“Sevgili Aysel Tuğluk, Mehmet Emin Özkan, Ergin Aktaş, Makbule Özer ve daha binlerce arkadaşımızın özgürlüğü bizim ellerimizde! Ailelerin başlattığı nöbet eylemlerine ve diğer eylem ve etkinliklere çalışmalara katılım sağlamak son derece önemlidir. Bu, çocuklarımızın yüzüne utanmadan bakabilmemiz içindir.”

Leyla Güven* JINNEWS'e yazdı.

“Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın” diyor Albert Camus. “Bizim coğrafyamızda insanlar nasıl ölüyor” sorusuna sadece birkaç örnek verecek olursak; keskin nişancı kurşunuyla Taybet Ana gibi, gece evinde uyurken panzerle ezilen Silopili çocuklar gibi, helikopterden atılarak Vanlı köylüler gibi, hava bombardımanı ile öldürülen Roboskili çocuklar gibi, evinin önünde ya da sokakta yürürken panzerle ezilen çocuklar ve yetişkinler gibi, gözaltında ya da cezaevinde yapılan işkence ve birçok yöntem ile katledildiğini belirtebiliriz. Bu ölümleri gerçekleştiren akıl topluma “takdiri ilahi”, “fıtratında varmış” diyerek bu ölümleri doğal görmemizi arzuluyor. Oysa bu belirttiklerim ve daha binlerce ölüm doğal ölüm değil cinayettir!

Hayat kanundan güçlüdür

Peki bu ölümleri bizzat işleyen ya da sebebiyet verenler herhangi bir cezai yaptırıma tabi oluyor mu? Tabi ki hayır! Hatta çoğunun terfi ettirildiği bilinen bir gerçektir. Konfüçyüs 2 bin 600 yıl önce “Baskı yapan devletler, kaplanlardan daha tehlikelidir” içerilmiş kötülükle hareket eden egemenler “Nasıl olsa bütün acılar eskiyecektir, dolayısıyla ben kötülüklerime devam edeyim” diyor. Ve baskı, zulüm ve işkencelerine her alanda fütursuzca devam ediyor. Bu zihniyet şimdilerde cezaevlerinden her gün cenazelerin çıkmasına bilerek ve isteyerek sebebiyet veriyor. Ağır hasta ve tek başına yaşamını sürdüremeyecek durumda olan ve birçoğunun çok az ömrünün kaldığı tıbben açıklanan hasta tutsakların inatla ve öfkeyle bırakılmaması başka türlü nasıl açılanabilir ki? Bugün bütün kanunları kendi iktidarlarını sürdürebilmek için kullananlar hayatın kanundan daha güçlü olduğunu bilmiyorlar! Oysa hasta tutsakların durumu siyaset üstüdür! Söz konusu insan yaşamı olduğunda bazı sözler anlamsızlaşabiliyor. Suç, ceza, devlet, yasa ve kanun gibi olgular insan, hukuk, adalet, yaşam, eşitlik, özgürlük, vidan ve ahlak olgularından çok sonra gelirler ve gelmelidirler. Ahlaki ilahi buyruklara uymak değil; çekilen acıları azaltmak anlamına gelir. Yani ahlaklı davranmak için bir mite ya da anlatıya inanmamız gerekmez. Sadece acıyı derinlemesine idrak etmek yeterli olacaktır.

İçselleştirilmiş kötülük

Geçtiğimiz günlerde cezaevinde yaşamını yitiren hasta tutuklu eski Belediye Başkanımız Bozo Yılmaz’ın sevk edildiği ATK’ye götürülürken yolda, “dört gün boyunca aç bırakıldığı” ailesi tarafından ifade edildi. “Yanında para yok” diye yemek vermemişler. Oysa o ring aracının içindeki bütün yetkililer “tutsakların para taşımalarının yasak olduğunu” bilirler. İşte bu nedenle “içselleştirilmiş kötülük” diyoruz. Kürt’ün ölüsüne-dirisine-yaşlısına-gencine-tutsağına-hastasına düşmanlık diyoruz. Hiç kimse biz Kürtlere yasalar karşısında “hepimiz eşitiz” demesin! Tecrübe ile sabittir ki; söz konusu Kürtler ise mevcut yasalar her zaman ve her yerde eşitsizliğe dönüşmektedir. Çünkü iktidarın adalet terazisinin kefelerinden birine beka, vatan, millet, Sakarya milliyetçiliğini doldurup, üzerine oturmak gibi bir huyu vardır.

Yanlarında durmak vicdani sorumluluktur

Elbette derdimiz kötülüğün sıradanlaştığı bu faşist düzeni anlatmak değildir. Malum, faşizm karakteri gereği tekçi, milliyetçi, dinci, cinsiyetçi, ötekileştiricidir. Şimdilerde bizim için önemli olan kendisini faşizm karşısında konumlandıran kesimlerin tutumudur. Hemen hemen her kentte var olan ve çoğu zaman önünden-arkasından geçtiğimiz cezaevindeki tutsakların yaşadıklarını hissedebiliyor muyuz? Ben bundan çok emin değilim. Hasta tutsakların cezaevlerinde çıkarılan tabutların her insanım diyen ve insan hak ve özgürlüklerine önem veren kişilerin beyninde infial yaratmalıdır! Çünkü hasta tutsaklar ailelerini son kez bir arada görebilir, canlarının çektiği bir yemeği yiyebilir, gökyüzüne sınırsız bakabilir, ranza değil de kendi yataklarında ölebilirlerdi! Oysa milyonlarca insan “Hasta tutsakları bırakın” diye Adalet Bakanlığı’na birer faks göndermiş olsaydı belki de bugün vicdanlarımız bu kadar kanamayacaktı. Ateşe su taşıyan karınca misali sayımız belli olur da… Tutsak aileleri yıllardır insan hakları kurumlarıyla birlikte seslerini duyurmaya çalışıyor. Ancak kapitalist modernitenin yarattığı bireyci kültür ve suni gündem kirliliği bu sesin duyulmasını engelliyor. Unutmayalım ki bu hak arayışındaki çoğunluğu anneler olan insanların yanında yer almak vicdani ve ahlaki bir sorumluluktur.

Halkların öfkesi karşısında hangi güç durabilir

Politik tutsaklar bireysel veya şahsi meseleler için değil toplumsal ve siyasal sorunların demokratik çözümü için mücadele ederken tutsak edildiler. Kürt tutsaklar zorunlu bellek kaybı dayatmasını reddettikleri için içeride yaşadıkları her türlü hukuksuzluğa ve imkansızlığa rağmen düşüncelerini asla egemene teslim etmediler. Bu nedenle insanı yozlaştıran koşullar yaratan bir düzenin adaleti tarafından ölüme terk ediliyorlar. “Toplumlar dinin kucağında doğarlar, bürokrasinin kucağında ölüler” diyor. Bu zihniyeti kabul etmeyenlerde işkence ve ölümün her türlüsüyle tehdit edilirler. Oysa bizim halklar olarak gücümüzün farkına varmamız gerekiyor. Hakların dipten gelen dalga misali öfkesinin karşısında hangi güç durabilir ki? Yeter ki bizler bir araya gelelim ve sesimizi sözümüzü birleştirelim.

Özgürlükleri elimizde

“Yaralarım benden önce de vardı, ben onları bedenimde taşımak için doğmuşum” diyor Fransız şair. Evet hasta tutsalar bedenlerindeki acıyı, yüreklerindeki umutla sarıp sarmalıyor ve zulme inat gülümsemeye devam ediyor. Sevgili Aysel Tuğluk, Mehmet Emin Özkan, Ergin Aktaş, Makbule Özer ve daha binlerce arkadaşımızın özgürlüğü bizim ellerimizde! Ailelerin başlattığı nöbet eylemlerine ve diğer eylem ve etkinliklere çalışmalara katılım sağlamak son derece önemlidir. Amasız fakatsız en ön safta yer almalıyız. “Ben katılmasam eksik kalır” anlayışıyla hareket etmeliyiz. Bu çocuklarımızın yüzüne utanmadan bakabilmemiz içindir. Bu toplum içinde başı dik yürüye bilmemiz içindir. Bu faşist zihniyete halkı gücünü göstermek içindir. Bu son derece insani ve vicdani tutumda hiç kimse imtina etmemelidir. Dışarda tedavi edilip sağlığına kavuşabilecek her bir arkadaş bu çabanın bir kazanımı olacaktır. Hep birlikte hasta tutsak ailelerinin çığlığına ortak olalım. Devrimci olmak, yurt sever olmak bunu gerektirir.

* Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven - Elazığ Kadın Kapalı Cezaevi

Editör: Haber Merkezi