Ayfer Feriha Nujen

T24 Haftalık Yazarı Ayfer Feriha Nujen , bu haftaki köşesinde, "Şarkının Hikâyesi, Şairin Hikâyesi: Yusuf Turhallı" başlıklı dikkat çeken bir yazı kaleme aldı.

Ses ki, öylesi azımsanacak bir şey değildir; içten içe bir fısıltı bile sese dökülünce uzayda bir yerde birikir ve kendini sonsuza kadar tekrar edebilir. Şiir böyle bir şeydir. Tıpkı ışık gibi... Kırıla kırıla ve hiç durmadan süren, yayılan. Çünkü şiir sadece Türkçe-matematik değil, bazen biraz da fizik gerektirir. Ve sesi ses yapan harfleri bir araya getiren anlamlı kelimeler; söz, şiir, şarkı, nağmeler… Ben bütün bunlardan daha hızlı bir şey daha bilirim, o da iyi bir şairi şiiriyle hissederek keşfetmiş olmaktır. Çünkü hissedilmeyen hiçbir şey hiçbir şeyi var edebilecek güçte değildir. Yusuf Turhallı, çağdaşları arasında karakteri kadar sağlam şiirler yazan sıkı bir şairdir. Böylesi bir şaire, ‘şair’ demek için ölümünü beklemek cinayet gibi bir şeydir. Hemen hemen pek çok dergide oldukça uzun şiirleri sık sık yayınlanmıştır. Böyle şairleri gözden kaçıran göz, göz değildir. Eğitiminden söz etmeye gerek yok bile. Matematik Mühendisi,  hâlihazırda Felsefe öğrenimini ve Fransızca çeviriler yayımlamayı sürdürüyor hâlâ. Onun şiirleri benim şiirlerimi boş dükkâna kira ödetmeyen, kapatan şiirlerdir. Ne zaman şair olunur, nasıl olunur? Ben bilmem! Fakat şu kesin; kimsenin şiiri bir başka şairin, yayının ölçütlerine göre şiir olabilir şey değildir. İyi bir şiir şairini geçebilir. Onun şiiri, onu çoktan geçip gitmiştir. İyi bir şair bir dergiye, bir yayına kemikleşmiş mizanpaj anlayışını bile değiştirtebilir. Değişmiyorsa, orada kesinlikle içi hava almaz, çürümüş bir şey her şeyi zehirliyor demektir. Genç şairlerin değerini bilmek dilin gelişimine katkı sağlamaktır. Zira bir kısmını görüyoruz kitaplaşan şiirlerin de, şairlerin de… Tıpkı Zarifoğlu’nun, Zirvesine göz koyduğum dağlara bak / koşup takıldığım çitlere bak dizelerini güya sözlerini kendi yazdığı bir şarkıda rezalet bir üslupla seslendiren, adı lazım değil, bir şarkıcının seslendirmiş olması gibi. Böyle şeyler benim kalbimi sızlatıyor ki, Zarifoğlu kim bilir ne hissederdi? Bir çeşit karaborsa, duyulmamış bir iddia. Hırsızlığı da cakası! Tabii, böylesi şeyler biraz ayıp. Ve ‘ayıp’ gerçek anlamını kaybetmiş bir kelime artık.

Bir bahçenin çitlerini kaldırıp atsan da nasıl dünyanın sınırlarını silip atamazsın, kitabı var yahut yok, birini de bu ölçütlerle ‘şair’ ya da ‘değil’ sayamazsın. Özgün bir dil sahibi, özgür bir şair olmak için belki de olması gereken budur. Yayınlansa da, yayınlanmasa da şiirini yazmaya inatla devam etmek. Bu biraz da, Federico Garcia Lorca’nın bir duvarın dibinde kurşunlanırken bile kaldırıp elini göğsünü gere gere şiirini okuması gibi bir şeydir. Sahip çıkılmamış değil, sahip olunmaya karşı bir şair. Duyanlar duymayanlar, cazla hicazı harmanlamışlar, olmuş saba makamında göz ve nizam. “İşte ben buradayım!” demiş şair. Dijitalin, teknolojinin yıkamadığı, yıkamayacağı bir şeydir gelenek. Ben geleneğe bir kuşak, bir dönem alışkanlığı, şeyhinin dizi dibinde kör bir mürit olarak bakmıyorum. Bütün, parça parça! Her bireyin bir tarzı, bir alışkanlığı, bir görüntü hattı var ki; her şairin kendi başına bir gelenek oluşturduğu gerçek. Şair, yirmili yaşlarında dökmeye başlamış içindeki bu cevheri kelimelerle kâğıda. Bize artık bu şiiri okuyup bu şarkıları dinleyip ‘ah!’ demek düşer, durmadan hayat denen bu hicaza… Bir şiirin bir şarkıya kusursuz dönüşebilmesi, bir taşın suyun yüzünde öylece durabilmesi gibi bir şeydir de. Hiç batmadan dibe. Bu yürüyüp gitmektir işte, bir hedefe varmak derdi olmadan. “Nesi güzel bunun?” derlerse; bükülmemesi, eğilmemesi güzel. Hiçbir şey için bir an bile! Bir fotoğrafta beş dakika kötü bir manzara olmamak için. Onun şiirini körler görür, sağırlar işitir. Terelelli böyle bir şiirdir. Bir kitaba girmemişse bile bir şarkıda, kendine layık bir makamla öldürsen ölmez bir canla ses olmuş, kök salacak bir gövde bulmuştur kendine. Neval’in seslendirdiği taş avlu şiiri yine bu isimle Klaros Yayın etiketiyle geçtiğimiz yıl kitaplaştı. Bazı genç şairlerin yaşından büyük şiirleri gibi Yusuf Turhallı’nın şiiri de çok eski bir şiir. Elbette politik ve politik olan her şeyin de karşısında eleştiriler barındıran bir şiir.

senin gözlerin bir malta eriği gibi

alımlı da alımlı da bu hor kullanılmış gök kadar

benim aklımda uzun uzun uzun uzun yaşamaklar

açılacak kopçalar öpülecek dudaklar

 

mil çekerek gölgesine Aya İrini’nin

irkilirim yüzümde eksen eğriliği

denize fısıldanan sırlarım vardır elbet

sen varsındır gözlerin vardır

yüzünde papatya falı

yüzün eski bir İzmir

şangırdar gece

terelelli

 

sende bir güzellik var aklım başımdan alır

ayağım takılır erguvanlar dökülür elimden

benim aklımda uzun uzun uzun uzun İstanbullar

gökdelenlerinden sana dokununca 

mil çekerek gölgesine Aya İrini’nin

irkilirim yüzümde eksen eğriliği

denize fısıldanan sırlarım vardır elbet

sen varsındır gözlerin vardır

yüzünde papatya falı

yüzün eski bir İzmir

şangırdar gece

terelelli

 

Teşneyim, sözün sesle can bulmasına… Şarkı, Divan şiirine katılmış bir nazım şeklidir. Elbette bugün her şarkı buna dâhil edilmemelidir. Öyle ya, söylendi diye, her sözün edebiyata dâhil edilmesi çok da muhteşem bir şey değildir. Ki, iyi birkaç şiirden sonra kendini berbat eden şairler bir ütülü gömleğin içinde gövdelerini hiç kırışmayacak zannetmesinler. Yeni Edebiyat’ta bu türü ustalıkla kullanan Yahya Kemal olmuştur. Böylece şiirin ömrünü uzatan, onun edebi kalitesini daha kalıcı kılan bir tür olmuştur. Şiiri kulaktan kulağa bir ezgi ile salık vermiştir. Çünkü iyi şiir, bazen hayat kurtaran sağlam bir nasihat gibidir. Akademik dilden hiç hoşlanmam, çünkü böylece aşağıdakilerle yukarıdakilere aynı şeyi anlatamam. Ve ben de aslında yukarıdakiler her şeyi çok bildiğinden ve kolay kolay yeni bir şairi ne kadar iyi olursa olsun şiiri kabullenemediklerinden, aşağıdakilerle konuşmak isterim. Yusuf Turhallı’nın yaptığı da budur biraz. Ütüsüz gömleğin içinde kırışmaz bir gövdesi var. Bu noktada şiirini şarkıya çeviren kırılmaz camdan billur bir ses, bozulmaz bir akılla karşılaşmış. Aslında burada asıl dikkat edilmesi gereken bu kafa kafaya vermişlik, bu dışarıya itildikçe kendi içinde bütünleşebilmişlik. Güçler birliği bir imece usulü emek ve kendi olmanın haysiyet mücadelesi. Beni bu şiire böylesi çeken biraz da onu seslendiren, düzenleyen, besteleyen Neval oldu doğrusu.  Ve şarkının hikâyesini şöyle aktarıyor, kendi hikâyesiyle harmanlayarak:

"Bu iş asla yalnız başına yapılan bir şey değil. Ben bestelerimi evde yalnızken yapsam da, bunun hazırlanışı ve yayınlanışına kadar birçok insanla çalışıyorum. Öncelikle, şarkı sözlerini Yusuf’un şiirlerinden alıyorum. Sonrasında düzenleme için şu ana kadar Yuri Ryadchenko ile birlikte çalıştım. En son kapak fotoğrafı ve müzik videosu gibi görsel içeriklerle ilgili konularda üniversite yıllarından beri arkadaşım olan Ebru Güney devreye girdi. Ebru, özellikle deneysel film konusunda çok yetenekli ve yaratıcı bir yönetmen…  Bunun benim müziğime katkısı çok büyük. Çünkü kliplerin deneyselliği müziği de tamamlıyor ve bir bütünlük oluşturuyor. Sadece klipler değil, albüm kapağındaki resimlere kadar arkadaşlarımdan destek alıyorum. Örneğin; “Terelelli”nin albüm kapağında Ressam Özgür Demirci’nin bir tablosu var. Müzik, edebiyat, film ve resmin iç içe olduğu bu interdisipliner yapı aynı zamanda içinde bulunduğum sosyal çevreyi yansıtıyor, diye düşünüyorum.

"Terelelli” bestelediğim üçüncü şarkı. O zamana kadar Yusuf’un şiirlerinden iki tanesini bestelemiştim. Biri “Her Anlamlı Şarkı” idi. Aslında onu aranje ettirmek için uğraştığım günlerdi. Bir medya şirketinde çalışıyordum. Her yaptığım şarkıyı arkadaşlarıma dinletip fikirlerini alıyordum. O dönem, çalıştığım şirket bir müzik programı işine girişti. Müzisyen bir arkadaş hem programı sunuyor, hem de gelen konuklara şarkılarında eşlik ediyordu. Bizim ofisteki yönetmen de bir bölüme beni de konuk olarak almanın güzel olacağını düşünmüş. Çekimlerde de benden ısrarla “Terelelli”yi söylememi istedi. Ben ofiste, orada burada mırıldanırken şarkı aklına takılmış, hoşuna gitmiş. Ama “Terelelli”nin daha sadece nakarat müziği vardı. Yani şarkı tam olarak bitmemişti. Çekim akşamı Yusuf’tan şiiri yollamasını istedim. Kalan kısımları da güç bela toparladım ve şarkıyı böylece tamamladım. Sonraları program işinden vazgeçildi ve o bölüm hiç yayınlanmadı. Ama benim içime bir heyecan düştü, şarkıları yayınlamak konusunda büyük bir istek duydum. Sonraki adımlarımı hep buna göre attım. Bir sene sonra “Terlelli” yayınlandı ve New York’ta düzenlenen John Lennon Songwriting Competition’da finalist olduk. Ardından Nashville’de düzenlenen International Songwriting Competition’da Mansiyon (Honorable Mention) aldık. Bir sonraki sene de “Her Anlamlı Şarkı” ve “Terelelli”nin izinden giderek yine John Lennon’da finalist oldu.

Müziğimin bir türü var mı, bilmiyorum. Ama böyle olması için gayret ediyorum. Bu işe ilk giriştiğimde biraz New Age, Etnik Müzik ve Elektronik Müzik tanımlamaları arasında gidip gelmiştim. Şimdi içinde biraz Alternatif Pop barındırdığını bile düşünüyorum. Genel olarak yaptığım her işte bir arayış içindeyim. Bu da bir dil arayışı. Yani hem içinde bulunduğum coğrafyaya has, hem de benim kendi deneyimlerimi anlatabileceğim bir dil arayışı. Diyarbakır’da doğup İstanbul’da büyüdüm. Çocukluğumdan itibaren farklı müziklerle iç içeyim. Müziğimdeki Halk Müziği ve Sanat Müziği etkileri tamamen içine doğduğum kültürden geliyor, bunun yanında elektronik ve batı tarzı altyapılar benim deneyimlerimle ilgili. Üniversite hayatım boyunca birçok farklı ülkede okudum, Amerika’dan Hong Kong’a kadar yayılan bir öğrencilik deneyimim oldu ve bu beni farklı müzik türlerine aşina yaptı. Gittiğim her yerin müziğinden kendime bir şeyler sakladığımı düşünüyorum, bunların etkisi müziğimde direkt olarak hissedilmese de, müziğimi oluştururken beni etkilediklerinden eminim. 

Son olarak, bana hep destek olan bir ailem ve hayatımda doğru adımlar atmam için yanımda olan arkadaşlarım var. Bu konuda da çok şanslıyım. Şu anda da dört şarkıdan oluşan bir EP albümü bitirme aşamasındayım. Şarkılardan ikisinin sözleri yine Yusuf’a ait... Diğer iki şarkı da yine şiirlerden bestelendi. Biri Yunus Emre’den diğeri Federico Garcia Lorca’dan şiirler. Bunun için de çok heyecanlıyız. Önümüzdeki birkaç hafta içinde bu albümün yayınlanması ile ilgili durumların netleşeceğini düşünüyorum.

Editör: Haber Merkezi