Evrensel Gazetenin yazarı Yusuf Karataş, "ABD Kürtleri de satacak mı? " adlı köşesinde çarpıcı bir yazı kaleme aldı.

Erdoğan iktidarı ve medyadaki sözcüleri, bölgedeki her gelişmeyi Kürtlere saldırmanın yeni bir dayanağı haline getirmeye çalışıyorlar. ABD emperyalizminin Afganistan’dan çekilip ülkeyi Taliban’a terk etmesi sonrasında şimdi de Kürtlere” ABD sizi de satacak, o zaman hesaplaşacağız!” diye parmak sallıyorlar!

Ergenekon’dan tutuklanıp cezaevinden çıktıktan sonra Erdoğan iktidarının kerametlerini fark ederek(!) destekçiler kervanına katılan Nedim Şener’in önceki gün Hürriyet’teki köşesinde yayımlanan yazısı, Kürtlerin her türlü ulusal-demokratik hak ve mücadelesini “emperyalizm maşalığı” ile açıklayan gerici-şoven yaklaşımların tipik bir örneğini oluşturuyor.

Şener, “Amerika’nın KCK/PKK/YPG’yi de kullanıp attığı günleri göreceğiz” başlıklı yazısında ABD’nin Afganistan’dan çekilmesiyle ilgili olarak “Amerika’nın bu tutumu, ona taşeronluk yapan örgütlere, herkese ders olmalı. Özellikle, Suriye’de Amerika’nın desteğiyle ayakta kalmaya çalışan KCK/PKK/YPG terör örgütüne ve onun Türkiye’deki siyasi ortakları ile iş birlikçilerine” diyor. Bu yazıyı “Amerika bu; hesabını yapar, işi bitince de çeker gider, hainler de ihanetlerin bedelini öder” sözleriyle Kürtlere parmak sallayarak bitiriyor.

Tabii; Nedim Şener’in sözcülüğüne soyunduğu iktidar, ABD emperyalizminin ‘bölgesel taşeronluk rolü’ne soyunup cihatçı çetelerle birlikte komşu ülkeleri ateşe verince bunun adı ‘ihanet’ olmuyor ama Kürtler bu ateşin ortasında kendi yaşam alanlarını savunmaya çalışınca bunun adı “ihanet’ oluyor!

Kimin kime nasıl ihanet ettiğine; Şener ve sözcülüğünü yaptığı iktidar gibi sözde Türk halkının çıkarlarını savunanların neye hizmet ettiklerine geçmeden önce bir iki kısa hatırlatma yapmak gerekiyor.

AKP’nin 20 yıl önce ABD emperyalizminin Ortadoğu’yu “ılımlı İslam” (emperyalist-kapitalist sistemle uyumlu İslamcı güçler) üzerinden dizayn etme stratejisini gündeme getirdiği süreçte kurulup desteklendiğini Şener de çok iyi bilir. Ancak Türkiye’de egemen sınıfların ABD emperyalizmi ile ilişkileri çok daha eskilere dayanır. Marshall yardımı (1948) Türkiye’nin ekonomik ve askeri olarak ABD emperyalizmine bağımlı kılınması sürecini başlatmış ve 1952’de Türkiye’nin NATO’ya girmesi bugüne kadar süren bağımlılık ilişkileri bakımından bir dönüm noktası olmuştur.

Acaba kendi ülkesindeki egemen sınıflar ve iktidarları 70 yıldır ABD ve batılı emperyalistlere hizmette kusur etmiyorken bunu görmeyip ABD ile iş birliği üzerinden Kürtlere ders vermeye çalışmak antiemperyalizm midir, yoksa ABD karşıtlığı altına gizlenmiş Kürt düşmanlığı mıdır?

Elbette Suriye’de ABD ile iş birliğinin Kürtler için yarattığı açmazlar ve bölge halkları için yarattığı tehditler üzerine çok şey söylenebilir. Ancak bu durumu yaratan nedenler doğru tespit edilmezse bu durumun değiştirilmesi (Emperyalist müdahalelerin son bulması) için gerçek anlamda mücadele de edilemez.

AKP-Erdoğan iktidarı, NATO’nun Libya müdahalesinin merkez komutanlığına ev sahipliği (İzmir) yaptıktan sonra Suriye’ye müdahalenin de öncülüğüne soyunmuştu. Suriye’de Esad yönetiminin düşmesi, ABD emperyalizmi için İsrail’in güvenliği bakımından tehdit olarak görülen Lübnan Hizbullah’ının yalnızlaştırılması ve daha önemlisi İran’ın kuşatılıp rakip emperyalistlerin (Rusya ve Çin) bölgeye girişinin engellenmesi anlamına geliyordu. Erdoğan iktidarı, ABD emperyalizminin desteği ve teşvikiyle soyunduğu bu müdahale ile Şam’daki Emevi Camisi’nde cuma namazı kılma söylemi eşliğinde yayılmacı emeller peşinde koşuyor, yeni Osmanlıcı hayaller kuruyordu.

Ancak bu müdahale hesapta olmayan sonuçlara yol açtı. Esad yönetimi devrilemediği gibi ABD emperyalizminin bölgedeki (özellikle Irak) çıkarlarını (enerji kaynakları ve geçiş yollarını) tehdit edecek biçimde IŞİD öne çıktı. Öte yandan da Kürtlerin Suriye’nin kuzeyinde (Rojava) yönetimi ele geçirip özerk bir yönetim oluşturmaları, ülke içinde Kürtleri statüsüzlüğe mahkum etmek için her türlü baskı politikasını uygulamaktan geri durmayan Erdoğan iktidarının hesaplarını bozdu. Erdoğan iktidarının Esad yönetimine ve Kürtlere karşı cihatçı çetelerle iş birliğini sürdürmesi, giderek ABD ile karşı karşıya gelmesinin ve Rusya’nın devreye girip bu çelişkileri kullanmasının önünü açtı.

Sonrası biliniyor. ABD, bölgedeki pozisyonunu koruyabilmek için ‘IŞİD ile mücadele stratejisi’ adını verdiği bir politikayı uygulamaya koydu. Bu politika temelinde o güne kadar muhatap almadığı ve Suriye ile ilgili hiçbir uluslararası toplantıya davet etmediği Kürtlerle iş birliği politikasına yöneldi.

Öte yandan Şener gibilerinin iddia ettiği gibi bugün ne ABD’nin ve ne de Kürtlerin Suriye’nin kuzeyinde ‘Kürt devleti’ kurma gibi bir hedefleri bulunuyor. Kürtler, ABD’nin onları ‘satmasına’ da yabancı değiller. Öncesi bir tarafa Suriye Kürtlerine göre çok daha eski ilişkilerinin bulunduğu Irak Kürdistan Bölge Yönetiminin eylül 2017’de düzenlediği ‘bağımsızlık referandumu’na karşı çıkan güçlerin başında ABD bulunuyordu. Yine ekim 2019’da sınırdaki askeri güçlerini geri çekerek Erdoğan iktidarının Rojava’ya operasyon yapmasına yol veren de aynı ABD idi. Çünkü Şener’in de yazısında ABD’li siyasetçi Kissinger’a atfen söylediği gibi “Amerika’nın kalıcı dostları, düşmanları yoktur; sadece menfaatleri vardır.”

Hatırlanırsa ağır tecrit koşulları altındaki Öcalan da kendisiyle yapılan son görüşmelerde Suriye Kürtlerine Suriye’nin toprak bütünlüğü içinde bir çözümü savunma çağrısı yapmış ve Suriye Kürtleri de bu temelde Suriye yönetimi ile zaman zaman kesintiye uğrasa da müzakereler gerçekleştiriyorlar.

Peki, ABD emperyalizmi niye Kürtlerle iş birliği yapıyor?

Elbette Suriye’de Esad yönetiminin denetimi büyük oranda yeniden ele geçirmesini sağlayan Rusya’nın istediği bir çözümün önüne geçmek ya da en azından bu süreci geciktirmek için. Yani Kürtlerle iş birliğini Suriye’de istikrarsızlığı derinleştirmek ve rakip emperyalistler karşısında kendi bölgesel çıkarlarını korumak için kullanıyor.

Bu durum Kürtlerin Suriye’de demokratik bir çözümün parçası olma ve bölge hakları ile barış içinde yaşamaları bakımından açmazlara yol açmıyor muKesinlikle açıyor.Fakat bu durumda ABD emperyalizminin bölgeyi istikrarsızlığa sürüklemesine karşı olduğunu söyleyen güçlerin ne yapması gerekiyor?

Kürtleri bu açmaza daha fazla sürükleyen her türlü demokratik hak ve statü talebine saldırmak mı, yoksa emperyalizm ve bölge gericiliklerine karşı halkların birlikte demokratik ve barışçıl bir geleceği kurmasını sağlayacak politikaları savunup ortak mücadele yönünde adım atmak mı?

Şener, Suriye Kürtlerini “ihanet” ile suçlayıp onlara bedel ödettirmekten söz ediyor.

Suriye Kürtleri bugün kime, nasıl ihanet etmişler?

Kendi yaşadıkları topraklarda Taliban’ın Suriye’deki muadili IŞİD barbarlığına karşı mücadele ettikleri için mi ihanet etmişler?

Erdoğan iktidarının cihatçı çetelerle birlikte Suriye yönetimini devirme politikasının taşeronluğunu reddettikleri için mi ihanet etmişler?

Özerk yönetimin elindeki topraklarda farklı milliyet ve inançların demokratik-seküler bir temelde ortak yaşamını savundukları için mi ihanet etmişler?

“Türkiye için tehdit değiliz, sınır güvenliği konusunda her türlü görüşmeye açığız” dedikleri için mi ihanet etmişler?

Evet, ortada bir ihanet var ve o da Şener’in sözcülüğüne soyunduğu iş birlikçi egemen sınıfların emperyalist sömürü ve yağmadan pay kapmak için halkları düşmanlaştırmasından başka bir şey değildir.

Çünkü bugün eğer emperyalistler bölgedeki çelişkileri kendi çıkarları için kullanabiliyor; yeri geldiğinde halkların beklentilerini kendi gerici emelleri için kullanıp yeri geldiğinde de onları ‘satabiliyorsa’ bunun en önemli nedeni bu politikadır.

O yüzden mesele Suriye Kürtlerinin ihaneti ya da tehdit oluşturması değildir. Aksine orada elde edilecek demokratik bir statünün ülke içindeki Kürtlerin de eşit yurttaş olmalarına ve yaşadıkları toprakların yönetiminde söz sahibi haline gelmelerine yol açmasından Şener’in sözcülüğüne soyunduğu Türkiye egemen sınıflarının duyduğu korkudur!

Bu politikanın Türk halkına kazandıracağı bir şey de yoktur. Aksine bu politika her türlü demokratik hak ve eyleme karşı baskı politikalarının devreye sokulmasının ve milliyetçi-şoven kışkırtmalar üzerinden de iş birlikçi egemen sınıfların kendi çıkarlarını Türk halkının çıkarı gibi gösterip bu baskı ve sömürü düzeninin devamını sağlamalarının dayanağı haline getiriliyor. Bu nedenle de her fırsatta Türk ve Kürt halklarını düşmanlaştırmaya yönelik provokasyonlara başvurmaktan da geri durmuyorlar.

Sözün özü şudur: Kürtlere “ABD’nin onları satacağı” üzerinden ders vermeye çalışan Şener ve benzerleri “antiemperyalizm”, “yurtseverlik” adı altında Kürt düşmanlığı yapmakta; emperyalistlerin ve iş birlikçi burjuva gericiliğin bu sömürü ve yağma düzeninin devamına hizmet etmektedir.

Bugün gerçek yurtseverlik ve antiemperyalizm, Deniz Gezmiş’in darağacında haykırdığı gibi emperyalistlere ve yerli iş birlikçilerine karşı “Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi”nden geçmektedir. Türkiye halklarının demokratik bir gelecek kurabilmesinin ve bölge halklarıyla barış içinde yaşayabilmesinin yolu budur!

Editör: Haber Merkezi