Sevgi Onların Diniydi: Katharlar, Serdar Taş

Sevginin Üstünlüğü

"Şayet insanların ve meleklerin diliyle konuşsam, lakin sevgim olmasa, tınlayan bakırdan ya da çınlayan zilden farkım kalır mı!? Peygamberlikte bulunsam, bütün sırları bilsem, her bilgiye vâkıf olsam, imanım dağları yerinden oynatacak kadar büyük olsa ama sevgim olmasa ben bir hiçim. Varımı yoğumu sadaka olarak dağıtsam, bedenimi yakılmak için teslim etsem, ancak sevgim olmasa hiç yararı olur mu bunun bana!?

Sevgi sabırlıdır, sevgi şefkatlidir. Sevgi kıskanmaz, övünmez, böbürlenmez. Sevgi hoyrat davranmaz, kendi çıkarının derdine düşmez, kolay kolay öfkelenmez, kötülüğün hesabını tutmaz. Sevgi haksızlığa sevinmez, gerçek olanla sevinir. Sevgi her şeye katlanır, her şeye inanır, her şeyi umut eder, her şeye dayanır.

Sevgi asla nihayete ermez, ama peygamberlikler ortadan kalkacak, diller sona erecek, bilgi ortadan kalkacaktır, çünkü bilgimiz de peygamberliğimiz de sınırlıdır. Ne var ki yetkin olan geldiğinde sınırlı olan ortadan kalkacaktır. Çocukken çocuk gibi konuşur, çocuk gibi anlar, çocuk gibi düşünürdüm. Yetişkin biri olunca çocukça davranışları bıraktım. Şimdi her şeyi aynadaki silik görüntüler misali görüyoruz, ama o zaman yüz yüze görüşeceğiz. Şimdi bilgim sınırlı, ama o zaman bilindiğim gibi tam bileceğim. İşte kalıcı olan üç şey vardır: iman, umut, sevgi. Bunların en üstünü de sevgidir."

Tarsus'lu Pavlus, 1. Korintliler, 13

Katharizm, bilhassa 12 ila 14’üncü yüzyıl aralığında, bilhassa Kuzey İtalya’nın Lombardiya bölgesi ve Güney Fransa’nın Oksidanya bölgesinde mevcudiyet kazandı. Balkanlarda arz-ı endam eden Bogomiller, İran menşeli düalist Maniheizm ve Bizans’ın doğu sınırlarında hayatiyet kazanan Pavlikanlar, Katharizmin kurucu bileşenleridir. Katharlar kendilerini “bonnes hommes” (iyi insanlar) ve “iyi Hristiyanlar” olarak tanımlıyordu. Ancak Katharlara dair öğrendiklerimizin ekseriyeti Katolik Kilisesi’nin belgelerine ve “sapkınlıkla mücadele” risalelerine, Engizisyon Mahkemesi’nin yargılama tutanaklarına dayanıyor.

“Perfecti”, “perfects” olarak tanımlanan “kusursuzları” tasavvuftan ödünç bir kavramla izah edecek olsaydım bu, “insan-ı kâmil” veya “ermiş” veya “eren” olurdu. Kendilerini “saf, pirüpak, arınmış, temiz, kusursuz” olarak tanımladıklarına dair bulgulara Engizisyon dökümanlarından erişmekteyiz. Kusursuzlar, Kathar toplumunun dinî hiyerarşisinde şahikada bulunuyordu, ancak onlar asla Katolik ruhban sınıfıyla karıştırılmamalı. Avam takımıyla, yeryüzünü lanetlileriyle, gözyaşı vadisinin ezginleriyle asla asimetrik bir ilişki kurmuyordu onlar. Kusursuzlar riyazet tecrübesinden geçerek nefislerini terbiye ediyorlardı. Cinsel münasebetten doğmadıklarına inandıkları balık dışında her türlü et ve süt mahsullerini yemekten sakınıyorlardı. Kadınlara karşı hürmetkâr olan Kathar toplumunda kadınlar da kusursuz olabilmekteydi. Kadınlar, Kathar öğretisinin yayılmasında ziyadesiyle yararlılıklar gösteriyor, ikişerli gruplar halinde Kathar öğretisini yaymak uğruna yollara revan oluyorlardı. Öyle ki ben hiçbir inanç grubunda kadınların erkeklerle bu denli eşit, eşdeğer, hatta onlardan daha çok sivrilen bir konumda olduğuna tanık olmadım.

Katharlar ki yaşamdan çok ölüme yakındılar, ölmekten çok yaşamdan korkarlardı, ölümden çok yaşama mahkûm oldukları tefekküründeydi. Dönemin vakanüvisleri, Katharların ölümlerini derin bir huşu, vakar hatta neşe içinde karşıladıklarından dem vurur. Albigenes Haçlı Seferi ile maruz kaldıkları soykırım, onların dünyanın kötücül, şeytani bir yer olduğuna yönelik kabullerini pekiştirmekte ziyadesiyle etkili olmuştu.

Kathar müntesipleri Katolikliğin ritüel ve doktrinini alay hususu haline getiriyordu. Katolik Kilisesi’nden “kurtların kilisesi” olarak bahsediyorlardı. Kathar öğretisi 12 ila 14. asırlarda öylesine koşar adım yayılmıştı ki etekleri tutuşan Katolik Kilisesi, bu ele avuca gelmez “sapkınları” dizginleyebilmek uğruna Albigenes Haçlı Seferlerini organize etme gereği duymuştu. Zira Katharların aleyhine tedavüle sokulan lanetleyici, öcüleştirici edici kampanyalar hükümsüz kalmıştı. Ayrıca Katolik rahipler, Kathar kusursuzlarıyla düzenlenen teolojik münazaralardan mağlubiyetle ayrılıyordu. Öyle ki Katolik rahiplerinden bile Katharizme intisap edenler çıkabiliyor, Katolik din adamları itibarsızlaşıyor, kiliseler cemaatsiz cemiyetsiz kalıyordu. Hatta kimi Kathar toplulukları, Katoliklerden ardakalan metruk kiliselerde ibadetlerini ifa ediyordu.

Katolik teologlar, Katharları “şeytanın sinagogu”na mensup olmakla itham ediyor ve sapkınlıkla suçluyorlardı. Katolik kilisesi, onları kedilere tapmakla, “kedi kıçını öpmekle”, kulamparalıkla (oğlancılık) ve suçlamıştı –ki bu Ortaçağ’daki ezoterik, gnostik tarikatları kriminalize etmekte sıklıkla müracaat edilen bir yakıştırmaydı. Katharların Hristiyanlığın bir mezhebi mi, yoksa müstakil bir inanç mı olduğu tartışmaları, Katolik din adamları, din tarihçileri ve heresiolog'larca asırlardır tartışılmakta. Ne var ki bu mevzuda mutabakata varılabilmiş değil. Kimi Katolik din adamları, Katharları bir dalalet, sapkınlık akımı olarak telakki ederken kimileri de Hristiyanlıkla hiçbir ilgilerinin olmadığına hükmetmişti. Bazı tarihçiler asketik (çileci) yaşam üsluplarından ötürü Katharlar için "Batı'nın Budistleri" analojisini uygun görmüştü. İnce fikrimce Katharlar; Maniheizm, Hristiyanlık ve Budizm’in bileşimi, her din kadar senkretik (bağdaştırmacı), müstakil bir inançtır.

Katharizm, avam ve ayak takımı kadar soylular, feodal beylerce de teveccüh görüyordu. Bu durum, feodaliteyi eşyanın tabiatı, şeylerin doğal düzeni addederek savunan Roma İmparatorluğu ve Katolik Kilisesi için baş belası, kuyruk acısı, karın ağrısı olmalarına sebep olmuştu. Komşularının nazarında da oldukça saygındı Katharlar. Katharlar öylesine erdemli, eşitlikçi, ortaklaşmacı, fazlalıksız, yalın yaşıyorlardı ki Kathar muarızlarının bile takdirini ve saygısını kazanıyorlardı.

Katharlara göre Katolik kilisesi; şeytaniliğin, kötücüllüğün tecessüm etmiş hâliydi. Roma, sevgiyi dünyevi mutlak iktidarında tutsaklaştırıyordu. Bu bakımdan Roma “amor”un, yani aşkın, sevginin karşıtıydı. Sözün özlücesi Roma sevgisizlikti. Katolik Kilisesi’nin haçı, Katoliklerin yüzyıllardır kurumsallaşmış ve sistematikleşmiş bir mücadele yürüttükleri paganların putlarından çok daha müptezel bir puttu onlara göre. Katharlar da tıpkı Ortadoğulu paganların hatırı sayılır bir kesiminde olduğu gibi ateşe hürmet, ateşten korkmamak esastı. Kilisede tapınmak, Katharlar için “insanlığın acınası bir hâli”ydi. Katharlar için herhangi bir açıklık ya da damın altı, ibadetlerini eda edebilmeleri için kâfiydi. İbadeti muayyen bir mekânla kısıtlamak gibi bir şekilperestliği ciddiye almayacak denli geniş meşrep ve ince bir tasavvura sahiplerdi. Rahiplerin ata(n)ma ve kutsama törenlerini, ekmek-şarap ayinini, İsa’nın bakire Meryem’den doğduğunu, ölüp mezara gömüldüğü ve daha sonrasında dirildiğini, vaftizin günahlardan arındırıcılığını, İsa’nın Tanrı’nın insan bedeninde cisimleşmiş hâli olduğunu reddettiler. Yani Katolikliğin sembolik ve pratik dizgesini topyekün reddettiler. Kilisenin sembollerini, ritüellerini ve hiyerarşisini asla ciddiye almadılar; Proto-Hristiyanlar gibi onlar da ruhban sınıfını tanımadılar ve aşağıladılar. Katharların indinde Kathar öğretisi, Katolikliğin teolojisine nispetle çok daha kadimdi. Katoliklerin ulûhiyet atfettikleri haç ise Katharların nazarında hürmete lâyık olamayacak bir işkence enstrümanıydı. Işıltılı mücevherler, kutsal kâse, para, azizlerden yadigâr kutsal emanetler de yine ehemmiyetsiz tapınç nesneleri olarak reddediliyordu.

Katharlar tıpkı Plotinos gibi ruhlarımızın tanrısal ziya, nur ile ışıklandığı, aydınlandığı kanaatindeydi. Cismani şeylere, dünyalığa kıymet vermek Katharlar için işlenebilecek en menfur suçtu. Kardinallerin, piskoposların ve rahiplerin görkemli, refahatli ve sefahatli yaşamları Katharlarca tiksinti ve nefretle karşılanmıştı ve Katolik Kilisesi bunu öyle bir aşırılığa vardırmıştı ki Katharlar, Katolik Kilisesi için kötülüğün mirasçısı, şeytanın müridi sıfatlarını sarf etmekte sakınca görmemişlerdi. Kathar erenleri dünyalıktan caymış çileci yaşantılarıyla her an ölebilecekmiş gibi yaşarlardı. Ölüme yönelmişlik içerisindeydiler onlar. Ölüm onlar için bir hitâm, münteha noktası değil, aksine ebedi devinimin bir gerekliliğiydi.

Katharlar düalist bir teolojiye sahipti. Fenomenal dünyayı şeytan, bir başka deyişle kötücül tanrının yarattığına, ruhani dünyayı ise iyicil tanrının halk ettiğine dair ikili prensibe/ilkeye dayanan bir teolojiye inanıyorlardı. İyicil tanrı, Kitâb-ı Mukaddes’in Yeni Ahit metnini yaratmıştı. Bu da demekti ki Katharlar, Eski Ahit’i reddediyorlardı. Böylece kötülük problemine de kendilerince bir yanıt bulmuş oluyorlardı. Kötülüklerle, sefaletle, efkârla bezeli ve bereli bir dünya ancak kötücül bir tanrının harcı ve hüneri olabilirdi. Küre-i arz ise aydınlık ve karanlığın, iyilik ve kötülük tanrısının ebedi savaşımına dayanan ve sonunda iyiliğin muzaffer olacağı bir muharebe meydanıydı.

Tarihte ilk engizisyon mahkemesi, Kathar Katliamı’ndan artakalanları müşahede etmek, kovuşturmak ve yargılamak için kuruldu; ilk engizisyon yalımı da yine Kathar müritlerinin tenini tutuşturup küllerini savurmak üzere alevlendi. Kıdemli bir papaz, Katharlara yönelik haçlı seferleri için şöyle der: “Eğer sadakatin kılıcıyla onları kesmeseydik bütün bir Avrupa kokuşmuş olurdu.” Değil mi ki “ideoloji ağız kokusu gibidir, herkes onun bir başkasından kaynaklandığını sanır.” Hatta papa; Katharları, müslümanlardan daha evveliyetli ve ehemmiyetli bir düşman olarak boy hedefi halinde getirmişti. Papa III. Innocent öncelikle Katharlara karşı haçlı seferlerini örgütleyebilmesi için kutsal ordu içerisinde bir dizi atamalar gerçekleştirdi. En başta Beziers’te, “Hepsini öldürün, Tanrı kendine iman eden sevgili kullarını ayırt eder,” gibi akıl ve vicdan dışı cümlesiyle maruf, meşhur Arnaud Amary’i orduyu komuta etmek üzere başkomutanlığa atadı. Bir diğer zat ise İngiliz parlamento tarihinin mühim bir ismi olan Simon de Monfort’tu. Savaşların sonraki evrelerinde Fransa kralları bu cihadı, kutsal davayı devralmasıyla kraliyet de haçlı olma kıvancına mazhar olmuştu. Kathar şövalyeleriyle savaş esnasında iki kral da ölmüştü. Birincisi, 1213 Muret Savaşı’nda II. Peter; ikincisi, 1226’da Paris’teki evine dönmekteyken dizanteriye mağlup olan 8. Lui’ydi.

Yaklaşık iki yüzyıla yayılan bu “hidayete erdirme” fütuhatında takriben yarım milyon insan terk-i hayat eyledi. Bunun, Avrupa’nın ilk toplu kıyımı olduğu, bugün pek çok modern tarihçinin nezdinde kabul görmüştür. Haçlılar el insaf, merhamet namına hiçbir vicdani kaideyi kaale almayıp çocuk, kadın, yaşlı, sakat, sayrılı ayrımı gözetmeksizin, Kathar olsun olmasın tekmil yerel halkı katletmişti. Toulouse kontu ve müttefiklerinin toprakları ilhak ve istimlak edildi, yerel yöneticiler aşağılandı. Geniş müktesebat sahibi ve gani gönüllü yerel Langudoc yöneticileri, Katolik Kilisesi’yle bağı olanlarla değiştirildi. Dominic Guzman, Engizisyon’u kurarak direnişin son kalıntılarını da sildi. Langeoduc’lu Yahudilere ve muhtelif kimliklere karşı kitlesel zulüm politikaları yürürlüğe konuldu. “Faidits” olarak dillendirilen mümtaz, görgülü koruyucular; mülkiyetsizleştirilerek haneberduş, evsiz barksız konuma düşürülüp yüksek troubodor kültürü de mahvedildi. Katharlarla meskûn olan yerleşim yerlerinin hatırı sayılır kısmı tarumar edildi ve metruk hale getirildi. Otuz bin kişilik piyadeler, şövalyeler ve yardımcı birliklerle 1209’da Kuzey Avrupa’dan gelen haçlı birlikleri, Güney Fransa’nın Pirene Dağlarının eteklerine indi. İlhak edilen topraklardaki bütün ekinler ateşe verildi; şehirler ve kasabalar yağmalandı. Bölge, ağır vergilendirmelerle iktisadi bir soykırıma da maruz bırakıldı. Languedoc bölgesinin mahalli dili olan Oksitanca, hızla irtifa kaybetti. Buna da sanırım linguistik (dilsel) ve kültürel soykırım demeli. Voltaire, “Hiçbir şey, Albigenlere karşı yürütülen savaş kadar adaletsiz olamaz,” der. Yine Chateaubriand da mevzubahis katliam için, “tarihimizin en menfur zaman dilimi,” diyerek üzünçle bahseder Kathar soykırımından. Bazı Protestan kiliseleri, kendilerini Katharların mirasçısı olarak dillendirdiği de bir vakıadır.

Peki Katharlar, bu paylarına her defasında ölüm düşen, yüzyıllar öncesinden şimdimize nefeslerini, içgörülerini ve bilgeliklerini miras bırakan bu muteber insanlar zamaneye, bizlere neler söylemekte? Katharların bize söylediği odur ki, hak bildiği yolda bir başına da olsa yürümelidir insan, belki asırlarca sürecek bir var kalım mücadelesini gerektirse bile. Aslolanın zahiri olanın içindeki batını yakalamak, yaşamın özüne, künhüne vâkıf olmak olduğunun çığlığıdır Katharlar. Bizden selam olsun onlara…

Sevgi Bizim Dinimizdir

Bütün evren semah döner

Aşkından güneşler yanar

Aslına ermektir hüner

Beş vakitle avunmayız

Canan bizim canımızdır

Teni bizim tenimizdir

Sevgi bizim dinimizdir

Başka dine inanmayız

Hüdaî’yim hüdâmız var

Dost elinden bâdemiz var

Muhabbetten gıdamız var

Ölüm ölür biz ölmeyiz

Âşık Hüdaî

Editör: Haber Merkezi