“CORONA”DAN SONRA HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK DENİYOR. SİZ NE DİYORSUNUZ ? Ötekilerin Gündemi Hamza Özkan Merhabalar, “Corona” virüsü nedeniyle tarihsel  ve zorlu bir süreçten geçerken, toplum olarak, dünya olarak,  tarif edilemeyecek bir alt üst oluşu yaşıyoruz.

 

“CORONA”DAN SONRA HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK DENİYOR. SİZ NE DİYORSUNUZ ?

Ötekilerin Gündemi

Hamza Özkan


Merhabalar, “Corona” virüsü nedeniyle tarihsel  ve zorlu bir süreçten geçerken, toplum olarak, dünya olarak,  tarif edilemeyecek bir alt üst oluşu yaşıyoruz. Filmlere, romanlara konu olan sahnelerin gerçekliği karşısında şaşkın, çaresiz, umutsuz olsak da, umudumuzu  kaybetmemek için direniyoruz; direnmeliyiz de.

İlkellikten bugüne gelen insanlık, doğanın en güçlü varlığı olsa da, bu  harika teknolojiyle her şeye egemen olduğunun gösterisini yapsa da, öyle bir an geliyor ki doğal felaketler ve salgınlar karşısında savunmasız kalabiliyor.

Farklı gezegenlere, koloniler kurma projeleri yapan insanlığın doğayı bu denli tahrip etmesi, akıl tutulmasıyla güç ve silahlanma yarışına girmesini,  anlamakta zorlanıyor insan.

Aklını kullanan, hümanizmden, demokrasiden söz eden çağdaş ülkelerin  bir virüs karşısında nasıl bir felaket yaşadığına ve çaresiz kaldığına şahitlik ediyor, virüsün zengin ve yoksul dinlemediğini görüyoruz. Şu bir gerçek ki, bu krizde ekonomik olarak zayıf, alt yapısı kuvvetli olmayan ülkeler  daha çok etkileneceklerdir. Bu süreçte komplo teorileri ve öngörüler birbiriyle çatışıyor. Bu acı ve felaket hepimizin! Ne ırk, ne dil ne de din ayrımı gözetmeksizin, insanlığın kenetlenmesi ya da uyanışına da neden olabilir.

Bu sürece tanıklık ederken, çeşitli meslek gruplarına “Corona Virüsü” ile ilgili sorularımızı yönelttik.

 

 

 

 

 

İnsanlığın ulaştığı bu teknoloji ve Modernitede, her şeye çözüm bulunurken bir virüsün dünyayı egemenliği altına almasını ve insanlığı alt üst etmesini nasıl yorumluyorsunuz?

 

 

VİRÜS: SİSTEMİN SALDIRISIDIR


Birinci sorunuzdan başlayayım. Aslında bugünkü teknolojinin ve onun siyasi üst yapısı modernitenin her şeyi çözdüğü iddiası doğru değil. Evet, corona virüs dünyayı kavurmaya başladığından bu yana bir yanılsama doğdu. İşler iyi gidiyordu da corona her şeyi bozdu! Bu bakış açısının yönlendirdiği fikirler mesela, virüsün herkesi tehdit ettiği ve sınıf, kast şu bu farkları doğrudan kaldırdığı gibi iddialar da ortalıkta dolaştı. 

Birinci iddiadan başlayalım. 2008’den beri, doğru adıyla kapitalist sistem içine düştüğü krizden çıkamıyordu. Finansal balonları patlıyor, faiz dengeleri bozuluyor, sistem piyasa değerleriyle oynuyor, yine de geçici nefes anları dışında bir şey yapamıyor ve bütün açıkları gidermek için tek yol olarak durmadan daha şiddetle çalışan emekçilerin ücret, maaş ve direnme güçlerine saldırmak. Yoğun işsizlik basıncı altında emek hem çok ucuzlatılmış, örgütsüzleştirilmiş çaresizlik ve yoksulluk katlarını hızla en dibe doğru aşıyordu. Dünyanın bir avuç tekeli dünya zenginliklerinin yüzde 80’ini yutuyor, nüfusun yüzde 80 ise 

Ve dahası çoğu zaten özelleştirilerek, parçalanmış, merkezlerden ucuz işgücü cennetlerine sürülmüş işletmelerle idare ediyorlardı. Bu cennetlerden biri Güney Kore ise diğeri Çin’di. Çin neredeyse bütün Batı tekellerinin ana üretim merkeziydi ve kapitalist pazarın sınıflara göre en kalitelisinden en ucuzuna her türlü mal üretimini gerçekleştiriyordu. Orada ve bütün Asya’da bütün üretimi gerçekleştiren işçilerin ücretleri yalnızca 2-3 dolar iken bir nike ayakkabısı 500 dolara satılabiliyordu. Gelir dağılımdaki adaletsizlik iyi huylu burjuvaları bile korkuturken büyük çoğunluğa yetersiz beslenme, sağlıklı su bulamamak, sağlıklı konut yoksunluğu olarak dönüyordu.

Kapitalist sistem çoktan gerçek bir tarım ve hayvancılık yolunu terk etmişti. Tavuklar çiftlik denen mezbahalarda suni yem, lamba ışığıyla yumurta ve civciv elde ediyor, keza sebzeler, seralarda yetiştiriliyor, her mevsim salatalık bulunabiliyordu. Denizler plastik yuvaları oluyor, petrol atıklarıyla ölümcül kirlenme yaşıyor, dereler lağım gibi akıyor, sanayi atıklarıyla zehirlenen insanlık en başta kanser türleriyle kitlesel maceralarını yaşıyordu. Yapay gübre, yapay tohum ile arazilerde tekellerin karları katlanırken üretilen bitkiler, kimyasal silahlara sarılmış olarak sofralara geliyordu.

İlaç sanayi, tekellerin kar hırsıyla yapaylaştıkça, yan etki denen virüsler yayıyordu. Her yeni ilaç yeni hastalık yapıcı, eski virüslerin yeni mutasyonları demekti.

Petrol ve petrol ürünleri dünyanın her yanını kendi gibi kara yapıyor, asfalt yollardan mutfaklardaki naylon kap kacağa kadar sektörleri tamamen büyük devlet

Ortadoğu’da 30 yıldır kesintisiz sürdürdükleri yeni düzen kurma savaşları emperyalist sermayenin silah ekonomisi için en büyük pazardı. Ama işte orada da silahları ellerinde patladı.

Doğayı tahrip ederek iki- üç yüzyılı geçirmiş kapitalist sistemin yeryüzünde ve atmosferde tahrip edecek malzemesi de kalmadı, biliyoruz. Sera gazı salınımı, parfüm, havai fişek zararlarıyla birlikte ozon tabakasının delindiği, küresel düzeyde ısı yükselmesi, buzulların erimesiyle mevsimlerin kendi rotalarını kaybettikleri artık ortaokul öğrencilerinin eylem gündemi olması da yeni değildi. 

Pek çok uzmanlık çalışması, benim burada sıraladıklarımdan daha etkin bir şekilde, özellikle neoliberal politikaların egemenliğinde geçirdiğimiz 40-50 yılda, doğayı yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle, insanı bütün yaşam alanlarıyla birlikte geri dönüşsüz tahrip edişini, suni teneffüse mahkum bıraktığını; bunları yaparken de kontrolsüz kimyasal ürün, ilaç, gübre ile “yenilemeyen” virüslere kapı açtığını biliyoruz. Buna savaşların yol açtığı yıkımları, göçleri, açlıktan ölen milyonları, üç beş kuruşa çalışıp hayatlarını idame ettiremeyen milyarlarca emekçinin varlığını, on yıllardır süren salgınları eklersek tablonun ne kadar da kötü olduğunu bir daha sergilemiş oluruz. 

Buraya bir not daha düşmem gerekiyor; virüsün ilk ortaya çıktığı yer olan Çin küresel tekellerin birincil üretim alanıdır. Her metanın Çin versiyonu, en ucuz işçilikle elde edilmiş kanserojen ve diğer kimyasal atıklarla yüklü ürünlerdir. 

Sonuçta doğa, ekonomik, sosyal yaşam öyle dengesiz hale geldi ki, nüfusun yüzde 10’un zenginliklerin yüzde 90’ına el koyduğu bu dünyada; 3 milyar insan hala temiz suya ulaşamıyorken, yeterli beslenme ve barınma koşullarına sahip değilken, asbestli çatılarla donatılmış eski işçi evlerinden oluşan göçmen kampları Avrupa’yı sarmışken corona çıkıp geldiğinde ne küresel emperyalist kapitalizm ne de onların siyasi, askeri kuvvetlerinin onu yenecek hiçbir hazırlığı yoktu. Onlar hazırlıklara giriştiklerinde sermayenin tunç yasaları emekçilerin evlerine dönüşüne, turist akışının durdurulmasına ve daha bir dizi kalem iş ve hizmetin durdurulmasına izin vermedi. Özelleştirilerek sermayeye karlarını yeniden üretim alanı haline getirilmiş sağlık sektörü, kamusal bir sisteme dönüşemeyeceği için çöküntü gerçeğiyle yüz yüze kaldılar. Ortada tanı koyacak test kitleri bile yoktu. Bütün nüfusa yetecek ne sağlık araçları; hastaneler, yatak, yoğun bakım üniteleri, hatta dezenfektan düzeneği, maskesi yoktu. 

Virüsle mücadelede değil strateji, günlük taktik bile belirleyemiyorlardı.  O koşullarda, örneğin İngiltere’nin başbakanı; doğal bağışıklık/ seçicilik yolunu izleyeceğiz, diyebildi. Buna göre virüsün bulaştığı insanların dayanıklıları kalacak, gerisi bulabilirse bir mezara gidecekti. Diğerleri de sağlık emekçilerini ateşe atmaktan çekinmedi. O yüzden bu cangılda önce sağlıkçıları kaybetti insanlık. Hala daha anlı şanlı Avrupa ülkelerinde sağlık emekçileri sağlık ekipmanlarının tedarik edilememesinin sonuçlarıyla baş başa. Avrupa’da iktidarlar, daha az test, daha az vaka, daha az yoğun bakımlık hasta çizgisiyle, hem salgının gerçek boyutlarını gizlemeye, hem “kabul edilir” sınırlarda ölü sayılarıyla durumu kontrol altına almaya çalışıyorlar. Sokağa çıkma yasakları var kimi yerlerde, ama zorunlu sağlık ve beslenme sınırlarına çekilmiş değil üretim bandı. Kapitalist kar yasası buna engel. 

Demek oluyor ki, alınan tedbirlerin niteliği de bize kapitalist sistemin virüs karşısında “kar oranlarını düşürecek” adımları atmaktan sakındığını gösteriyor. Mesela aşı çalışmalarının, virüse dayanıklı plazma ve ilaç üretimlerini akıbeti hala belli değil. Farelerde deneylerin başarılı olduğu söyleniyor- bu da ayrı bir konu değil ama şimdilik geçelim- ama sonuçlar insana görünmüş değil. Kübalı doktorların başarıları, Çin’de salgının durdurulmuş olmasının heyecanı ile insanlık umut biriktirirken emperyalist tekel düzeni zararı en azla idare etmeye devam ediyor. 

TÜRKİYE’DE NELER OLUYOR?

Bu anlatmaya çalıştıklarımı son 40 yıldır birebir yaşadık, gördük geçirdik. Gözümüzün önünde 12 Eylül askeri darbesiyle yürürlükte kalmasını güvenceleyen 24 Ocak kararlarını hatırlayalım. Neoliberalizmin ekonomik sosyal ve siyasal politikalarının bir pençe gibi memleketi ele geçirip, ümüğünü sıktığını çokça yaşayıp gördük. Hiç olmazsa 68’den bu yana bizim kuşak devrimi de karşı devrimi de bütün çalımlarıyla yaşarken neoliberalizmin yıkımını da birebir deneyimlemek zorunda kaldı. 

Hele de son 15- 20 yıldır dizginsiz doğa, toprak ve suyu ile, emekçi ve genciyle, bilim ve meslek erbabıyla, üretici köylü ve küçük esnafıyla insan kıyımını, yoksullaştırma ve yoksunlaştırma pratikleriyle yaşam kaynaklarının limitlerine getirildiğimizi biliyoruz. Türkiye örneğiyle aklımızdan geçirsek, gözümüzün önüne getirsek daha iyisi, şöyle bir kağıda döksek nasıl da daha vahim bir durumda bir vaziyette corona virüsüyle baş başa kaldığımızın resmini elde ederiz. 

Bundan daha vahimi, başımızdaki iktidar hem bu politikaların en pervasız uygulayıcısı çıkıp hem de salgını fırsata çevirip bizi virüs karşısında halkı dımdızlak bıraktığı gibi, toplumun yarıdan çoğuyla kavgalı haliyle daha ilk günden ayrımcılık ve sevmediklerine düşman politikalarla yüz yüze bıraktı. Saldırıda fütursuzlık ile yalan imparatorluğu daha ilk günlerde virüs salgınını gizlemeyle başladı. Umrecileri karantina dışı evlerine yollamakta becerikli iktidar, virüsün Avrupa’dan geldiğini yayarak ayrımcılığı da birlikte başlattı. Gerçeği ifşa eden sağlık emekçileri kovuşturuldu, o yetmedi gazeteciler tutuklandı, o yetmedi, iletişim kanalları kısıtlandı. Bütün dünya corona’yı izler ve onunla savaşırken bizim iktidar “sevmediği” toplum yarısıyla savaşa girdi. Büyük şehir belediyelerin yardım fonlarına elkoyup iban dayatmasıyla boğazımıza sarılmaya durdu. Öyle ki artık, en büyük virüs bu iktidar deme noktasına getirdi toplumu.

“Üretim her şeyden önemlidir” beyanatıyla işçi sınıfını sakınmadan corona’nın saldırısına açık bırakmayı sürdürüyor. Fabrikalar, atölyeler kapanmıyor ama durmadan “evden çıkmayın” diyorlar. Ekmek parasını vermiyorsan çalışacağım diyen tır şoförünün yakasına yapışıyor, büyük tepki alınca bırakıyor. Ücretli iziz talebini reddedip, uydurma bir kısa “ödeme”işçiye bin 100 lira ile geçinmeyi dayatıyor. Sağlık tedbirleri, yoğun bakım ünitesi açığını giderecek tedbirler yerine inşaat sektörüne yatırıma devam dercesine, hastane inşaatı başlatıyor! Talan edilmemiş alanların talanına devam ediyor. Cumhurbaşkanının iki yazlık sarayı inşası sürüyorken, toplumun şiddetle karşı çıktığı Kanal ihalesi yapılırken kiralık araç alımı yapıyorlar. Halka da, yayınladığı İBAN’a para yatırın, ihtiyacı olanlara vereceğiz diyor. İşsizlik fonundan işsizler, sosyal yardım fonlarından yoksullar yararlanamıyor. Bir gün maskelere ve maske üretimine el koyuyor, hatta maske üretim yerlerine baskınlar düzenliyor, ertesi gün serbest bırakıyor! PTT önlerinde bin liralık yardım için insan kuyrukları yaratıyor, sonra evlerinizde ödeyeceğim diyor, evlere yardım gelmiyor, yoksullar yeniden yardım kuyruklarında görünüyor. 

İktidarın halk sağlığını hiçleyerek yaptığı işleri, skandallar dizisini ve kaynakları tamamen yandaş ve ayrımcılık üzerinden harcadığı örnekleri saymakla bitiremeyiz ama yaşlılar ve hapishaneler konusundaki tutum ve politikası gerçeğin suçüstü edildiği iki ana nokta oldu. Bunun üstünde durmamızda fayda var.

YAŞLILAR VE CEZAEVLERİ

İktidar ilk duyurusunu, 65 yaş üstünün evlerine kapanması üzerine yaparken, açığa çıkmış ilk ölümlerin de bu yaşlarda olduğunu özellikle vurguluyordu. Gençleri yaşlılarla aynı mekanlarda olmamaya çağırarak, onlara cüzzamlı muamelesi çekti. İnsan düşünüyor; yaşlı hastalık kaynağı ya da risk alanıysa eğer, onun sağlıkçıya, doktora ve sosyal hizmet görevlerine ihtiyacı vardır. Ama devlet tek başına bıraktığı yaşlılara yardım için polisi, jandarmayı memur etti! Bunda bir terslik yok mu? Var elbet. İyi de tersliğin anlamı ne? Devlet refleksi, biliyoruz ki bir yangına, depreme veya sel baskınına, trafik kazasına hatta, sağlıkçıdan önce polis-jandarma gönderilir. Son deprem olaylarında da gördük; toprağın altında insanlar can çekişiyor, jandarma büyük silahları, dipçikleri doğrultmuş, insanlarla kurtarma ekiplerini, sağlıkçıları bekliyor. Birincisi bu; yaşlıyı bir de olay müsebbibi saymak. İkincisi asıl önemli olan gerçek şu; bugünkü devletlrin ve bizim devletin hastaya, depreme uğrayana olduğu kadar yaşlıya hizmete göndereceği sağlık görevli ordusu yok! Bu devlet memur skalasında en büyük dilimi ordu tutar, sonra polis ve bil umum kolluk gücü. Hele de son 40 yılı içerde ve sınır ötesinde savaşla geçirmiş devletin ana kaynakları savaş güçlerine ayırdığı sır değil. Bütçeler buraya gitti, üst bürokrasinin muhteşem hayatlarına gitti, öyle ki günümüzde de süren saray geleneği, Osmanlıyı aratmıyor.  Sağlık ve Eğitim bütçenin en alt ve en az kaynaklı bölümü. Hal böyle olunca devletin yaşlıya göndereceği personel de kolluk oluyor. Hoş onu da göstermelik bir iki çekim odaklı örnek dışında yapmadılar. Sadece Türkiye’de değil- ama o en uçlardaki örneklerden- günümüz devlet işleyişinin sağlık ve eğitimi boşlayıp, onu özel tekellerin kar alanı olarak serbest bıraktığını corona salgını bir kez daha açığa çıkardı. 

Yaşlılar politikası, ayrımcılığı, bir başka alanı daha açığa çıkardı. Yaşlıları toplu ulaşımdan, sokaktan çıkarmak, zaten üretim dışında olmaları nedeniyle ayakaltında olmasınlar; yaşayacaklarsa da evlerinin dışında başka yeri işgal etmesinler demekti. Yani lüzumsuz nüfus, ihmal edilebilir nüfus, aslında emekli maaş ve mesela, tedavi ve bakım yükünden kurtulmak için iyi bir fırsat corona diye düşündü iktidarlar ve Türkiye’deki iktidar. 

Cezaevleri hala dolu, orada corona ile baş başa mapuslar. Eğer virüs yayılırsa- virüsün girdiği açığa çıktı ama yayılıp yayılmadığını bilmiyoruz- ölüm en büyük olasılık. Hal böyleyken, zaten devam eden af ve infaz düzenleme baskısını iktidar bir kez daha fırsata çevirmeye girişti. Hazırladığı kanun teklfi kadın katillerini, insan öldürenleri, taciz ve tecavüzcüleri, çocuk istismarcıları infaz düzenlemesiyle dışarı çıkarıyor! Bunlar dahil yaklaşık 70 bin kişi dışarıya çıkıyor. “Terör” maddelerine sığıştırılmış ve yüz binlercesi kovuşturmalardan geçmişler yargı yollarındayken, 200 bini tutuklu ve hükümlü içerde kalıyor! Corona’ya otomatik teslim ediliyorlar yani. Adaletsizlik üzerine özel kariyer yapmış AKP-MHP iktidarı kendisine muhalif, özellikle de dünya görüşleri nedeniyle boyun eğmeyecekleri kapsam dışı tutarak ayrımcılığın, ırkçı ve intikamcı davranıyor. Biliniyor ki bu kesim içinde en büyük nüfus Kürtler, yurtseverler ve Türkiye’nin devrimci ve komünistleri. Üselik HDP gibi ezici çoğunluğu yasal siyasi parti üye ve yöneticileri, seçilmiş belediye eşbaşkanları, belediye meclis üyeleri; hak savunucuları, avukatlar, doktorlar, akademisyen ve hele de üniversite gençliği. 

 

Yaşanan bu yok oluş ve çöküş krizinde geleceğe nasıl bakıyorsunuz, bu ölümlerden sonra dünya yeniden mi şekillenecek, geleceğe dair düşünceleriniz nelerdir?   

 

 

 


 

Böylece ikinci sorunuza kısa yanıta geçeyim. 

Sonuçta kapitalizm kendi işleyişiyle neoliberal saldırganlığıyla kendi yarattığı virüsal salgınlara en başta sağlık sistemini kamusal hizmet olmaktan çıkarıp, oraya hiçbir yatırım yapmadığı gibi, özel sermayeye kar alanı olarak bıraktığı için hazırlıksız yakalandı, şimdi toparlanmaya çalışırken yüzbinlerin ölümünü göze alıyor. Sermaye düzeni kendisi suçlu iken ak kaşık olduğunu göstermeye çalışıyor. Virüsle savaşın bu hali, dünya çapında ezilenlerin yoksulların ve en güvencesiz göçmen kitlelerin feda ederek, kendini ve çekirdek güçlerini kurtarmaya çalıştığı bir hal olarak gözlerimizin önünde cereyan ediyor. Türkiye’de bu hali evet, daha çıplak ve daha vahşi baskı ve sömürü ile yaşıyoruz. Virüsü Allahın lüfu sayan iktidarın işbaşında iken corona günleri, iç savaş gibi geçiyor ve geçecek. Ama o da oldukça eşitsiz koşularda; bir taraf iktidar olmanın bütün olanaklarını, hatta normalde olmayan olanakları, hak hukuk namına ne varsa tekeline geçirmiş olarak saldırı pozisyonunda,  diğer taraf her açıdan kilit altında, daha da kilit altına alınmaya çalışırken geçiyor. 

Coronadan sonra nasıl bir dünya sorusunun yanıtı öncelikle, bugünkü vaziyetin kilitlerini açacak siyasetle, insanı, parçası olduğu doğa ile birlikte, eşitlik ve özgürlük temelinde kurgulayarak, bunun için insanlığın daha önce bilip uyguladığı asli yolları terk etmeden mücadele etmekle mümkün olacaktır. 

Eklemek istiyorum;  çok değil 20-30 yıl önce dünyadaki bütün sorunların faturası, “sosyalizm” e kesilirdi. Bu düşünce ve duygu bir salgın gibi insanlığı teslim almıştı. Oysa insanlık kapitalist ekonomi canavarından ve onun üst yapısı, isterseniz adına modernite deyin- tam da somut olarak, mevcut “sosyalist” gerilemeye girdiğinde kaybetmeye başladı. Önü kesilemeyip gerileme ve çözülme çığa dönüştüğünde, Berlin duvarı yıldığında, sistem devletleri bir çırpıda vahşi Batı tarafından işgal edildiğinde, gördük ki, sosyal devlet denen nimetleri de o beğenmediğimiz, gerilemesine ve çözülmesine seyirci kaldığımız “sosyalizm” sayesinde yaşamışız. Sağlık, eğitim, ulaşım, konutta kamusal haklar, tarım ve ürünlerine ulaşımda kolektif çözümler bizler oralardan ulaştı. 

2008 krizinden beri bu yanılgı salgını kırılmaya başlamıştı. Şimdi corona bunu yerlere seriyor. Yeni bir dünya özleminin pratikleşmesi, önce buradan başlayacak. İşte Rojava, işte Küba; bize halka dayalı sistemlerin virüs salgının da bile en güçlü çözümleri üretebildiğini kanıtlıyor. Türkiye'de de bu yola girilmesini öngörmek dışında bir seçenek yok. Son yüzyılın başarıları kadar yenilgilerinden de ders çıkarmış bir akıl, izan, siyaset, kültür biriktirmiş durumdayız. Kendine güvenmesi için çok nedeni var. Mücadele farklı alanlarda ve farklı boyutlarda sürüyor. Sendikalar, işçi bölükleri, işsizler, siyasetçiler, hatta tutsaklar,  aydınlar, emekçi halklar<, herkes itirazını yapıyor. Ne kadar küçük olduğundan ziyade sürekliliği önemli.

 

 

 

HDP Antep İl Eş Başkanı Musa Aydın: Toplumsal ve bireysel olarak doğaya ve insanlığa karşı özeleştirimizi verme vaktidir.

 

 

İnsanlığın ulaştığı bu teknoloji ve Modernitede, her şeye çözüm bulunurken bir virüsün dünyayı egemenliği altına almasını ve insanlığı alt üst etmesini nasıl yorumluyorsunuz?


 

Aralık 2019 tarihinde ilk defa Çin'in Hubei Eyaleti Wuhan şehrinde görülen ve başta Çin olmak üzere tüm dünyaya hızla yayılan Coronavirus salgını tehlikesi, gün geçtikçe tüm dünyada artış göstermektedir. Öncelikle bu salgında yaşamını yitiren on binlerce insanımızın ailesine başsağlığı diliyor , bu salgınla mücadele eden hastalarımıza acil şifalar diler bir an önce sağlıklarına kavuşmasını temenni ederim.  

İnsanlığın ulaşmış olduğu bilimsel ,teknolojisel bu çağda elbette ki yaşanılan bu durum çok zor ve acınası bir haldir. Daha gözle bile göremediğimiz bir virüs tüm dünyayı etkisi altına aldı ve insanlığı yaşamdan doğadan koparmaya başladı. Acınası bir hal dedim az önce gerçekten de acınası bir haldir. Bilimle ve teknoloji ile kendini var etmeyen çalışan ülkeler teknolojinin gelişmesi ile birlikte kendilerini tamamen savaş teknolojisine , doğa talanına veren insan maalesef ki doğanın ve savaşın tahribatı sonucu kendisine negatif etki yapan bir virüsün halen çaresini bulamamış ve bu virüsten kaçmak ve evlerine kapanmak zorunda kalmıştır. İşte yaşadığımız bu durum insan için büyük bir ders ve oturulup bu derse iyi çalışılması gerektiği vurgusunu açıkça bizlere göstermektedir. İnsanlık bu yaşanılan toplumsal vakanın bilimsel ,ekolojik , ekonomik , siyasal , ahlaki vs. muhasebesi yapılmalı ve bu vakanın son bulmasından sonra kendisine çeki düzen vermesi gerektiği de kaçınılmaz bir gerçektir. Yani kısacası toplumsal ve bireysel olarak doğaya ve insanlığa karşı özeleştirimizi verme vaktidir.

 

 

 


 

- Yaşanan bu yok oluş ve çöküş krizinde geleceğe nasıl bakıyorsunuz, bu ölümlerden sonra dünya yeniden mi şekillenecek, geleceğe dair düşünceleriniz nelerdir?   

Böylesi bir çağda yaşanılan bu olay çokta küçümsenecek yada hafife alınacak bir olay değil. Çağın teknolojilerine ve ulaşılması kolay olan imkanların bu hastalık karşısında kullanması noktasında yetersiz kalması hepimizin geleceğe dair bakış açısını değiştirmeye yöneltmektedir.  Kapitalizmin hız kesmeden para ve güç hırsı ile dünyayı katletmesinin aslında insanlığın yararı noktasında değil de tam tersi insanlığa büyük bir felaketi hazırladığı yaşanılan bu vaka ile bir kez daha ayyuka çıkmıştır. İnsanlık yaşanan bu dramı şuan fırsata çevirmeye çalışan kapitalizmi de çaresiz bir şekilde izlemektedir. Fakat bu çaresizlikten kurtuluşunda hesaplarını, stratejisini düşünmüyor değil. 

Kapitalizm her koşulda kendini var edeceği tezini halen bu durumda kullanmak istiyor.Bu konu ile alakalı  Sayın Hüda Kaya ‘nın benzetmesi üzerinden konuşmak istiyorum . Nemrut’ta zamanın en büyük kibirli ve egemen gücü idi ve hiçbir zaman yenilemeyeceğini düşünürdü ve tüm insanlığı etkisi altına almak isterdi.  Fakat ne oldu sonunda bir sineğe yenik düştü . İşte yaşadığımız bu corona virüs karşısında da aynı durumun örneklerini yaşamaktayız. Bundan kaç ay öncesine kadar Ortadoğu’ya , Avrupa’ya ve ya dünyaya hakim olacağını söyleyenler nükleer silahları ve atom bombasını konuşanlar bugün gözle görülemeyen coronavirus karşısında tek tek maskelerini düşürürerek acizliğini ortaya koydular. Ortaya kibirlice ve özgüvenle sundukları güç gösterisinin bu salgından sonra oluşacak yeni dünya düzeninde kendisini var edemeyeceğini  düşünüyorum. Bence yeni dünya düzeni artık kendisini savaş ve emperyalizm gücü üzerine var etmektense insanlığın ve doğanın yararına olacak bilimi daha ön plana çıkarmak için mücadele etmesi gerektiği vurgusunu bizlere göstermektedir. Şüphesiz bu noktada adımlarda olacaktır. Ve bu adımlar dünyada hayranlıkla karşılanıp tarihe altın bir not niteliği kazandırarak tarihi Hz. İSA’nın doğuşu gibi iki kısımdan değerlendirecek nitelik taşıyacağını düşünüyorum.

 Hep birlikte insanlık olarak  bu salgından kurtulup sağlık günlerde bilimi insanlık ve doğa için kullanacağımız günlere kavuşmak dileğiyle siz değerli ötekilerin gündemi ailesi ve basın emekçi arkadaşlarımızla daha barışçıl bir dünya üzerine nice röportajların geçmesi dileklerimle teşekkürlerimi sunarım.

[caption id="attachment_55359" align="alignnone" width="768"] HDP Antep İl Eş Başkanı Musa Aydın[/caption]


 

https://www.otekileringundemi.com/?p=54383