“CORONA”DAN SONRA HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK DENİYOR. SİZ NE DİYORSUNUZ ? Ötekilerin Gündemi Hamza Özkan Merhabalar, “Corona” virüsü nedeniyle tarihsel ve zorlu bir süreçten geçerken, toplum olarak, dünya olarak, tarif edilemeyecek bir alt üst oluşu yaşıyoruz. Filmlere, romanlara konu olan sahnelerin gerçekliği karşısında şaşkın, çaresiz, umutsuz olsak da, umudumuzu kaybetmemek için direniyoruz; direnmeliyiz de. İlkellikten bugüne gelen insanlık, doğanın en güçlü varlığı olsa da, bu harika teknolojiyle her şeye egemen olduğunun gösterisini yapsa da, öyle bir an geliyor ki doğal felaketler ve salgınlar karşısında savunmasız kalabiliyor. Farklı gezegenlere, koloniler kurma projeleri yapan insanlığın doğayı bu denli tahrip etmesi, akıl tutulmasıyla güç ve silahlanma yarışına girmesini, anlamakta zorlanıyor insan. Aklını kullanan, hümanizmden, demokrasiden söz eden çağdaş ülkelerin bir virüs karşısında nasıl bir felaket yaşadığına ve çaresiz kaldığına şahitlik ediyor, virüsün zengin ve yoksul dinlemediğini görüyoruz. Şu bir gerçek ki, bu krizde ekonomik olarak zayıf, alt yapısı kuvvetli olmayan ülkeler daha çok etkileneceklerdir. Bu süreçte komplo teorileri ve öngörüler birbiriyle çatışıyor. Bu acı ve felaket hepimizin! Ne ırk, ne dil ne de din ayrımı gözetmeksizin, insanlığın kenetlenmesi ya da uyanışına da neden olabilir. Bu sürece tanıklık ederken, çeşitli meslek gruplarına “Corona Virüsü” ile ilgili sorularımızı yönelttik. İktisatçı, 21.dönem İstanbul Milletvekili ve Anavatan Partisi eski Genel Başkanı. Dr. Nesrin NAS: Hepimizi dönüştürecektir bu salgın. İktisatçı, 21.dönem İstanbul Milletvekili ve Anavatan Partisi eski Genel Başkanı. Dr. Nesrin NAS - İnsanlığın ulaştığı bu teknoloji ve Modernitede, her şeye çözüm bulunurken bir virüsün dünyayı egemenliği altına almasını ve insanlığı alt üst etmesini nasıl yorumluyorsunuz? Haklısınız. 21. Yüzyılda, böyle bir bilgi ve teknolojik gelişimin olduğu bir dünyada, bizi Orta Çağ’daki gibi drokonian önlemler almaya iten bir virüs karşısında böyle çaresiz kalacağımız belki de en öngörmediğimiz şeydi. Ancak, teknoloji deyince dijital ve makina teknolojisi ile genetik ve biyolojik teknolojiyi ayırmak lazım. Hala beyin haritasını çıkaramadık. Halen 100 yıl önce keşfettiğimiz aşıları kullanıyoruz. Kuşkusuz genetik ve biyolojik teknolojide de çok ilerleme kaydettik. Ama dijital teknoloji ve makinalarda katettiğimiz yolun çok gerisindeyiz. Öte yandan bu salgın çok da beklenmedik değildi. Bilim insanları yıllardır pandemiye dönüşecek virüs salgınları ve süper bir bakteri konusunda bizleri uyarıyorlardı. Ne var ki, ekonomik büyüme saplantısı, kar güdüsü, zenginliğin tek başarı kriteri olarak yaygın kabulü hem bilim insanlarının sözlerine kulaklarımızı tıkamamıza yol açtı hem de teknoloji insanın doğaya egemen olma güdüsüne hizmet etti. Ormanları, akarsuları, denizleri yok ettikçe zoonatik virüslerle karşılaşma olasılığımız haliyle arttı. Dünyada hala evrimi reddeden oldukça kalabalık bir kitlenin olduğunu da yadsıyamayız. Evrimi reddeden bir düşünce yapısının biyolojik ve genetik innovasyonda geri kalması çok da anlaşılmaz değildir. Sadece iklim krizini küçümsememizin dahi insanlığı ne kadar büyük bir tehlikeye attığını şu son birkaç ay bize gösterdi. Bakın bu pandeminin ilk sonucu Çin’de karbon emisyonunun düşmesi oldu. Virüs Avrupa’ya ve Amerika’ya yayılınca tüm dünyada da aynı şey yaşandı. New York’ta karbondioksit oranı yarı yarıya azaldı. Venedik ve Melborne kanallarında balıklar tekrar görülmeye başladı. Bunu görüp deneyimleyen insanlara bundan sonra ‘iklim krizi’ palavradır demek pek kolay olmayacak. Tabii her zaman komploseverler, bilime ve evrime inanmayı reddeden radikal dini gruplar olacak... Wuhan, İtalya’da Lombardiya bölgesi ve New York’un virüsün merkezleri olması sürpriz değil. Üç yer de hava kirliliğinin çok yüksek olduğu yerler. Tüm felaketler zayıflıklarımızı bize gösteren ayna gibidir. Bu virüs de bize bunu gösterdi. Öncelikle devletlerin böyle bir salgını yönetecek donanımdan yoksun olduklarını, neo liberal yaklaşımın sadece gelir dağılımını çok eşitsiz kılmadığını, devlet dediğimiz rasyonel akıl organizasyonlarını da çok güçsüz bıraktığını gördük. Uzayı fethetmeye hazırlanırken, sağlık sistemlerinin çerden çöpten olduğunu anladık. Tabii ki kurumsal yapının, aklın yokluğu ve rasyonel aklı reddeden bir yönetim anlayışının rolü bu salgında açık. Üstelik Çin’in başta yaptığı tüm hatalara rağmen salgını nasıl durdurduğu ve İtalya’nın durumu ortadayken, biz dahil bunlardan ders çıkarmayı reddeden bir tutumun rolü de salgının pandemiye dönüşmesin de etkili oldu. Mesela Trump’ın sorunu küçümsemesi ile ABD bugün salgının yeni merkezi oldu. Bu global aptallık, virüsün mutasyonuna ve daha da güçlenmesine yol açtı. Bu da salgının uzunca bir süre dünyayı her konuda kilitleyebileceği anlamına geliyor. Bu salgında otoriter yönetimlerin salgının üzerini örtme çabaları ile tüm dünyaya ağır bedeller ödediklerine şahit olduk. Mesela Çin, değişik bir virüsle karşılaştık uyarısını yapan doktorları gözaltına almayıp, önlem alsaydı bugün virüsü yayılımı yüzde 90 daha az olacaktı. İlk uyarıdan bir hafta sonra önlem alsaydı virüs yüzde 65 daha az yayılacaktı. Yine de tarihteki diğer salgınlara göre çok daha iyi durumdayız. En azından virüsü tanıyoruz, nasıl yayıldığını biliyoruz, yayılma hızını düşürebiliyor ve bilgi ve deneyimlerimizi paylaşabiliyoruz. Veba salgını çıktığında geçtiği yerlerde nüfusun en az yarısını yok edene kadar kimse ne olduğunu anlamamıştı oysa. -Yaşanan bu yok oluş ve çöküş krizinde geleceğe nasıl bakıyorsunuz, bu ölümlerden sonra dünya yeniden mi şekillenecek, geleceğe dair düşünceleriniz nelerdir? -Bugünden yarını kestirmek pek mümkün değil, ama ister 2-3 ay ister 2 yıl sürsün, bu salgının hepimizin yaşamını, beklentilerini, alışkanlıklarını, politik tutumunu, iş yapma tarzını derinden etkileyeceği kesin. Hepimizi dönüştürecektir bu salgın. İnsanlar belirsizlikten hoşlanmaz. Riskleri bilmek ve ona göre ön almak isterler. Devlet dediğimiz organizmaya gücü veren de budur aslında. Bizim adımıza hesap yapmak, öngörmek ve önleyici tedbirler almak. Bizi yönetmesi için seçerek ya da itaat ederek yetki verdiğimiz güçlerin bu ve benzeri krizlerdeki tutumu, krizi yönetme ve yurttaşını koruma kapasitesi devlete güven duymamıza ya da tersine yol açar. Bu salgın yetkileri konusunda haris olan ama asla sorumluluk almayan, yükü ve bedel ödemeyi yurttaşlara bırakan iyi gün liderlerinin foyalarını da meydana çıkarmıştır. Bu liderlerin toplumla bir daha güven ilişkisi kurmaları çok zordur. Trump başta olmak üzere bu liderlerin tasfiye olduğunu görme ihtimalimiz yüksektir. Yurttaşlarıyla güven ilişkisini güçlendiren devletlerin hem salgını hem de salgın sonrası ortaya çıkacak ekonomik krizi daha iyi yöneteceğini söyleyebilirim. Ama en iyi yöneten ülkelerden biri olan Almanya’da bile sağlık sisteminin yetersizliği sorgulanacaktır. Şeffaf demokrasilerde halk edilgen olmayı muhtemelen reddedecek, doğa duyarlılığı artacak, iklim krizi çok daha ciddiye alınacak, üretim altyapısı ülkenin belli merkezlerinde toplanmak yerine ademi merkezi olacak ve tüm ülke sathına yayılacaktır. Yoksulluğu önleme politikaları ve temel vatandaşlık geliri gibi uygulamalar, herkesin sağlık sistemine bedava ulaşmasının temel hak olarak kabul edildiği güçlü sosyal devlet talebi bundan sonra çok daha fazla dillendirilecektir. Buna karşılık birçok ülkedeki siyasi karar alıcılar da, bu salgını önleyici müdahale tezinin arkasına saklanarak, daha otoriter ve bireyi bütünüyle denetleyen bir yapıya dönüştürmenin yollarını arayacaklardır. Bugün Batı demokrasilerinde yaşayan ve bunun nimetlerinden yararlanan insanlar bile Çin’in bireyin her adımını gözetleyen teknolojisinin bir çözüm olabileceğini konuşuyor. Kuşkusuz, bizim neslimizin karşılaştığı en büyük ve dönüştürücü kriz olduğu kadar, hızlı karar almamız gereken koşulları dayattığı için, biraz da hepimizin birer kobay olduğu günler bugünler. Alınan kararların ne kadar doğru olduğunu şu an bilmiyoruz, yaşayarak göreceğiz. Ancak, bizi nasıl bir dünyanın beklediği sorusunu tam da bugün sormamız, geleceği sorgulamamız ve daha iyi bir gelecek talep etmemiz gerekiyor. Çünkü bugünlerde alınacak kararlar ve bizim iktidarlara karşı tutumumuz geleceğimizi şekillendirecek. Bu nedenle, bize gerçeklerin, bilimsel olarak doğrulanmış bilginin söylenmesi için ısrarlı olmamız ve bizi yönetenlere sürekli hesap sorarak onları şeffaf olmaya zorlamamız gerekiyor. Bu bazı ülkelerde çok zor olsa da, korona salgını hurafelerin ve yalanların işe yaramadığını hepimize kanıtladığı gibi, zor kullanma araçlarına sahip olmanın avantajını kullanarak otoriterliğin dozunu her geçen gün artıran yönetimlerin zayıflığını da açığa çıkardı. Bu salgın tabii ki, bizi otomatik olarak akıllandırılmayacak. İnsanların aptallığını küçümsememek lazım. İlk şok atlatıldıktan sonra ulus devletlerin, global salgınlardan insanlığı geçmişte korumadığı gibi gelecekte de insanlığı koruyamayacağını daha iyi anlayacağız.. Dünya sağlık örgütü gibi küresel kurumları güçlendirmeden ve küresel bilgi ve deneyim paylaşmadan ülkeleri yüksek duvarların arkasına hapsederek virüslerle mücadele edilemeyeceğini de zaman içinde kavrayacağız. RESSAM HAMİT AYDIN DÜNYAYI YAŞANILIR HALE GETİRMENİN YOLU: EŞİTLİK, ADALET VE DOĞAYI KORUMAKTIR İnsanlığın ulaştığı bu teknoloji ve modernitede her şeye çözüm bulunurken bir virüsün dünyayı egemenliği altına almasını ve insanlığı alt üst etmesini nasıl yorumluyorsunuz? - Dünya tarihinde pek çok kriz insanlığı ciddi boyutlarda etkilemiştir. Siyasi, ekonomik, toplumsal birçok kriz gelip geçmiştir. Her kriz insanlıktan birçok şey aldığı gibi birçok konuda da önemli dersler vermiştir. Bazı krizler savaşlara, bazıları ekonomik buhranlara, bazıları da direkt olarak insanların sağlığının ciddi tahribata uğramasına ve milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuştur. Netice itibariyle her kriz insanlık için kimi sonuçlar oluşturarak son bulmuştur. Yani her kriz kaotik bir süreç oluşturduktan sonra son bulur. Neredeyse dünyanın tamamına sirayet eden korona virüs salgını ise oluşturduğu kriz ile dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş yepyeni bir süreç başlatmıştır. Evet, insanlığın teknolojinin her alanında geldiği aşama muazzam bir boyuttadır ve tüm bu müthiş gelişmelere rağmen ortaya çıkan bu salgına çözüm geliştirilemiyor olması virüsün tehlikesi konusunda bizi daha da düşündürmektedir. - Bu soru birçok bağlamda uzun uzadıya yorumlanabilir. Ama esas önemli olan husus şudur ki; uygarlık dediğimiz mekanizma ile beraber krizler hep olmuştur olacaktır. Devlet aygıtı kendini doymak bilmeyen iktidarların hırsıyla tahkim ettikçe toplumsal sorunlara ve krizlere sebep olmaya devam edecektir. İnsanı ve doğayı merkeze almayan sonu gelmeyen kentleşme, insan sağlığı dahil olmak üzere toplumsal tüm değerlerin ve modern dünya ekonomisinin çarkları arasında ezilmesi her zaman yeni krizlerle yüz yüze kalmanıza sebep olmaya devam edecektir. Modern dünyanın ve insanların yaşanabilir bir dünya yerine, insan sömürüsü ve doğa talanı üzerinden ulaştığı boyut artık tüm insanlığı tehdit boyutundan öteye geçmiş ve maalesef insanların hayatlarını kaybetmesine neden olmaktadır. Krizlere bilhassa sebep olan bu dünya düzeninin belki bu krizi atlatması mümkün olacaktır. Ancak insanların yaşamlarına her anlamıyla radikal ölçülerde etkisi olacaktır. Yaşanan bu yok oluş ve çöküş krizinde geleceğe nasıl bakıyorsunuz? Bu ölümlerden sonra dünya yeniden mi şekillenecek.? Geleceğe dair düşünceleriniz nelerdir.? Bu krizin dünya çapında büyük bir etki yarattığını görüyoruz. Üstelik krizin şu an oluşturduğu panik ve çaresizlik halinin nasıl bir boyuta varacağını kestirmek zor. Ancak bazı konularda şimdiden ciddi değişimler olacağını öngörmek mümkün. Modern dünyanın kalbi olan ekonominin ciddi anlamda sarsılacağı aşikar. Tamamen kar odaklı ve insan emeğinin sömürüsüne dayalı olan bu düzenin en çok yoksul kesimleri, emekçileri, işçileri etkileyeceğini söylemek gerek elbette. Mevcut düzenin ekonomik ayaklarını oluşturan ülkeler, elbette ciddi anlamda etkilenecek ama sonuç olarak bu krizde yine onlar ayakta kalacak. Yaşamın her alanında (sağlık, eğitim, sosyalite, ekonomi, sanat, siyaset..) ciddi dönüşümler olacaktır. Bu kriz adeta modern dünyanın yarattığı korkunç tahribatın bir cevabı gibi insanlığı düşünmeye de itecek. İnsanların bin yıllardır hergün yaşamlarının parçası olmuş her faaliyet değişime uğrayacak. Her sabah kalkıp işe gitmek, dönüşte çocuğuna sarılmak, beraber sinemaya gitmek, tiyatroya, konsere, tatile gitmek, tokalaşmak, sarılmak, öpüşmek ve daha birçok insani alışkanlığımız tamamen durmuş durumda. Ekonominin çarklarını döndüren her alan adeta donmuş vaziyette. Bu kriz bana Mary Shelly’nin Frankenstein romanındaki anlatıyı hatırlatıyor. Genç doktor Victor Frankenstein'in çeşitli uğraşlar sonucu yarattığı ucubenin bir canavara dönüşerek en son kendisi dahil olmak üzere tüm çevresindekileri hedef alması... İnsan bu kadar savaş, kimyasal yıkımlar, genetiği değiştirilmiş organizmalar, doğa üstünde yapılan korkunç tahribatları düşününce aslında bir canavarın esiri olduğumuzu görüyor. Sonuç olarak krizin uzun sürmesi ile yaratacağı sonuçlarla Newyork belediye başkanının kurduğu cümlede belirttiği gibi “Bildiğimiz dünyanın sonu “ gelecek. Kriz bittiğinde yepyeni bir sabaha uyanacağız. Esas önemli olan husus şudur: dünya tarihinde krizleri tetikleyen güç veya güçler kimlerdi? Nasıl sonuçlar doğurdu ve bu sonuçlar kimlere neler sağladı? Kimlerden neler götürdü? Bunların doğru cevabını bulmak ve kendini ona göre konumlandırmak. Bu yapıldığında şimdiki krizi daha iyi çözümlemek mümkün olacaktır. İnsanlık doğayla toplum arasındaki dengeyi sağlayamadığı müddetçe krizlerle boğuşmaya mahkum olacaktır. Dünyayı yaşanabilir halde tutmanın yolu ise insanlık adına mücadele eden tüm demokrasi güçlerinin ortak eylemsellikleri olacaktır Ressam Hamit Aydın Yarın, HDP İstanbul Milletvekili ve DİK Eş Sözcüsü Hüda Kaya ile HDP Tatvan eski ilçe Eş Başkanı Mustafa Özcan https://www.otekileringundemi.com/?p=54421 https://www.otekileringundemi.com/?p=54498 https://www.otekileringundemi.com/?p=54566 https://www.otekileringundemi.com/?p=54640 https://www.otekileringundemi.com/?p=54694 https://www.otekileringundemi.com/?p=54383