KORKU

“Bir gün bir bostan korkuluğuna dedim ki,”Bu ıssız tarlada dikilmekten yorulmuş olmalısın.”

Ve o dedi ki,”Korkutmanın zevki derin ve anlamlı ve beni hiç yormuyor.”

Bir an düşündükten sonra dedim ki,”Bu doğru;çünkü ben de o zevki biliyorum.”

Dedi ki,” Bunu sadece içi samanla dolu olanlar bilir.”

Bunun üzerine beni yücelttiğini mi, yoksa küçümsediğini mi anlamadan yanından ayrıldım. Bir yıl geçti, o bir yıl boyunca korkuluk bir filozofa dönüşmüştü. Ve tekrar yanından geçtiğimde iki karganın şapkasının altına yuva yaptığını gördüm.” Korkuyu ve korkutmayı böyle anlatmış filozof- yazar Halil Cibran

Toplumları mahveden en başat duygu işte bu; korku, hem ezenin hem de ezilenin. Sermaye sahibi, paranın-metanın verdiği güce tapınır ve onu kaybetmekten korkar. Bu korkuyla ezer sömürdüklerini. Parası ve gücü oranında da artar korkuları. Sömürmenin türlü türlü hallerini dener ve korkusunun büyüklüğü oranında acımasızdır . Sömürülen de kuru ekmeğini ve canını kaybetmekten korkar. Sömüren ve sömürülen arasındaki binlerce yıldır süren savaşta nedense cesaret, korku kadar bulaşıcı değil- değil ki zulüm son bulmuyor-Korku, toplumda kendine hemen karşılık bulabilirken cesaret ise sanki kedilerin yüreğinde, illaki bir köpek tarafından köşeye sıkıştırıldığında dürtüsel bir tepki gibi ortaya çıkıyor. Oysa cesaretin haklılığı çok daha fazlayken korku salgını hayatlarımızı mahvetmeye devam ediyor. Korku; toplumu tıpkı Covit19 gibi insanların yüreğine, ilişkilerine, alışkanlıklarına, kamu kurumlarına, anlayacağınız her yerde izole ve mesafeyi koruma şeklinde sardı dört yanımızı. İkili ilişkilerimizi bile…

Çocukluk yıllarımda, ailem ve komşularımızın Kürdçe konuştukları için askerlerin sevdiklerimi götürüp tutuklayacakları korkusuyla onları uyarmam, gizli gizli ağlamam korkunun trajik haliydi. Küçük bedenim ve yüreğime ağır gelen bu duygunun yani devlet ile korkunun eş anlam taşıması büyüklerimizin bize öğrettiği bir olguydu. Çünkü onlar biliyordu ve yaşamışlardı devlet eliyle yapılan katliamları. Korku ve itaate karşı gelenlerin hazin sonunu görmüşlerdi. Doğru bir eşleştirmeydi… Tıpkı Allah-korku ve sorgusuz sualsiz biat gibi... Büyüyünce anladık yüreklere salınıveren korkunun sebebini.

Sermaye ve güç paylaşımı anlaşmasında ortaya çıkan infialin yıl dönümündeyiz. Dede Korkut masallarını bize unutturan cesaret ve kahramanlık destanlarının yazıldığı günlere şahitlik ettik(!) F16 uçaklarına kafa atmalar, çatal- bıçak fırlatmalar,tank paletlerinin önüne yatanlar, korkudan ağlayan erleri dövme, linç etme ve boğaz keserek öldürmeler…Sadece birkaç saat süren darbe gösterisinden sonra 20 Temmuz sabahına devletin gerçek niyetleriyle uyandık. Devletin sermayeye tanıdığı talan, yağma ve çalma hak ile yetkilere itiraz eden ve yüksek sesle dile getirenler unutulmadı. Kurum idarecileri ve mülki amirler tarafından hazırlanan isim listeleri ile muhalifleri korkutma- sindirme çalışmaları başlamıştı. KHK’ler ile işinden ekmeğinden edilenler ilk şoku böyle yaşadı. Terörist ilan edilmiş olmaları onlar için öfke ve üzüntü sebebiydi ama; en yakın arkadaş ve akrabalarının onlara koyduğu sosyal mesafe ve tüm kurumlardan izole edilmeleri tam bir travmaydı.Toplumsal ya da kurumsal desteği bırak, kendi içlerinde dahi bir araya gelip bir güç oluşturamamaları korkunun iliklere kadar işlediğinin göstergesiydi. Oysa yüz otuz binden fazla insan işinden ihraç, bin yedi yüzden fazla dernek, vakıf, sendika ve federasyon kapatıldı. Buralara üyelerle birlikte milyon sayıları bulan insanlar birlik olamadı. Haksızlık ve hukuksuzluğa sessiz kalamayıp sokağa çıkan ve bağıran bir avuç insanın cesareti toplumsal muhalefeti canlandırmaya yetmedi. O yüzden her türlü ahlaksızlığı hukuksuzluğu, cehaleti ve adaletsizliği korkumuzdan yutar hale geldik. Ve bunun zevkini içi samanla dolu olanlara yaşatıyoruz.

Hapishaneler ihbarlar, itirafçılar ve liste hazırlayıcıların el birliğiyle sundukları isimlerle ve toplumsal muhalefeti canlandırabileceğini düşündükleri cesur insanlarla doldurdular. Korkana yok bir sözüm; lakin korkudan bir başkasının hayatıyla oynayan, duygularını istismar eden, yaşam hakkını elinden alan, korkutmanın derin zevkini yaşayanlarınki, korkaklıktan öte ahlak yetersizliği ve bozukluğudur. Toplumsal hafızamız, ilginç ve karmaşık biçimde hatırlamak ve unutmak arasında gidip gelerek oluşur. Yaşadığımız korku ve acılarla yüzleşip mücadele etmek yerine unutma eğiliminde olsa da korkuluğu filozofa çeviren cesur bilgeleri asla unutmuyor…