T24'ün konferansını izliyorum. 

Cumhuriyet'in 100. yılında
Türkiye ve dünya
nereye?

Bekir Ağırdır'ın sözlerine kulak veriyorum:

2023'te sadece bir cumhurbaşkanı seçmeyeceğiz,
bir medeniyet tercihi yapacağız.
Türkiye'nin bir umuda,
bir iddiaya ihtiyacı var.

Ağırdır'ın demokrasi vurgusu yaptığı
konferansı açış konuşması
şöyle devam ediyor:

Bugün karşımızda üç Türkiye var.
İstesek de istemesek de,
kabul etsek de etmesek de üç Türkiye:
Muhafazakârlar, sekülerler
ve Kürtler...
Ekonomik olarak da, siyasal olarak da,
sosyolojik olarak da, kimlikler olarak da
üç Türkiye...
Ve şunu da gördük ki,
sadece bir tarafın galibiyetiyle,
sadece bir tarafa göre kurgulanmış
bir ortamda huzur bulamıyoruz.
Demek ki ortak yaşamı, ortak ilkeleri
ve hedefleri kurmamız lazım.
Bunun için de örgütlenmek
ve bu örgütlenmeler üzerinden tartışarak
uzlaşmalar üretmek zorundayız.

MIT öğretim üyesi Prof. Dr. Daron Acemoğlu, T24 konferansına ABD'den bağlandı

T24'ün konferansı demokrasi ve hukuk
vurgularıyla devam ediyor.
Prof. Dr. Daron Acemoğlu sorunu
açık koyuyor: 

Türkiye'nin çok derin
bir demokrasi krizi var! 

Kendisine soruyorum:

"Bu krizin aşılması konusunda
muhalefet ne kadar umut veriyor?"

Prof. Acemoğlu'nun yanıtı:

Muhalefetten başka çare var mı?..
Muhalefete umut bağlamayacaksak,
kime bağlayacağız? Yukarıdan gelip
demokrasiyi kurtaracak kimse olamaz.
Askeri rejimler Türkiye'yi çok fena kutuplaştırdı. 

Acemoğlu, artık dünyada diktaların,
otoriter rejimlerin seçim sandığından
çıktığına dikkat çekiyor.
Şöyle devam ediyor: 

Türkiye'nin demokrasi krizi var.
Hukuk krizi var.
Anayasa krizi var.
Eşitsizlik krizi var.
Özgür basın zorluğu var.
Bütün bu sorunlar aşılacaksa,
demokrasi lazım.
Demokrasi lüks değil.
Büyüme için de demokrasi şart. 

Daron Acemoğlu, demokrasilerin Amerika dahil
bütün dünyada gerileme sürecine girdiğini,
demokratik politikaların kısıtlandığını
ve milliyetçiliğin geri geldiğini belirtiyor.
Amerika'da yargının siyasallaştığına,
medyanın kutuplaştığına dikkat çekerken
bir noktaya özellikle işaret ediyor: 

Amerika'da demokrasinin gerilemesi,
bütün dünyayı olumsuz etkiler.

Acemoğlu'nun bir cümlesi daha
notlarımın arasında:

Çin demokrasiyi öldürmek zorunda!

İklim değişikliği, iklim krizi konusuda
dünyanın hazırlıksızlığına da,
mülteci sorununun iç savaşlara yol
açabilecek kadar korkunç boyutları
olduğuna da değiniyor Acemoğlu...

Prof. Dr. Hakan Kara (solda) ve Uğur Gürses 'ekonomide hasar tespiti ve restorasyon senaryosu' üzerine sunum yaptılar

Uğur Gürses'in konferans konuşmasındaki
şu cümlenin altını çiziyorum:

Türkiye demokrasiden, hukuktan
uzaklaştıkça ekonomi de kötüye gitti.

Uğur Gürses sözü enflasyona getiriyor:

Bu kadar kısa süredeki
enflasyon patlaması geçmişte
görülmemiş bir şey...
Hızla yoksullaşma ve orta sınıfın
çöküşü de öyle... 

Prof. Dr. Hakan Kara enflasyonun patlamasına,
ekonominin kötüye gitmesine değinirken,
başta Merkez Bankası olmak üzere
kurumsallaşmada fena halde geriye
gidilmesine dikkat çekti. Kurumları yerli yerine
oturtmadan, örneğin Merkez Bankası
siyasi otoriteden bağımsız kılınmadan
ekonominin rayına oturamayacağını belirtti.
Konferanstaki konuşmaları dinlerken,
Türkiye'nin düze çıkabilmesi için demokrasiye
ne kadar çok ihtiyacı olduğunu,
bu açıdan kurumsallaşmanın önemini
bir kez daha düşündüm
Yargının siyasetin oyuncağı olmakta
kurtarılması...
Yargı, yürütme ve yasama arasında
güçler ayrılığının kurulması...
Özgür ve bağımsız medya,
yani medyanın kurumsallaştırılması...
Üniversitenin gerçekten üniversite
olabilmesi için kendi kendini yönetir hale
gelmesi, akademik özgürlüğün sağlanması,
bir başka deyişle üniversitenin kurumsallaştırılması...
Dışişleri Bakanlığı'nın kurumsallaştırılması,
bir başka deyişle diplomasinin "alaylı eller"den,
kurtarılması ve kendi geleneklerine dönmesi...

Prof. Dr. Alev Özkazanç (solda) ve Prof. Dr. Nebi Sümer

Konferansta şiddete ayrılan bölümde
Prof. Dr. Alev Özkazanç'la Prof. Dr. Nebi Sümer'i
büyük bir heyecanla dinliyorum.
Özkazanç, neo-liberalizmden kaynaklanan
eşitsizliklerin şiddeti nasıl beslediğini anlatıyor.
Sümer, "ahlaki geri çekilme"ye getiriyor sözü.
Bu durumun kötülüklerin görmezden
gelinmesine, yardımlaşma ve empatinin
kırılmasına yol açtığını belirtiyor.
Prof. Özkazanç, şiddetin yaygınlaşmasında
"devlet şiddeti"nin rolünü de unutmayalım
derken, Cumhuriyet tarihinin
çok ağır olan siyasal şiddet sorununa da getiriyor sözü...

Prof. Dr. Şevket Pamuk (solda) ve Prof. Dr. Ali Yaycıoğlu

Prof. Dr. Şevket Pamuk, 1980 sonrasında
Türkiye'nin neo-liberal ekonomi düzeni içinde
yürüdüğünü anlatıyor.
Bugün artık"neo-liberal küreselleşme"nin
sahneden çekildiğini, yerine nasıl bir düzenin
geleceğinin ise henüz bilinmediğini söylüyor.
Sözlerine şunu da ekliyor: 

Türkiye'de siyasetin istikrarsızlıkları devam ediyor.
Siyasette istikrarı sağlayamadığımız için ekonomide
de dalgalanmalar yaşanıyor. Oysa, Türkiye'de
müthiş bir potansiyel ve iktisadi dinamizm var. 
 

Şevket Pamuk bir soru üzerine,
"Cumhuriyet beni heyecanlandırıyor,
çünkü ben Cumhuriyet çocuğuyum" diyor.
Prof. Dr. Ali Yaycıoğlu'nun cumhuriyet konusunda
şu söylediklerinin altını çiziyorum: 

Cumhuriyet fikri üzerinde
daha çok düşünmeliyiz.
Cumhuriyet'in radikalliği
çok önemlidir.
Yeni cumhuriyeti, yeni cumhuriyetçiliği
daha çok düşünmeliyiz.  

Prof. Ali Yaycıoğlu daha sonra, daha çok
kendi damgasını taşıyan
anti-tarih konusuna geliyor: 

Bizim toplum tarihle çok fazla
dolduruşa gelen bir toplum.
Geleceği bu kadar tarihle anlamaya
çalışmak sağlıklı değil.
Tarih ipuçları verir ama
geleceği okumaz, geleceği göstermez.
Tarih bu kadar siyasetin odağı olmamalı.
Tarih anlatıları bu kadar ağır basarsa,
geleceğin kurulması zorlaşır.
Tarih geçmişi anlatır, siyaset ise
geleceğe ilişkindir…
 

Prof. Yaycıoğlu'nun bu sözleri bana
Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor isimli kitabımdaki
bir bölümü hatırlatıyor: 

... çünkü geçmiş bir türlü geçmiş
olamıyor bu memlekette
... çünkü tarih bir türlü tarih
olamıyor bu memlekette.
Bazı temel sorunlarımızı çözemediğimiz
ve kör bir inatla biriktirdiğimiz içindir ki,
tarih paçalarımızdan çekmeye
devam ediyor. Bu öylesine hazin bir duygu ki,
insanı bazen kendi memleketine yabancılaştırıyor,
hatta kendi memleketinde bile sürgün
yaşatabiliyor. Türkiye, köklü sorunlardan
ve keskin kutuplaşmalardan oluşan
öylesine acılı bir kısır döngü içinde ki, insanda
hep aynı filmi seyrediyoruz duygusunu yaratıyor.

Prof. Dr. Evren Balta, Prof. Dr. Deniz Şenol Sert, emekli büyükelçi Namık Tan (sağdan sola) "dünya, dış politika ve zorunlu göçler" panelinde

Prof. Dr. Deniz Şenol Sert, göçler konusunda şöyle diyor:

Küreselleşmenin, eşitsizliklerini
en iyi gösterdiği alan göçler.
Göç, hem iç hem dış politikanın
önemli malzemesi. Göçün bize ayna
tuttuğu yapısal noktalarından hiçbir
zaman bahsetmiyoruz. Türkiye
seçimlerinin 
en önemli konularından
biri 
göç konusu olacak.

Eski Washington Büyükelçisi, Dışişleri Sözcüsü,
emekli diplomat ve dış politika yazarı
Namık Tan, Dışişleri Bakanlığı'nın bugün
devlet içindeki geleneksel yerini kaybetmesinden
ve alaylı hale getirilmesinden hissettiği
acıya konuşmasında değiniyor.
"Dünya, Soğuk Savaş'ın ardından kırılmalar
yaşamaya devam ediyor
" diyen Namık Tan
şöyle devam ediyor:

Dünyayı popülizm dalgası sardı.
Batı ve genç, dinamik, Doğu
arasında ekonomik, siyasi,
kültürel anlamda
yeni nesil 'Soğuk Savaş' başladı.
Biz de yerimizi belirlemek zorundayız.
Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı
artık bizi bir karara zorluyor.
Bu savaşta fırsatları değerlendirecek
bir ülke mi olacağız,
yoksa arada derede kalan sıradan
bir ülke mi?

Prof. Dr. Evren Balta, Rusya'nın Ukrayna'daki
işgal girişiminin "savaşı Avrupa'ya soktuğunu,
Avrupa içinde sınır değişikliği yaratmasıyla
savaşın normlarını değiştirdiğini" vurguluyor.
Yeni tehlikelerin hem Avrupa'yı militaristleştirdiğini
hem de Rusya ve olası Çin tehdidi üzerinden
transatlantik ittifakını güçlendirdiğini anlatan
Prof. Balta, "ekonominin bir savaş aracı olarak"
konumlandırıldığını, dolayısıyla "serbest
ticaretten güvenli ticarete, off-shoring'ten
friend shoring'e geçildiğini söylüyor. Balta,
birbirine benzeyen rejimlerin işbirliği yapması
eğilimini örneklendirirken Putin-Erdoğan
yakınlaşması ve Türkiye ile Batı ittifakı
arasındaki gerilime dikkat çekiyor.

 Ümit Boyner, Prof. Dr. Levent Kurnaz, Hacer Foggo (sağdan sola)

Eski TÜSİAD Başkanı, iş insanı Ümit Boyner,
iklim, sürdürülebilir ekonomi ve yoksulluk
konularını ele alırken şöyle diyor:

Eşitsizlikten sadece gelir dağılımını anlamayalım.
Eğitimde fırsat eşitliği özellikle dijital dünyada önemli.

Bunun bir devlet politikası olması lazım.
Türkiye'nin beşeri sermayesinde sorun var.
Türkiye'de 25 yaş üstünde

ortalama okul yılı 8.6, bu çok düşük
bir rakam. Teknolojide bu kadar gelişirken,
rekabet bu kadar güçleşirken

bilimsel temelli eğitimin öne çıkması lazım. 

Derin Yoksulluk Ağı Kurucusu 
Hacer Foggo'nun şu sözleri ilginçti:

Hak temelli bir politika yok.
Daha bugün sosyal hizmet uzmanları
sokaklarda dolaşırken 
aynı zamanda
Cumhurbaşkanı'nın mektubunu da veriyorlar.

Bir kamu görevlisinin hem bir parti başkanının,
hem de bir cumhurbaşkanının mektubunu
ailelere dağıtması bile 
(sosyal yardımların)
insan hakları temelli olmadığını
gösteriyor. Her parti mektup
 dağıtabilir
ama bunu dağıtan kişinin yoksulluğu
önleyecek çalışmacının olmaması gerekiyor.
Hak temelli yoksulluk politikasına

ihtiyaç var. Sosyal destek devletin görevi,
alan insan için de hak...

Aynı panelde Prof. Dr. Levent Kurnaz'ın
iklim değişikliğinin kapının eşiğine dayanmış
bir kriz olduğuna ilişkin açıklamaları
çok düşündürücüydü. Türkiye'nin en
büyük sorununun güncel ekonomik
sorunlardan da önce iklim krizi olduğunun
altını çizen Prof. Kurnaz, 30 yıl içinde
on milyonlarca insanın iklim göçleriyle
Türkiye'nin sınırlarına yığılabileceğini anlattı.

Columbia Üniversitesi'nde ders veren Orhan Pamuk, T24 konferansına ABD'den bağlandı

Konferansın kapanış konuşmasını
Orhan Pamuk yaptı.
Konuşmasına, Italo Calvino'nun
"Sandık Gözlemcisi'nin Uzun Günü"
romanına gönderme yaparak "Yaşlandıkça
iyimser olmak istiyorum" diye başlayan Pamuk,
şöyle devam etti:

Yarın ne olacak?
İyimser senaryo:
Bu iktidar halkın oyuyla gidecek!
Kötümser senaryo:
Seçim sonucunu kabul etmeyecek
ve bazı pislikler yaşanacak. 

Orhan Pamuk'u dinlerken
kısa kısa notlar alıyorum:

Benim için hayattaki en önemli değer,
düşünce özgürlüğüdür.
Hayatım boşa geçmedi
diyebilmem için düşünce özgürlüğü
en başta gelir.
Düşünce özgürlüğü bir lüks değildir.
En çirkin, en anlamsız şeyler de
düşünce özgürlüğü içinde yer alır.
Dine bakarak faiz kararı alınamaz.
Türkiye'deki siyasal dünyanın
en zayıf noktası, en utanılacak hâlimiz
kadınlara yaptıklarımızdır.
Şarkıcı bir kadını alıp, onu 10 sene evvel
söylediği bir şarkıdan dolayı
ya da kendi aralarında yaptığı şakalardan
dolayı onlara eziyet etmek, onlar

'vatan haini' durumuna düşürmek
bunlar yakışıksızlığın, çirkinliğin
doruk noktaları...
Bunlara tanık olmaktan ben utanıyorum.
Kadınlar sadece çocuk yapacak
kuluçka makinaları değildir.
Hayatımın hiçbir döneminde
bu kadar fakirleşme,
bu kadar pahalılık görmedim.
Ülkemizin şu anda yaşamakta olduğu
en büyük skandal,
en rezil durum, fakirliktir.

Orhan Pamuk'tan aldığım notlardan
sonuncusu da şu oldu: 

Başımızdakiler bizi
çok kötü yönetiyor! 

Orhan Pamuk'un konuşmasının tam metni

*

T24 konferansının moderatörleri Şirin Payzın ve Murat Sabuncu  

Moderatörlüğünü Şirin Payzın ve Murat Sabuncu'nun
yaptığı T24'ün konferansını sabahtan akşama,
aralar hariç yerimden hiç kıpırdamadan izledim.
T24 çok iyi bir iş çıkardı,
yeni bir geleneğin temelini de atmış oldu.
Başta Doğan Akın olmak üzere
emeği geçen bütün T24'çüleri yürekten kutluyorum.
İyi ki T24 var!

Hasan Cemal kimdir?

Hasan Cemal 1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1969 yılında Ankara’da haftalık Devrim dergisinde başladı. Yeni Ortam dergisi, Anka Ajansı ve Günaydın gazetesinde çalıştıktan sonra 1973 yılında Cumhuriyet gazetesine girdi. 1979 - 1981 yılları arasında Ankara Temsilciliği yaptı. 1981-1992 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesini Genel Yayın Yönetmeni olarak yönetti. Cumhuriyet gazetesi Cemal'in yönetimindeyken 1986’da Sedat Simavi Ödülü’nü kazanarak "yılın gazetesi" seçildi. 

1992-1998 yılları arasında Sabah gazetesinin birinci sayfa yazarlığını yaptı. 1998'den 2013'e kadar yaklaşık 15 yıl boyunca Milliyet gazetesinde yazdı. Nokta dergisi 1989 Doruktakiler ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti köşe yazısı ödüllerini kazandı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2004 yılında da "Araştırma" ödülünü Hasan Cemal'in çalışmalarına verdi. 

28 Şubat 2013'te Milliyet'in manşetinde yayımlanan "İmralı Zabıtları"nın yayınını savunduğu için dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan'ın tepkisine hedef oldu. Milliyet yönetimi, "Başbakan'ı ve medya sermayesini sorgulamaktaki ısrarını" gerekçe göstererek yaklaşık 15 yıldır yazdığı gazetedeki köşesini kapattı. 

Milliyet ile yolları ayrıldıktan sonra yaptığı röportajlar ve kaleme aldığı yazılar, bağımsız internet gazetesi T24'te yayımlandı. Türkiye medyasının en etkili ve kıdemli isimlerinden olan Hasan Cemal, Mart 2013’ten beri T24’te yazıyor. Harvard Üniversitesi Nieman Gazetecilik Vakfı Louis M. Lyons Gazetecilikte Vicdan ve Dürüstlük Ödülü'nü "hayatı boyunca basın özgürlüğünü savunmak için gösterdiği çaba nedeniyle" 2015 yılında Hasan Cemal'e verdi. Cemal, Türkiye'de bu ödülü alan ilk gazeteci oldu. 

Bir dönem Bilgi Üniversitesi’nde “Medya ve Politika” dersleri veren Hasan Cemal’in yayımlanmış 13 kitabı, tarih sırasıyla şöyle: 

Tank Sesiyle Uyanmak (1986)

Demokrasi Korkusu (1986)

Tarihi Yaşarken Yakalamak (1987) 

Özal Hikâyesi (1989)

Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım (1999)

Kürtler (2004)

Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim (2005)

Türkiye'nin Asker Sorunu (2010)

Barışa Emanet Olun (2011)

1915: Ermeni Soykırımı (2012)

Delila - Bir Genç Kadın Gerilla'nın Dağ Günlükleri (2014)

Çözüm sürecinde Kürdistan Günlükleri (2014)

- Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor (2018)

- Hasan Cemal'in "Zamane Diktatörleri" adını taşıyan basılmamış bir kitabı daha var.

YAZARIN TÜM YAZILARI

Hasan Cemal

Editör: Haber Merkezi