Nazım Hikmet gerçekten de enternasyonel bir şair miydi? 

Ne vakit Nazım Hikmet'in gereğince, yeterince enternasyonalist bir şair ol(a)madığını yazsam ona küfür, hakaret eden, "eleştirecek ya da yargılayacak bir Nazım kalmıştı," gibi son derece anti-entelektüel ve hakikat karşıtı tepkilere maruz kaldım. Nazım Hikmet şayet kendisini politik olarak angaje, toplumsal meselelere dair vazifeleri olan birisi olarak konumlandırmasaydı işimiz çok daha kolay olurdu. Nasıl ki Edip Cansever'i ya da Behçet Necatigil'i Kürt, Ermeni, Alevi sorunuyla, kısaca halklar ve inançlar sorunuyla ilgili şiirler yazmadığı için kına(ya)mıyorsak Nazım'ı da kınamayacaktık. Ancak Nazım kendisini "komünist şair" olarak adlandıran, örgütlü sosyalist mücadeleye iştirak etmiş, siyasal bir tavır, duruş takınmış bir şahsiyettir. 

Nazım Hikmet Ran, haklı olarak ve "evrenselci", "enternasyonel" bir şair ve dava insanı olarak Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombasının yarattığı kıyımı şiirine konu edinmiştir. Nazım, Milli Mücadele'yi tartışılmasını hak edecek şekilde Kuvayi Milliye Destanı isimli destan şiiriyle işlemiştir. Bu yazıda Milli Mücadele'nin, resmi ideolojinin terimiyle "Kurtuluş Savaşı"nın kimden kurtuluşun, kime karşı mücadelenin adı olduğunu tatışmayacağım ya da Kuvayi Milliye'nin Ermeni Tehciri'nden artakalanların bu topraklara sokulmamak üzere kurulduğunu da işlemeyeceğim. 

Nazım Hikmet dünyanın pek uzak yüzeylerindeki halklar için kalemini çekincesizce ve cömertçe hokkasına daldırmıştır. Ne de olsa enternasyonel ve komünist şair olmak bunu gerektirir. Ancak her ne hikmetse kendisine mihnet eden, cefalar çektiren Kemalist rejimin kabahatlerine dair birkaç dizede, mısrada aşikar olan dolayımlı eleştiriler haricinde bu rejimin Anadolu'nun ve Yukarı Mezopotamya'nın kadim, kıdemli halklarına karşı gerçekleştirilen katliamları Nazım'ın dizelerinde okuyamayız. Mesela Ermeni-Süryani-Keldani-Nasturi-Pontos kırımlarına Nazım'ın  komünist dizelerinde yer yoktur. Yine Nazım Hikmet, "medeniyet götürmek" adına, şakileri (eşkiyaları) hizaya getirmek için düzenlenen Dersim Operasyonu ve katliamını o çok enternasyonel hassasiyetinden süzülen dizelerle kaleme alma gereği duymamıştır. Üstelik "Dört nala gelip uzak Asya'dan/ Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan/ Bu memleket bizim" dizeleri gibi altına Alparslan Türkeş'in, Nihal Adsız'ın, Baha Said'in, Rıza Nur'un bile ikirciklenmeden imzasını atabileceği dizeleri kaleme almakta bir beis görmemiştir. 

Onun mensubu olduğu TKP, gayet oryantalist, kolonizatör zihniyetle Şeyh Said Ayaklanması'nı, "İngiliz emperyalizmi tarafından kışkırtılan irticai bir hareket"... " Şeyh ve ağaların, sürdürülmekte olan demokratik devrimi baltalamak üzere başlattıkları bir isyan"olarak tasvir edebiliyor ve yine aynı TKP resmi yayın organı Orak Çekiç'te "Kahrolsun İrtica!" manşeti atabiliyordu. Kaldı ki Şeyh Said İsyanı'nın İngilizlerin fişteklemesiyle vuku bulmadığını İsmet İnönü bile itiraf etmişken...

1962'deki TKP konferansında Nazım Hikmet, Fransız Komünist Partisi'nin Cezayir Ulusal Kurtuluş Mücadelesi'ne karşı şoven tutumunu kınarken Kemalistlerin Anadolu'nun ve Mezopotamya'nın kadim halklarına karşı kıyım, kırım, tedip, tenkil siyasasını dizelerinde işlemediğine şahit oluruz. 

Şeyhmus Diken bir yazısında şöyle der onun için: 

"Bütün bunların TKP tarafından bilinmesine rağmen TKP'nin tek partili Kemalist yapıya uzun bir zaman dilimine yansıyan açıktan destek tavrı 1950'li yıllara kadar böylece sürdü. TKP, sadece 1925'teki Şêx Seîd İsyanı değil, 1930'lardaki Ağrı-Zilan, 1937-38'deki Dêrsim İsyanları karşısında da benzer tavırlar içinde oldu. 1961'de SBKP'nin (Sovyetler Birliği Komünist Partisi) yönlendirilmesi ile İran TUDEH, Irak Komünist Partisi ve TKP temsilcilerinin ortak bir toplantı yapması sonucu Kürt Meselesi konusunda birlikte bir karar alırlar. Bu karar,  bir tasarıyla 1962'de TKP Konferansına Zeki Baştımar tarafından taşınır. Ve o konferansta kimi "şoven" karşı duruşlar da olur. Ve o konferansta Nazım Hikmet Cezayir Ulusal Kurtuluş Mücadelesinde Fransız Komünist Partisi'nin şovenist tavrını olumsuz bir örnek olarak göstererek, Kürtlerin mücadelesini savunur.

Nazım'ın siyasal şeceresi incelendiğinde görülecektir ki; partisi TKP ile (merkez karar bazında) çatışmalı olduğu dönemlerde bile hep örgütlü bir komünist olarak hayatının sonuna kadar yaşamış bir aydındır. Bu sebeple sadece şiirlerine değil, entelektüel hayatına baktığımızda da Nazım, Kürt coğrafyasıyla hiç tanışmamıştır. Kürtleri sadece İstanbul'da yaşayan Kürtler ekseni üzerinden, bir miktar da "Memleketimden İnsan Manzaraları" noktasından kısmen mahpuslukta tanıyabilmiştir. Tanıyabildiği kadarıyla Kürtler, az da olsa kimi şiirlerinde adeta bir renk olarak yer almıştır. Ama Kürtlerin yaşadıkları, dramları ve talepleri dillendirilmemiştir. Ne Kürtlerin ne de 1915'te büyük yokoluşu yaşayan yine bu coğrafyanın bir başka halkı Ermenilerin."

Bu yazının bitiminde şunu ifade etmeliyim: 
Nazım Hikmet Ran zaman zaman şairaneliğe kaçabilen, hatta kendisini bu hususta eleştiren, takriben, "Şu şairanelikten sıyrıldığımda kendime gerçek bir şair diyebileceğim," diyerek kendisine estetik bağlamda özeleştiri yöneltebilen birisidir. Nazım Hikmet, pek çok tarihi tahrifatlar pahasına Şeyh Bedreddin'i solculara, sosyalistlere, Alevilere kazandırmış, bir değer olarak sahiplenmelerini sağlamış, tarihin kör kuyularından onu kurtarmış birisidir. Yine Mustafa Suphi ve onlarca yoldaşının Kemalist rejimce katledilişini cesaretle işlemiş bir şahsiyettir. Ancak aynı cesaret bu coğrafyanın kadim, köklü halklarının imhası ve inkarına yönelik kurulu, yerleşik siyasayı eleştirme noktasında yetersiz, isteksiz, iştahsız, görmezden gelen bir noktada kalmıştır. Yani Nazım Hikmet Türklük Sözleşmesi'nden tam olarak azade olamamış, enternasyonel-komünist-partili-örgütlü bir şair olmanın gereğini tam olarak ifa edememiştir.

E be Nazım Usta/ Anlaşamadık seninle bu husuta.

Editör: Haber Merkezi