Etken Medya Yazarı Birgül Ergün "Yılmaz" bugünkü köşesine taşıdı.

Kafasını kaldırıp aynadaki görüntüsüyle yüz yüze gelince bir an irkildi. Saç ve sakalına düşen akların bu kadar çoğaldığını daha önce fark etmemişti. Yüzünden damlayan su, göğsünden karnına doğru akarken ; incecik bedenini sırtında yük dolu bir çuval taşırcasına, güçsüz ve isteksiz adımlarla balkona taşıdı...

Sokakta gece vardiyasına giden Muhsin amcadan başka kimsecikler yoktu. Muhsin amca fosforlu yeleği ile Küçülüp bir nokta oluncaya kadar ona takılıp kaldı gözleri.

Islak yüzüne çarpan esintiyle, gün boyu içinde taşıdığı sıkıntı da uçup gitmişti.

Gözlerini kapatıp kendi kendine fısıldadı.

“Ah Nergis! Ah, saçlarının sabun kokusu “

Bunu her söylediğinde, asi bir yaban keçisi kadar inatçı olan Nergis, tek eliyle saçlarını savuran, küçük sevimli bir çocuğa dönüşü verirdi. O halleri zihninde canlanınca içini bir keder kapladı; yanı sıra kalbinde her tür acıya dirençli bir heyecan duydu. Ve onu ne çok sevdiğini düşündü…

Bu duygu Yılmaz’ı öylesine derine çekmişti ki cinayet ve kazalar hariç tüm ölümlerin sevgisizlikten olduğunu düşünmeye başladı. Beklenmedik acılara kalp krizi, zamana yayılanlara ise kanser diye not düşüyordu hekimler. Hatta cinayet ve kazaların bile mutsuz-sevgisiz insanlarla bir şekilde bağı vardı.

Giderek ağırlaşan göz kapakları ve bütün bedenine yayılan garip bir ürpertiyle içeri geçmeye karar verdi.

Dikdörtgen şeklinde uzun-geniş bir koridoru andıran salonun ortasında, dağınık halde duran afişleri toparlayıp ranzanın altına sürdü. Kova ve fırçayı da banyoya bırakırken izbe ve kasvetli olan evin kirli duvarları uzun zamandan sonra yaşama dokunma isteği uyandırdı içinde.

Sabah ilk iş olarak duvarları, paslı demir kapıyı rengârenk boyayacaktı. Kendisiyle girdiği bu öz disiplin oyunu, daha güçlü ve iyi hissetmesini sağlıyordu. Çok geçmeden yatağına geçip derin bir uykuya daldı.

Hiç kımıldayamadığı ve sesini duyuramadığı kâbuslar uykusunun bir parçası olmuştu adeta. Bu durumu kanıksamıştı fakat neredeyse hiç çalmayan kapının ürkütücü sesi, kafası kesilmiş bir tavuk gibi sıçrattı onu.

Yataktan çıkmadan perdeyi hafifçe araladı. Sokak lambaları yanıyordu hâlâ. Saat dört olmalı…

Ne olduğunu anlamaya kendini teskin etmeye çalıştıkça içgüdüsel bir korku kalbinin ritmini hızla bozuyordu. Kapıyı hemen açmak, camdan atlayıp arka bahçeden kaçmak, ya da evde kalıp direnmek… Hepsi aynı anda geçiyordu aklından.

Hâlâ uyuyor muyum, diye sordu kendine ; yaşadıklarının ve duyduğu sesleri gerçek olmadığını düşündü. Uyandığında hatırlamayacaktı bile.

“Aç kapıyı polis! “

Kâbustan uyanmamış olmayı dilemek kadar kötüydü, uyandığını, aynı mekanik ve duygusuz sesle anlamak.

“Yat yere! Yat yat yat! “

Artık Kâbus ve gerçek arasındaki ayrımı yapmıyordu. Yüzükoyun yatıp kollarını başının üstünde birleştirdi. Yanağı soğuk betonla buluştuğu anda burnuna gelen Islak çimento kokusu bir ölünün teni gibi toprak kokuyordu.

Bedeni uyuşmuş, gelen hiçbir tekmeyi hissetmiyordu. O hengâmede bir an gözü Nergis’in getirdiği sarmaşığa takıldı. Yaprakları yer yer sararmış ancak birbirine dolanıp güç alarak uzamayı inatla sürdürüyorlardı. Ona sarıp sarmalayacağı bir dal, ya da tırmanacağı bir merdiven yapmadığı için pişmanlık duydu. Buna hep vakti olacağını düşünmüştü.

Polisler kargatulumba araca bindirdikleri sırada, mahalle muhtarı ve daha önce birkaç kez apartman kapısında karşılaştığı kapıcı Selim’in kalabalık arasında olduğunu fark etti. Muhtarın bakışlarını kaçırması, kapıcı Selim’inse gözlerini bir an bile üstünden ayırmamasını düşündürücü buldu Yılmaz. Daha önce bu anın geleceğini düşündüğünde duyduğu korkunun yerindeyse yeller esiyordu. Şimdi elleri kelepçeli ve iki sivil polisin arasında polis aracına yürürken anlam veremediği bir şekilde bütün endişe ve korkularından arınmış hissediyordu kendini…

Özgürlük ya da tutsaklığın bedensel olmadığını düşünüyordu bir yandan. Bir daha gitar çalmasın diye parmakları kırılan Viktor Jara’nın, şarkısına devam etmesiydi özgürlük.

Yol boyunca dilinde şarkı kafasında ise tek bir soru vardı: ‘ Bir hücre içinde yaşamak mı? Yoksa içinde bir hücre taşımak mı

Editör: Haber Merkezi