Evrensel Gazetenin yazarı Nuray Sancar " Minervanın Baykuşu " adlı köşesinde, "Diyanet, insanla inanç arasından çekilsin bir zahmet!" başlıklı dikkat çeken bir yazı kaleme aldı.

Diyanet İşleri Başkanı, Yargıtay açılışında dua okumasını eleştirenlerin, ‘İnancın ticarete, siyasete, adalete ve yargıya yansımasını istemedikleri için ortalığı ayağa kaldırdıklarını, inancın hayatın dışına itilmesine’ sebep olduklarını söylüyor. Kaç gündür de tartışılıyor. Oysa Başkanı o makama atayanlar, provokatif siyasetleri kapsamında şimdiye kadar dini bunların hiçbirinin dışında görmedi. Din her zaman yoksullar için kalpsizleşmiş bir dünyanın kalbi, sömürülenlerin iç çekişi olarak sokakta körüklendi.

Ama Ali Erbaş’a göre ateizme, deizme, nihilizme kapı açan laikler “İnanç insan ile Allah arasında olsun, evine de yansımasın” demektedirler. Ancak Diyanetin, sırf onlar dediği için ev içindeki meselelere, daha doğrusu belden aşağı mevzulara takılıp; mesela küçük kız çocuklarına evliliğin kaç yaşında caiz olduğuna dair Bizans jimnastiği yapmak zorunda kaldığı da külliyen bir çarpıtmadır. Böyle yapmaya kurumu kimse zorlamadı. Milletin mahremine destursuz ve izansız giren, cinsel fetvalar veren Diyanettir. 

Malum, Bizans deyince meleklerin cinsiyeti akla geliyor. Diyanet 2002’den bu yana bütün kamu malları satılırken, üç beş sermaye şirketinin vergilerinin defalarca silinmesine rağmen emekçinin toplu sözleşmeleri sıfıra yakın zamla bağlanmaya çalışılırken, Kod 29 ile işten atılanlara ahlaksız damgası vurulurken ve çalışabilir genç nüfusun yüzde 30’u işsizken, 28 milyon dolar kayıpken vs… aile içi meseleler ile iştigal etmeye gönüllü olarak devam etti. Ki bunun meleklerin cinsiyetini tartışmakla yakınlığı pekala vardır. Ortalık yangın yeriyken ekonomik uygulamaların bezdirici sonuçlarının fatura tahsilini öte dünyaya havale etmek başka bir anlama gelmez. Diyanetin dini bu bakımdan hep sokakta, işyerinde, okulda, meydandaydı.

Ama o halde ne? Zaten olanın altını tekrar çizmenin anlamı ne?

Çünkü Diyanet fıkhın hızını ihtiyaca binaen KHK, her türlü hükmün sıkıştırıldığı torba yasalar çıkaran, bugünkü yasayı yarın deviren iktidarın hızına uyarlamaya çalışan. Bunu söyleyen de Ali Erbaş’tır. Başkanlığınca düzenlenen 34. il müftüleri istişare toplantısında diyordu ki, “Dinin değişmez sabiteleri dışında kalan ve içtihadın mümkün olduğu alana dahil olan bazı fıkıh hükümlerini, değişen şartlara göre gözden geçirmek… İslam’ın evrensel hakikatlerini, özüne dokunmadan her çağa ve topluma aktarmak ve hayata ilahi bildirimler doğrultusunda rehberlik etmek demektir.” İslam’ın sabiteleri arasında Kur’an, sünnet, Kıyas ve icma var. İlk ikisi belli. Son ikisi ise, kısaca, ulemanın üzerinde mutabık kalarak içtihat belirlemesi anlamına geliyor.

Ali Erbaş da gündeme yeni gelen konular için din alimlerinin bir hüküm belirlemesi gerektiğini söylüyor ve “Ezmanın tagayyürü ile ahkamın tagayyürü inkar olunamaz” diyordu. Bunun ne anlama geldiğini İbrahim Kalın açıklamıştı: Zamanın değişmesiyle hükümlerin de değişmesi gerektiği inkar olunamaz.

İslam dini sayısız mezhebe ve tarikata bölündüğüne göre, zamanın nasıl ve hangi sıklıkla değiştiğine ve hangi hükümlerin ihtiyacı karşılayacağına karar vermeye öncelikli resmi aday elbette Diyanet. Ama daha çok Diyaneti kayyum sistemine göre yöneten siyasi iktidarın ta kendisi.

İktidarın icraatında her şey baş döndürücü bir hızla güncelleniyor. Eski düşmanlar dost, dostlar düşman oluyor. İçeride ve dışarıda kartlar bir karılıp bir bozuluyor. Söz gelimi iktidar Taliban’la bir ay önce aynı dava yolcusu iken şimdi mesafe koyabiliyor. Bu kadar hızlı dönüşleri, yalanları dolanları; sosyal ilişkileri uzun vadeli bir yaklaşımla düzenleyen hukuk kurumlarında kılıfına uydurmak bir yere kadar mümkün olur. Tek adam rejiminin kararnameleri ve fiili hükümleriyle boşaltılan hukukun ve adaletin yerini güncellenmiş bir fıkıhla payandalanan monark iradesi alsa fena mı olur!

İktidarın giderek içten çürüdüğü böyle bir ortamda Erbaş’ın ait olduğu topluluğun, fazla seçeneği yok. Kuralsızlığın, yasasızlığın, keyfiliğin fıkhi/dini güncelleme diye ambalajlandığı bir iletişim biçimine hâlâ muhtaçlar. Nüfusun bir kesiminin dikkatini meleklerin cinsiyetini tartışır gibi Diyanet Başkanı ne dedi ne demedi konusuna yoğunlaştırırken geri kalan sadık kitlenin dini hislerini bilemek artık baymış bir toparlanma taktiği. Toparlanma tabii, meşruiyetini fıkhın güncelleşmesinden ama doğrusu kendi kendisinden alan baskıcı rejimi kurtarmak için.

Bir ara din siyasetin takiyesiydi. AKP, iktidarının ilk yıllarında, şeriatı kurmak gibi gizli bir ajandaya sahip olduğu halde takiye yaptığı için eleştirilirdi. Ama artık bu denklem değişti. Diyanetin aracılık ettiği her dini hüküm siyasi sistemle suç ortaklığı yapıyor. Din siyasetin ve ticaretin takiyesi oluyor. O halde Diyanet insanla inanç arasından çekilsin, ya da kapatılsın bir zahmet. Çünkü zaten iktidar partisi var; aynı işi görüyor.   

Editör: Haber Merkezi