Ceren Sözeri

Evrensel Yazarı Ceren Sözeri    ‘Ara rejim profesyonelleri’  bugünkü köşesine taşıdı.

“Basın özgürlüğünün iki önemli amacı vardır. Bunlardan birincisi düşüncelerin serbestçe yayılabilmesi, ikincisi ise devleti yönetenlerin kamuoyu önünde eleştirilmesidir. Türkiye’de gelmiş geçmiş sağcı iktidarların hepsi de basın özgürlüğüne karşı çıkmışlardır.” 

Satırların yazarı Uğur Mumcu, arabasına konulan bir bombayla katledileli yarın 29 yıl olacak. Bomba düzeneğini kuranlar yargılandı, dosya kapatıldı ama öldürülmesi emrini verenler bulunamadı. Ağar’ın  “Bir tuğla çekersem yıkılır” dediği o duvar yıkılamadığı gibi daha da sağlamlaştı. Sedat Peker’in top atışlarından dahi zerre etkilenmedi. 1990’lı yıllarda işlenen 19 faili meçhul cinayet hakkında Ağar’ın sanıkları arasında olduğu JİTEM davası Cuma günü bir kez daha ertelendi. Sanıklardan eski özel harekat polisi Ayhan Akça’nın yurt dışı yasağının kaldırılmasıyla, yargılananlar arasında yurt dışı yasağı bulunan kimse kalmadı. 19 kişiyi öldürme suçundan yargılanıyorsanız yurt dışına çıkabilirsiniz ama özgür ve demokratik bir üniversite talebiyle protesto hakkını kullanan bir öğrencisiyseniz ya da devletin hoşuna gitmeyen bir haber yaptıysanız asla, tutuklanmadığınıza şükretmeniz beklenir.

Gazeteci Adnan Gerger, “Uğur Mumcu’yu Kim Öldürdü?” adlı kitabının başlarında cinayetin aydınlatılması için yapılan Umut Operasyonu sırasında gazetecilerin konumunu sorguluyor. Operasyonu yazan kimi gazetecilerin “derin devletin adamı” ilan edildiğini, ortaya atılan başka başka savlarla kafaların karıştığını, gazetecilerin sezgilerini yeterince kullanamadığını ve sonuçta işin içinden çıkılamadığını söylüyor. Bir yerde bu cinayetin peşine hakkıyla ancak Uğur Mumcu düşerdi diyor. Dahası Mumcu cinayeti sonrası yaratılan bu kaosu bir kırılma noktası olarak işaretliyor. Haklı, çünkü ondan sonraki tüm “faili belli” cinayetlerde benzer bir karmaşa yaratılacak ve gerçek suçlular asla yargılanmayacak, tıpkı Hrant Dink cinayetinde olduğu gibi…

Uğur Mumcu 1993’te öldürüldü, yıllarını yolsuzluk, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, devlet-mafya ilişkileri ve uluslararası örgütlerin operasyonlarını, siyasi ve finansal desteklerini ortaya çıkarmaya adadı. Onu gazetecilik adına bir ekol yapan her yazdığını bilgi ve belgelere dayandırmasıydı, hatta muhalefete de aynı öğüdü vermişti: “İlginç bir dönem yaşayacağız. Bu dönemde sol muhalefet bilgiye, belgeye ve kanıta dayanmak zorundadır” (“Dosyalı Muhalefet...” Cumhuriyet, 19 Nisan 1975).

Mumcu’nun bilgi ve olgulara dayalı yazdıkları, ölümünden üç yıl sonra, Susurluk kazasıyla ortaya dökülen kirli ilişkilerle bir kez daha kanıtlanacaktı. Tansu Çiller’in başbakan, Ağar’ın içişleri bakanı olduğu; gazetelerin “Abdullah Öcalan’ın aslında Ermeni olduğu” haberlerini servis ettiği o karanlık yılda, 1996’da, Hrant Dink ve arkadaşları Agos gazetesini kurdu. Amaçları dillerini bilmeyen Ermeni toplumuna seslenmenin yanı sıra Ermenileri tüm topluma anlatmak, toplumsal barışa katkı sunmaktı. Bugün bazılarının Kulüp dizisinden öğrendiği 6-7 Eylül gerçeklerini yazan onlardı. 2004 yılındaki, Sabiha Gökçen’in ailesini soykırımda kaybetmiş olan Hatun Sebilciyan olduğu iddiasına dayanan haber, öldürülmesine kadar geçen süreçte bir dönüm noktasıydı elbette, ama öncesinde de Agos baskılardan uzak değildi, birkaç kez toplatıldı, gazete yöneticileri yargılandı. 2004 ile 2007 yılları arası Hrant Dink’in tüm hassasiyetine rağmen güvercin tedirginliği ile yaşadığı, hedef gösterildiği, yaygın medyanın bunun yol açacağı sonuçları göz ardı edip, milliyetçi hatta şovenist koroya katıldığı bir dönemdi. Sonucu malum…

Dink suikastının üzerinden 15 sene geçti, esas sorumluların yargılanmadığı dava 15 sene sonra sonuçlandı, şimdi temyiz aşamasında. Her 19 Ocak’ta olduğu gibi, bu yıl da Sebat Apartmanı’nın önünde yüzlerce kişi toplandı, “Öldür diyenler yargılansın!” diye bağırdı. O soğukta yaygın medya dâhil çok sayıda kamera kayıttaydı, ama ne kadarını haber yapabildiler? Hatta yapabildiler mi? Pek çok gazetenin ne 19 Ocak, ne 20 Ocak’ta ilk sayfalarında Dink’e dair hiç haber yoktu. Hürriyet, 20 Ocak’ta adalet talebinden hiç söz etmeden Rakel Dink’in sözlerine atıfla “Ben geldim sevgilim” başlıklı bir haber yayımladı.

Uğur Mumcu 1 Şubat 1979’da öldürülen Abdi İpekçi’nin anısından hiç vazgeçmedi. Aydın Doğan’a satıldıktan sonra Milliyet’in eski yazı işleri müdürünün cinayetini takip etmemesine hem üzüldü, hem öfkelendi. Katili Mehmet Ali Ağca’nın peşine düştü. Ağca ile röportaj yaptı, kitaplar yazdı. İpekçi cinayeti dosyasının yeniden açılmasını sağladı. Bakın nasıl bir çaba: 

“Abdi İpekçi dosyasını ben 10 kez okudum, açığını yakalayabilmek için, ki 500 sayfadan fazla, silik fotokopiler, ifadeler.. Yani zamanını ayırmak sorunu. Bizde gazetecilik, köşende oturacaksın, çayını içeceksin, yazını öyle yazacaksın. Böyle anlaşılmış, oysa gazetecilik haber demek ve her gün yenilenen bir olay.” (1984’te BBC Türkçe’den Ayça Abakan ve Nuri Çolakoğlu’na verdiği söyleşiden).

Reklam

Mumcu, 8 Nisan 1982’de Cumhuriyet gazetesinde, tanımın kime ait olduğunu bilmediği “ara rejim profesyonelleri”nden bahsediyordu: “Sivil politikacılardır, hacıyatmaz bürokratlardır ve kalemlerinin çevresinde her döneme uygun danslar yapan ünlü ve hırslı gazetecilerdir”. Bugün hiç olmadığı kadar kalabalıklar. Ertuğrul Özkök 31 Ocak 2012’de “Uğur Mumcu’yu Kim Öldürttü?” başlıklı yazısında Hrant Dink’in hedef gösterildiği dönemde Hürriyet’in tutumunu aklamak için, “Abdi İpekçi... Sizce onu öldürenlere tahrik lojistiğini kim sağlamıştır? Mesela onun hakkında çok ağır yazılar yazan Uğur Mumcu olabilir mi?” diye soruyordu. Cevabı birkaç gün sonra Özgür Mumcu Radikal’deki köşesinden verdi: “Hele bu yazı, zamanında Abdi İpekçi ve Uğur Mumcu için “Türk gazeteciliğinin yeni kuşakları artık bu iki rol modelini müzelerdeki haklı yerine yerleştirip başka yeni modeller de aramak zorundadırlar” demiş birinden gelince. Yeni modelleri arayıp bulana kadar, keşke kendisi Uğur Mumcu’nun Abdi İpekçi için yaptığı araştırmayı Hrant Dink için yapsaydı. Unutulmasın ki Uğur Mumcu yazdıklarıyla kapanmış İpekçi dosyasının tekrar açılmasını sağlamıştır.”

Özkök’ü bir tarafa bırakalım, o bunu da kendisine yapılan ‘haksızlıklara’ yazsın, hatta “Tansu’ya Mektuplar” serisine eklesin, popüler haber sitelerimiz, Dink’i anan yazıların ardından illa ki yayınlarlar.

Mumcu da, Dink de ideolojilerini, görüşlerini asla sakınmadılar, “mış gibi” yapmadılar, katılırsınız ya da eleştirirsiniz, lakin gazetecilikleri asla bugüne cuk oturan “ara rejim profesyonelliğine” dönüşmedi. Umutsuzluğa kapılmadan yine onun sözleriyle bitirelim, “Dün, bütün özellikleri ile bugünün ve yarının sadık bir aynasıdır. Yeter ki bu aynaya dikkatle bakalım."

Editör: Haber Merkezi