Gazete Duvar'ın Yazarı Vecdi Erbay,  "Dersim’den notlar"    bugünkü köşesine taşıdı.

DERSİM - Berbat bir hastalığa, ALS’ye yakalanmıştı Emirali. Bu hastalığın pençesinden kurtulması mümkün değildi ama sanıyorum hepimiz ve kendisi de biraz daha vaktimiz var diye düşünüyorduk. Emirali, hastalığı sürecinde şiirlerini “Gitmek Bir Uzun Öykü” (Red Yayınları) adı altında toplamış, denemelerini “Her Yerden Hiçbir Yere” (Ütopya Yayınları) adıyla yayımlamıştı. Bir yandan hastalıkla boğuşurken, bir yandan da üzerinde çalıştığı kitaplara son noktayı koymaya çalışıyordu. Biraz can havliyle…

“Emirali’yi son yolculuğuna uğurlayacağız.” Böyle diyoruz birbirimize.



“Son yolculuğuna uğurlamak” kalıp sözü bana hep garip gelmiştir. Bunu söylerken ölüm gerçeğinden uzak tutuyoruz sanki hem kendimizi hem de vefat edeni. Ölümü ne kendimize ne de son yolculuğuna uğurladığımız kişiye yakıştıramadığımızı bu sözle dile getirmiş oluyoruz sanki. Ölüm gerçeği karşısında bir çeşit savunma mekanizması…

EMNİYETTE İŞKENCE HABERİ

Emirali’yi son yolculuğuna uğurlayacağız ancak Dersim’e adım atar atmaz, bir gece önce genç bir adamın, Doğukan Gül’ün polis şiddetine maruz kaldığı bilgisi ile karşılaşıyoruz. Ertesi gün Sanat Sokağı’nda konuyla ilgili gerçekleşen basın açıklamasına katıldım.

Kar yağışı altında gerçekleşen açıklamaya katılan İHD ve Baro başkanları, kınadıkları olayın takipçisi olacaklarını dile getirdiler. Baro Başkanı Kenan Çetin, kendilerine başka başvuruların da olduğuna dikkat çekti ve Doğukan Gül’e yapılan işkencenin Dersim’de yaygınlaştığını söyledi.



Vali, “taraflar arasında çıkan kavga” şeklinde açıklama yapmıştı. Ancak Gül ve arkadaşlarının işkence görmesine neden olan olayı çıkaranların valinin korumaları olduğunu Dersim’de herkes biliyordu. Dersim’de polisin keyfi tutumu, baskısı, işkencesi konuşuluyordu.

EMİRALİ’NİN SON YOLCULUĞU

Emirali’nin köyü Xeç, Dersim’in merkez köylerinden biri. Beyazdağ’ın eteklerinde bir köy. Emirali “Dağ Güzellemeleri” başlıklı şiirlerinde bu dağdan söz ediyor. “Beyazdağ’da Bir Gün” (İletişim Yayınları) kitabında ise bu köyde, bu dağın eteklerinde gerçekleşen katliamdan, sürgünlerden söz ediliyor.

Emirali, baba evini onarmıştı. Kendisi için ilk tören bu evin avlusunda yapıldı. Daha sonra epey uzaktaki mezarlığa taşındı Emirali. Mezarlığa ulaşım için yapılmış bir yol yoktu. Özellikle yaşlılar için mezarlığa giden patika yol oldukça zahmetliydi. Nisan ayındaydık ama hem tabutun hem de çiçek açmış ağaçların üstüne kar yağıyordu.

Emirali defnedilirken ağıtlar yakıldı. Heybetli Beyazdağ’ın bu ağıtlara yabancı olmadığını düşündüm. Sonra, yıllar önce Dersim’de katıldığım bir nikah yemeğinde, orada bulunan sanatçıların hep ağıt söylediğini hatırladım. Oysa bu bir düğün yemeğiydi ve daha eğlenceli şarkıların söylenmesi gerekmiyor muydu? Beyazdağ’daki şu cümleler, sanırım bu soruya en iyi cevabı veriyor: “38’den sonra yirmi yıl bizim buralarda davul zurna çalınmadı. Düğünler sessiz törensiz bir biçimde olup bitiyordu.”

Ağıtlar, gece de susmadı. Emirali için bir mekanda toplanan dostları hatıralarını, şiirlerini ve Emirali’nin sevdiği şarkıları paylaştılar. Arada kahkahalarla güldük elbette ama her kahkaha bir hatırayla kesildi sanki.

GÜLİSTAN DOKU NEREDE?

Munzur Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü öğrencisi olan Gülistan Doku, 5 Ocak 2020 tarihinden beri kayıp. Doku’nun bulunması için yapılan tüm girişimler sonuçsuz kaldı, intihar ettiği iddiaları üzerine baraj gölünde yapılan arama kurtarma çalışmalarındaysa Doku’nun cesedi bulunamadı.



Ailesi ve arkadaşları iki yıldır “Gülistan Doku nerede?” diye soruyor. Ancak ne yazık ki Doku’nun akıbeti hala bilinmiyor. Oysa Dersim’in dağı taşı, her sokağı denetim altında. Buna rağmen Doku’nun bulunamaması, akıbeti hakkında bir bilgiye ulaşılamaması soru işaretlerine neden oluyor.

Gülistan Doku’nun fotoğrafları, “Gülistan Doku nerede?” sorusu eşliğinde Dersim’in birçok kafesinde ve ağaç dallarında yer alıyor. Gülistan Doku Dersim’de unutulmadı ve Dersim’de hatırlatılıyor. Gülistan Doku, Dersim’in en taze acılarından biri.

KOMÜNİST BAŞKAN HALKTAN KOPUK MU?

Ovacık'ta belediye başkanı olarak seçildiğinde, Fatih Mehmet Maçoğlu “Komünist Başkan” olarak nam saldı. Tarladaki, sokaktaki, makamındaki görüntülerle ilgi odağı oldu. Çalışmaları ve beyanları dikkatle izlendi. Popüler belediye başkanları sıralamasında kendisine yer edindi. Bu popülarite kendisine Dersim Belediye Başkanı olma fırsatını verdi.

Geçen yaz Dersim’deydim ve Maçoğlu hakkındaki eleştirilerin çok mahcup bir şekilde dile getirildiğine tanık olmuştum. Ancak bu kez işler değişmiş gibi. İnsanlar daha yüksek sesle dile getiriyor eleştirilerini. Geçen yaz Dersim’de meydana gelen orman yangınlarıyla ilgili yaptığı açıklamalar eleştirilerin başında geliyor. Maçoğlu, Dersim’deki sivil toplum örgütlerinin aksine, orman yangınlarının askeri operasyonlardan kaynaklanmadığını, en azından kendisinin buna tanık olmadığını söylemişti. Konuşabildiğim sivil toplum örgütü temsilcileri, bu açıklamayla boşa çıkarıldıklarını ileri sürüyorlar. Kültür sanat alanında da kalıcı, Dersim halkını bir araya getiren, Dersim’in kültürünü ve inancını sahiplenen çalışmaların yürütülmediği ileri sürülüyor. “Ayda bir konser düzenlemek bizim beklediğimiz kültür sanat etkinliği olamaz” şeklinde tarif ediliyor. Yollardan, işsizlik sorunundan kaynaklanan şikâyetler de var elbette. Bana en ilginç gelen ise “Başkan halktan kopuk” serzenişleri oldu. Ovacık Belediye Başkanlığı sürecinde Maçoğlu, hep halkın arasındaydı. Şimdi ne oldu da halktan kopuk bir belediye başkanı oldu?

Şikayet sahiplerine şikayetlerin abartılı bulduğumu söylediğim için, Dersim’de yapılmış sokak röportajı videosunu izlettiler. Doğrusu enteresan bir videoydu. Dersim’e dışarıdan gelenler Maçoğlu’nu överken Dersim’de yaşayanların neredeyse tamamı, hiç çekincesiz eleştiriyorlardı. Eleştiriyi yapanlar, kayyımın Dersim belediyesini nasıl yıprattığının da farkındaydılar.

“Komünist Başkan” Maçoğlu belediyeyi kayyımdan devraldı. Bu nedenle Dersim’de yaşanan birçok sorunun kayyımdan kaynaklandığını kabul etmek zor değil. Ancak “Komünist Başkan”ın halktan kopuk olduğunu kabul etmekte zorlandığımı belirtmeliyim. Bu doğruysa “Vay halimize” demek isterim.

MEHMET ÇETİN’İ ZİYARET ETTİK

Dersim’e gelmişken Mehmet Çetin’i ziyaret etmeden dönmek olmazdı. Bir grup arkadaş, Mehmet’in Ovacık’a bağlı köyüne doğru yola düştük.

Emirali Yağan, vefatından sonra Mehmet Çetin için, “Ben onunla bir büyük uçuruma, bir büyük boşluğa, bir büyük kratere düştüm” demişti. Emirali, vakit kaybetmeden Mehmet’in ardından gitti ve belki “Bir büyük boşluğa düşme” halini bu şekilde giderdi.



Mehmet için Piya Kolektifi’nden heykeltıraş arkadaşımız Sercio (Sercihan Alioğlu) güzel bir mezar hazırlamış. Mehmet’e duyduğu sevgiyi, Beyazdağ’dan getirtilen kaya parçasına nakşetmiş. “Güzel yapmış” dedik, içinde bir arkadaşınızın yattığını bildiğiniz bir mezar için güzel demenin tuhaflığını ve acısını hissederek.

Upuzun sohbetlere eşlik etsin diye bir tütün sardım ve Mehmet’in başucuna bıraktım.

GÖZELER SESSİZDİ

Mehmet’ten sonra Dersimliler için kutsal olan gözelere de gittik. Gözelere giden yeni bir yol yapılmış. Son yıllarda takı, gözleme ve benzeri şeyler satan insanlar çoğalmıştı gözelere giden yolda. Bu dağınıklığı gidermek için olsa gerek, çok sayıda dükkan yapılmıştı.

Munzur suyunun üzerine asma balkonlar ve yürüyüş yolları yapılmıştı. Bunların tahtadan olması rahatsız edici değildi ancak insanların su ile temasını engelliyordu. Munzur suyu Dersimliler için, birçok şey gibi kutsaldı ve “Buraya kadar gelmişken suya dokunmadan dönmek olur mu?” deniliyordu.

Su, bütün konuşmaları dinleyerek ve yedeğine alarak gürül gürül akıyordu. “Daha Ovacık’ın karları erimedi. Karlar erisin, su o zaman yükselecek” deniliyordu.



Ziyarete gelenler çıra yakmadan dönmez. Biz de öyle yaptık. Çıra satan kadın, “6 aydır kimse gelmiyordu. Biz de yeni çıktık” diyordu, uzun kışı anlatarak.

Köylülerin yaşını kestirmek zordur. Az ileride bankta tek başına oturan adamın yaş için 80 diyeceğim ama daha genç de olabilir. Güneşi fırsat bilmiş, açık havada kitap okuyordu. Kapağından anladığım kadarıyla kitap, Erzincan’ı ve çevresini anlatıyordu ama adam, “Her şey var bu kitapta” dedi. Bildiği her şeyi bir kez de kitapla keşfediyordu adam.

DÖNÜŞ YOLUNDA DAĞ KEÇİLERİ

Ovacık’tan Dersim’e dönerken yolumuzu iki dağ keçisi kesti. Biz yavaşladık, onlar hiç acele etmeden dağa tırmandılar. Üstelik dağda hemen gözden kaybolmadılar, fotoğraf çekmemize izin verdiler.



Muzaffer Oruçoğlu’nun “Uçurum Geyikleri” romanını hatırladık. Avcılık nasıl bir spor olabilir, diye düşündük. Binlerce lira harcayarak Dersim’e gelmek, bu canlıların peşine düşmek, onları öldürmek ve fotoğraf çektirmek… Çok akılsızca ve zalimce geliyor bana. Bu hayvanların Dersim halkı için kutsal olduğu düşünülünce iyice manasız bir hal alıyor ‘avcılık sporu’.

DELİ SORULAR

Dersimliler için Dersim’in dağı taşı, börtü böceği kutsal. Hangi dağa, hangi suya dokunsan 1938 yılına ait acı hatıralar fışkırıyor. Kim bilir belki sırf bu nedenle 1990’lı yıllarda göçe zorlananlar, dağ başındaki köylerine geri dönüyor, burada yeni ve konforlu evler inşa ediyorlar. Bu geriye dönüşün Dersim’i ekonomik, sosyal ve siyasal olarak ayakta tuttuğu da gözlemleniyor. Ancak bu geriye dönüş ne kadar sürecek? Mesela İstanbul’da ya da Avrupa’nın herhangi bir kentinde doğan bir genç, ebeveynleri kadar Dersim’le güçlü bir bağ kurabiliyor mu? Öyle ya, ebeveynleri bu köylerde doğmuş, bahçede bir şeyler yetiştirmiş, hayvanları gütmüş, akranlarıyla oyunlar oynamış, kavgalar etmiş, dağlarda yankılanan türküler dinlemişti. Ya onlar?

Diyarbakır’a dönerken aklımda böyle deli sorular vardı.

Editör: Haber Merkezi