentine mahkûm edilmek istenirken; zaman aşımının, insanlığa karşı işlenmiş suçların aydınlatılması için gerekli soruşturma ve cezalandırma sürecinin ortadan kalkması anlamı taşıdığı, hemen herkesin bilgisi dahilindedir.

Zaman aşımı uluslararası hukuk çerçevesinde ilk kez Nuremberg Mahkemesi ile, ardından Yugoslavya, Ruanda, Tokyo mahkemeleriyle konu olmuş, son olarak Roma Statüsü’nde tanımlanmıştır. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Sözleşmeleri ile ilkeselleşmiştir.

Zaman aşımının, insanlığa karşı suçlar için uygulanmaması yönünde ‘Amerikalar Arası İnsan Hakları Mahkemesi’ (AAİHM) ile AİHM’nin birçok kararı mevcuttur. Yargısız infazların, işkencelerin, gözaltında kayıpların en yoğun yaşandığı cunta rejimlerinde, Latin Amerika ülkelerinde bile cezasızlığı önlemek için adım atılabilmiş, hatta geriye dönük yargılama sağlanabilmiş ve hukuk işletilebilmiştir…

Ancak ne acıdır ki, 12 Eylül dönemi işkencecilerinin yargılanmayışıyla İlhan Erdost cinayetine ait dosya 2016’da zaman aşımına uğradı.

2012’de zaman aşımına uğratılan Sivas Katliamı davası Anayasa Mahkemesi’nde 10 yıldır karar bekliyor. Bu AYM’de en uzun bekleyen dosyadır. AİHM yolu açılmasın diye bekleyen bu dosya 2023’de firari sanıklar bakımından 30 yılın dolmasıyla devam eden son davanın da zaman aşımı ile kapatılması için de emsal teşkil ediyorken; adil yargılama süresini çoktan aşan davanın hüküm giymiş katili devletin en üstünde bulunan tek kişilik karar odağının hukuksuz talimatıyla serbest bırakıldı.

Ayrıca Musa Anter Cinayeti davasında İsveç’te yaşayan sanık Abdülkadir Aygan’ın ifadesi her nasılsa yıllardır alınamıyordu. Tıpkı Sivas Katliamı’nın Almanya’da yaşayan adresi belli sanıklarının kırmızı bültenle aranıp bulunamayışı gibi![7]

2013’te başlayan Musa Anter davası 2014 yılında JİTEM Ana Dosyası’yla birleştirildi. Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım tarafından kaçırılarak işkenceyle öldürülen Ayten Öztürk davasının da Anter-JİTEM davasıyla birleştirilmesiyle yıllardır tek bir arpa boyu yol almayan davalar kalabalık ve içinden çıkılmaz çuvallarca yazışmayla kalabalıklaştırıldı. 2012’de tutuklanan Hamit Yıldırım, 2017 yılında tahliye edildi. Musa Anter davası da kapatıldı.

* * * * *

Bu hukuk(suzluk) yeni bir şey değil ve durmadan yinelenirken; Mahatma Gandi’nin, “Her haksızlık şiddettir!”; Henrik Ibsen’in, “Çoğunluk güçlüdür ama her zaman haklı değildir... Azınlık her zaman haklıdır”; Aristoteles’in, “Yasaların egemen olmadığı yerde mantar gibi demagog biter!”; Jonathan Swift’in, “Yasalar örümcek ağlarına benzer; küçük sinekleri yakalar, yabanarılarına ve eşekarılarına geçit verir”; Can Yücel’in “Kanun çalacağız diye çıkıp orta yere/ Kanunu çaldılar yere,” sözlerini anımsamamak mümkün mü?

Bu kadar da değil!

Yargıçlar Sendikası Başkanı Ayşe Sarısu’nun, “Araçsallaştırılmış bir yargı ile hukuk devleti, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı sağlanamaz,”[8] saptamasını da “es” geçmek mümkün değildir.

2017’de ‘Dünya Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 113 ülke arasında 101’nci sırada yer alan Türkiye[9] AİHM’in 2020 raporuna göre, 2019’da en çok mahkûm edilen ülke Rusya’nın ardından, ikinci sırada geldi. Türkiye 2019’da olduğu gibi 2020’de ifade ve düşünce özgürlüğünün en çok ihlâl edildiği Avrupa ülkesi oldu.[10]

Yine ‘Uluslararası Af Örgütü’nün tüm dünyada insan hakları durumunu değerlendiren 2020 raporuna göre, Türkiye’de en acil ihtiyacın yargı bağımsızlığı olduğu belirtilirken;[11] eski AİHM Yargıcı Rıza Türmen, “Hukuk, muhalifleri cezalandırma aracı oldu,”[12] dedi.

Ayrıca ‘Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilâtı’nın (OECD) raporuna göre, 10 yılda 36 ülke içinde Türkiye adalete güvenin ve eğitimden memnuniyetin en hızlı azaldığı ülke olduğuna dikkat çekerken;[13] KONDA’ya göre toplumun yüzde 69’u adalete güvenmiyor, yüzde 72’si ise insanların haksız yere tutuklandığını düşünüyor.[14]

Ve ‘Yöneylem Sosyal Araştırmalar Merkezi’ne göre, ülkedeki hukuk devletinin işleyişinden memnun olmayanların oranı yüzde 52.6…[15]

Burada durup Montesquieu’nun, “Bir rejim, halkın adalete inanmadığı noktaya gelmişse o rejim mahkûm olmuştur,” saptamasını aktarmadan geçmeyelim…

Evet böyle bir noktaya gelindi! “Yargı Bağımsızlığı ve Yargıya Güven” konusunda yapılan anketler en az güvenilen kurum olarak yargıyı, adalet mekanizmasını gösteriyor. Güvenmeyenlerin oranı her geçen gün yükseliyor. Yargıya bu derece güvensizliğin asıl sebebi yargının siyasallaşması ve siyasetin emrine girmesi…

* * * * *

‘Yargıçlar Sendikası’ Genel Sekreteri Enver Kumbasar, “Yargı nereye gidiyor?”[16] sorusunu dillendirirken; “Yargı esas duruşta”;[17] “Yargının iktidarın sopası olmamalı”;[18] “Türkiye’de bugün yargı bağımsız değildir,”[19] yanıtları dört bir yandan yükseliyor.

Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) verilerine göre, 82 baroya kayıtlı toplam 160 bin 651 avukatın hemen hepsinin başta yargının siyasallaşması gibi çok sayıda sorunu bulunuyorken;[20] İstanbul Baro Başkanı Mehmet Durakoğlu’nun, “Bağımsız yargı yok”;[21] Emre Kongar’ın, “Müzminleşen yargı sorunları”;[22] Eski Ankara Barosu Başkanı Sema Aksoy’un, “Siyasetin hukuka, hukukun evrensel kurallara ve uygulayıcının da hukuka ve vicdana bağlı olması esastır”;[23] İdare Hukukçusu Prof. Dr. Metin Günday’ın, “Adalete olan güven zedeleniyor… Hukuksuzluk normalleşiyor,”[24] saptamalarının altını ısrarla çizip hatırla(t)mak gerek…[25]

* * * * *

Sözünü ettiğim tabloda Apê Musa’nın davasının “Zaman Aşımı” oyununa kurban edilme girişimi, elbette nafiledir; Hüseyin Aykol’un ifadesiyle, “Bizim için dava bitmedi”![26]

V. İ. Lenin’in, “Mahkeme bir iktidar organıdır; liberaller bunu bazen unutuyorlar, ama bir Marksist’in bunu unutması suçtur,” uyarısı eşliğinde; Epiktetos’un, “Kaçarak kurtulsaydı o yine Sokrates olur muydu?”[27] saptamasını -Apê Musa gibi- unutmayacağız…

Apê Musa dedim; o hâlâ bizimle; bizimle kalacak…[28]

Malum “Ölüm, ölümsüzlüğün başlangıcıdır.”[29] “İnsan susarak da bir şeyler söyleyebilir.”[30]

Son sözler de “Bil ki yaşadıklarınla değil, yaşattıklarınla anılırsın ve unutma; ne yaşattıysan elbet bir gün aynısını yaşarsın,” diyen Lev Tolstoy ile “Şan, ölülerin güneşidir,” ifadesiyle Honoré de Balzac’tan…

Tüm bunlar Apê Musa’nın ta kendisi değil ise nedir?!

23 Ekim 2022 15:16:51, İstanbul.

N O T L A R

[*] Kaldıraç, No:256, Kasım 2022…

[1] “Dünya yıkılsa bile adalet yerine gelsin”.

[2] Zemo Ağgöz, “Adaletsizlik ve Cezasızlık”, Yeni Yaşam, 20 Temmuz 2022, s.8.

[3] Nikolay Gavriloviç Çernişevskiy, Nasıl Yapmalı?, çev: Aycan Özüpek, Dorilan Yay., 2016, s.42.

[4] Ayşe Hür, “Öfkesiz Kürt: ‘Apê’ Musa Anter, Radikal, 22 Eylül 2013, s.11.

[5] Hüseyin Kalkan, “Anter: Zamanaşımı İnsanlık Suçudur”, Yeni Yaşam, 13 Eylül 2022, s.9.

[6] Hicri İzgören, “Yargı Eliyle Uygulanan Cezasızlık: Zaman Aşımı”, Yeni Yaşam, 23 Haziran 2022, s.11.

[7] Zeynep Altıok Akatlı, “Musa Anter Davası ve Zamanaşımı”, Birgün, 15 Eylül 2022, s.7.

[8] Kayhan Ayhan, “Yargı Bağımsızlığı Artık Sağlanmalı”, Birgün, 2 Eylül 2022, s.7.

[9] “AKP’nin İnsan Hakları Karnesi: İnsan Haklarından Sınıfı Geçemedi”, Birgün, 18 Mayıs 2018, s.7.

[10] “AİHM’in 2020 Raporu: Türkiye Düşünce ve İfade Özgürlüğünün En Çok İhlâl Edildiği Avrupa Ülkesi”, 29 Ocak 2021… https://www.gazetepatika13.com/aihmin-2020-raporu-turkiye-dusunce-ve-ifade-ozgurlugunun-en-cok-ihlâl-edildigi-avrupa-ulkesi-82705.html

[11] “Af Örgütü: Türkiye’de En Acil İhtiyaç Yargı Bağımsızlığı”, 7 Nisan 2021… https://www.avrupademokrat.com/af-orgutu-turkiyede-en-acil-ihtiyac-yargi-bagimsizligi/

[12] “Rıza Türmen: Türkiye’de Hukuk, Muhalifleri Cezalandırmak İçin Kullanılan Bir Araç Hâline Gelmiştir”, 6 Nisan 2021… https://yenisoluk.com/riza-turmen-hukuk-muhalifleri-cezalandirma-araci-oldu

[13] “OECD Raporu: Türkiye, 36 Ülke İçinde Adalete Güvenin ve Eğitimden Memnuniyetin En Hızlı Azaldığı Ülke”, 25 Temmuz 2021… https://t24.com.tr/haber/oecd-raporu-turkiye-36-ulke-icinde-adalete-guvenin-ve-egitimden-memnuniyetin-en-hizli-azaldigi-ulke,967833

[14] “Araştırma: Toplumun yüzde 69’u, Kürtlerin Yüzde 85’i Adalete Güvenmiyor”, 7 Ekim 2021… https://ahvalnews-com.cdn.ampproject.org/c/s/ahvalnews.com/tr/adalet/arastirma-toplumun-yuzde-69u-kurtlerin-yuzde-85i-adalete-guvenmiyor

[15] “Türkiye’de ‘Hukuk Devletinin’ İşleyişinden Memnun Olmayanların Oranı Yüzde 50’yi Aştı”, 29 Ocak 2022… https://www.avrupademokrat.com/turkiyede-hukuk-devletinin-isleyisinden-memnun-olmayanlarin-orani-yuzde-50yi-asti/

[16] Enver Kumbasar, “Yargı Nereye Gidiyor?”, Cumhuriyet, 9 Nisan 2021, s.2.

[17] “CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu: Yargı Esas Duruşta”, Cumhuriyet, 7 Nisan 2021, s.5.

[18] Emre Kongar, “Yargı, İktidarın Sopası Olmamalıdır!”, Cumhuriyet, 6 Haziran 2021, s.2.

[19] Mehmet Ruşen Gültekin, Ak-Yargı, Kırmızı Kedi Yayınevi., 2021

[20] Sefa Uyar, “Avukatlar 5 Nisan’ı Kutlayamıyor”, Cumhuriyet, 5 Nisan 2022, s.8.

[21] Zehra Özdilek, “Baro Başkanı Mehmet Durakoğlu: Bağımsız Yargı Yok”, Cumhuriyet, 19 Şubat 2022, s.8.

[22] Emre Kongar, “Müzminleşen Yargı Sorunları”, Cumhuriyet, 15 Ağustos 2021, s.2.

[23] Sema Aksoy, “Peşinen Taraf Olmak”, Cumhuriyet, 10 Nisan 2021, s.2.

[24] Bilge Sarıhan, “Hukuksuzluk Normalleşiyor”, Birgün, 27 Ağustos 2021, s.8.

[25] “Türk yargısının ıslahının mümkün olduğunu savunmak ‘ölünün dirileceğine’ iman gibidir.” (Selçuk Kozağaçlı, “Yargı Re-formu”… https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2019/06/25/yargi-re-formu/)

[26] “Apê Musa Davasında ‘Zaman Aşımı’ Oyunu: Bizim İçin Bitmedi”, Yeni Yaşam, 16 Eylül 2022, s.5.

[27] Epiktetos, Enkheiridion, çev: C. Cengiz Çevik, İş Bankası Yay., 2020

[28] “Ölüm dediğin ‘şimdi’ var olandan ‘şimdi’ var olmayana değişimdir, var olmaktan var olmamaya değil. Var olmaya devam edeceksin, ama başka bir hâlde. Dünyanın sana nasıl ihtiyacı varsa öyle. Zira sen seçtiğin bir zamanda da doğmadın zaten, dünyanın sana ihtiyacı olduğu bir zamanda doğdun.” (Epiktetos)

[29] Maximilien de Robespierre, Ayaklar Baş Olunca (Jakoben Söylevler), çev: İlhan Erman, İlkeriş Yay., 2008, s.150.

[30] Umberto Eco, Gülün Adı, çev: Şadan Karadeniz, Can Yay., 1985, s.445.

Editör: Haber Merkezi