Cumhuriyet Gazetenin yazarı Barış Doster, bugünkü, "Milletvekili transferi ve siyasal çürüme" başlıklı köşe yazısında, Türkiye Barolar Birliği önceki başkanı Metin Feyzioğlu’nun son yıllardaki politik değişimine koşut olarak Lefkoşa Büyükelçiliği’ne atanması ve CHP’den kopan Mehmet Ali Çelebi’nin, Memleket Partisi’ne uğradıktan sonra AKP’ye katılmasını kaleme aldı.

Türkiye Barolar Birliği önceki başkanı Metin Feyzioğlu’nun son yıllardaki politik değişimine koşut olarak Lefkoşa Büyükelçiliği’ne atanması ve CHP’den kopan Mehmet Ali Çelebi’nin, Memleket Partisi’ne uğradıktan sonra AKP’ye katılması, yoğun olarak tartışılıyor. Bu iki ismin, politik tercihlerindeki keskin değişimin, tepki çekmesi doğaldır. Fakat bu U dönüşleri, söz konusu iki isme ve siyasi hayata özgü değildir. Çok daha yaygındır. Kökü derinlerde, yapısal bir sorundur.

Belirtelim, Türk siyasi tarihi, sağdan sola, soldan sağa geçen, parti değiştirmekten adeta başı dönen çok milletvekili tanımıştır. Kubilay Uygun da belleklerdedir, Adil Aşırım da. Dahası SHP-CHP çizgisinden AKP’ye geçen Ertuğrul Günay, Zafer Üskül, Haluk Özdalga, Reha Çamuroğlu gibi nice isimler vardır. Gazete arşivleri taranınca AKP’den CHP’ye geçen de görülür HDP’ye giden de. CHP’den ANAP’a geçen de anımsanır HDP’ye, İYİ Parti’ye giden de. Koalisyonların kurulduğu, dağıldığı, partilerin zayıfladığı dönemlerde TBMM, parti değiştiren milletvekilleriyle dolup taşmıştır. Siyasi hayatımızın ilkesiz, sevimsiz olaylarıdır bu milletvekili transferleri.  

İDEOLOJİK YOZLAŞMA, AHLAKİ ÇÖKÜŞ 

Kabul edelim, bu sorun, sanılandan daha derindir. Salt siyasete ilişkin de değildir. Daha geniş ölçeklidir, yapısaldır. Toplumsal, kültürel, ahlaki boyutları da vardır. Toplumsal yozlaşma, siyasal çürüme, kültürel erozyon, kaçınılmaz olarak, tekil ölçekte insan yapısını da aydınların kişiliğini de bozmuştur. Kısaca “siyasal öncü” olarak tanımladığımız, toplumun “işaret feneri, pusulası” olarak bildiğimiz, “kendini toplumundan sorumlu sayan insan” olarak gördüğümüz aydınlardaki kirlenme, savrulma, kimliksizleşme, kişilik bozulması, politik çürümeyle, ideolojik savrulmayla birlikte düşünülmelidir. Bu savrulmanın, çürümenin temeli de 1980 darbesine dayanır. O nedenle, 68 kuşağının hızlı devrimcileri, 1980’lerde Turgut Özal’ın prensleri, gözdeleri olmuşlar, 1990’larda Cem Boyner’in partisinin kurucuları arasında yer almışlardır. Sınıf siyaseti yerine kimlik siyasetinin (dinsel, mezhepsel, etnik) konması, yurttaşlığın yerini hemşericiliğin alması, devletin küçültülmesi, laik cumhuriyetin küçümsenmesi, köşe dönmeciliğin kutsanması, özelleştirmelerin savunulması da o dönemlerde başlamıştır.      

Unutmayalım, dönekliği temellendirmeye, gerekçelendirmeye, meşrulaştırmaya, haklı göstermeye çalışmak, sadece bu duruma ilişkin siyasi bir açıklama gereği duymakla izah edilemez. Bir kişilik sorunudur aynı zamanda. İster para pul, ister mevki makam, ister şan şöhret, ne sözü verilirse verilsin, açıklaması, inandırması zor bir durumdur döneklik. İster siyasal, kurumsal olsun ister kişisel, geçmiş yenilgilerin, yanılgıların acısını atlatamayanlar, gençlik yıllarındaki mağlubiyetlerle yüzleşip, bunları olgunlukla karşılayıp geleceğe bakamayanlar, savrulmalarını, “dünyanın değişmesiyle” açıklamaya çalışırlar. Bu yetersiz kalınca da eski partilerine, geçmişteki ideolojilerine sövmeye başlarlar. Acıdır. Yüz kızartıcıdır.  

Vurgulayalım, toplumun aydından, milletin münevverden beklediği, dik durmak, bağımsız düşünmek, cesur davranmaktır. Tevfik Fikret’in dediği gibi “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” olmaktır. Dönenden, eğilenden, satılandan her şey olur. Fakat yurtsever aydın, devrimci Kemalist olmaz, Mustafa Kemal’in askeri olmaz.

Editör: Haber Merkezi