Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu/Stefan ZWEIG-Kitap Tanıtımı


Köprüleri yıkılmış bir kalp; korsan gemisinde kapana kısılmış, gözleri ve elleri siyah bir kuşakla arkadan bağlanan, direkte yürüyen bir kadının kardeşidir. Lakin o köprüde yüzlerce kere yıkılanların ve tekrar ayaklananların “Elbet”leri vardır. Dünleri geri bırakacak, yarınları, bu huysuz mutsuzluğu camdan aşağı fırlatacakları sabrı ve gücü. Var olmuşlardır ve bu bile başlı başına yaşamaktır. Peki Bir bağ kurmak için çabalayan ama ömrü boyunca bay R’ler adına görünmez bir hayatı yaşayanların, hiçbir zaman köprüsü olmayanların? Onların nesi vardır? İçsel bir düşüşün hep düşmüş olmanın fiziksel bir ölüme yansımasından başka?

Bayan bilinmeyen, ismiyle dahi hikâyesinde var olamayan kadın; Viyana’nın varoş bir mahallesinde; ailesine, tüketimin son halkasıymış gibi bakılarak, elinde az sayıda olan kitapları, gözünde maddi yetersizlikleri ve yüreğindeki baba yoksunluğu ile büyür. Gelişimi esnasında sürekli okuduğu kitapların sahibi bir yazarın, evinin karşısına taşınacağını öğrendikten sonra aşk dehlizine ilk adımını atar. Aşkın ilk halkasını elinde taşımaya başlar ve çocuksu bir merak kalbini esir alır. Bay R’nin nasıl göründüğünden nasıl davrandığına, onun tüm hayatını bilemeden ama fazlaca bilmek isteyerek kurar tüm hayallerini. Büyür. Tüm imkânsızlıkların kıyısına geldiğinde ise “Senden rica ediyorum beni dinleyeceğin bu çeyrek saat yüzünden yorulma, çünkü ben seni bütün bir hayat boyunca sevmekten yorulmadım.” diyerek umutsuzlukla söndürdüğü hayatına rağmen, aşka olan tüm mücadelesini tek bir cümle ile Bay R’ye adar.

Buna karşın Bay R; zengin bir hayatı olan, geçimini yazar olarak sağlayan, herkesin saygıyla baktığı ve kadınların aklından çıkmayan “yalnızca kolay, oyun gibi ve ağırlıktan yoksun olanı” seven, “bir kadere müdahale etmekten korkan” ve kimseyi hatırlamayan adamdır. Kolayca dikilen gömleklerinin cebinde, sadece göstermelik bir samimiyete yer vardır. Gülüşüyle kadınların bedenini soyan, insanları çalakalem etkilemesine karşın, gerçek sevgiye dair bir sorumluluk taşıyamaz.

Çocukluk rüyalarından, son nefesine kadar yalnızca birine sadık kalmış, geri kalan herkesi hem bedeni hem de yüreğiyle aldatmış, bilinmeyen bir kadın. Kendini sürekli R’ye tutkusuyla tanıtan bir kadın, kendini tanıttığı her gecenin sabahı, kahvaltıda gözlerini onun gözlerine dikerek, minicik bir retina parıltısı bekler. Bir şeyleri hatırlamasını umar. R’de var olmaya uğraşır, ama her seferinde onun gözünde sıradan bir geceye koyuluşunu hissetmesinin ardından, tepkisiz haykırışları, yaşadığı acı ama tutkulu, mutlu ama isyankâr hallerini işliyor bu sefer Zweig, yazdığı 62 sayfalık başı ve sonu iç parçalayan, bir kadının mektuplarından oluşmuş romanında.

Aşk takıntıya dönüşür ve takıntı her göz göze gelişte tekrar aşkı doğurur. Gizli bir aşk meyvesi fakir bir hastanenin odasında gözlerini aralar. Hiçlik, varlıkla olduğu için, yasak meyve; yarı hiçlik yarı da varlık haliyle doğar. Bay R’nin asla, “bilincinde olmadığı sevecenliğin çocuğu” bayan bilinmeyenin rahmine filizlenir, fakat “Yarısı Bilinmeyen Çocuk”, çaresizce haykıran satırların daha en başında, hastalığa yakalanıp ölecektir.

Bilinmeyen bir kadının mektubu hiçlik ve hiç olmuşluğun, soyutlanmışlığın, bir âşık için fani dünyadaki dışavurumudur. Görünmez bir pelerini bir türlü üstünden atamayan kadının, kendi peleriniyle kendini boğmasıdır. Hiçliğin hiçlikle hayat kavgası ve varlığa kırgınlığıdır. Suskunluğun ve susmuş olanın altındaki gerçeği, kadın ve anne olmanın derin psikolojisini, umutsuz bir aşkın başından sonuna kadar tüm sarsıntılı evrelerini ortaya koyar. Tüm kadınların kopmuş, yıkılmış hatta hiç bağı olmayan köprülerine bile umut olmuşluğuyla içimizi ısıtan erkek bir yazar olması, Stefan Zweig’i her daim okunmaya değer kılıyor.

( Kaynak: İzel FENERCİ-  https://bikonusalimmi.com/ )
Editör: Haber Merkezi