ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ: Koronavirüs pandemisinin her geçen gün etkisini arttırması, sağlık sektörünün ve sağlık çalışanlarının tükenme tükenme noktasına geldiği Türkiye'de, bütün sektörler de olduğu gibi emeğinin karşılığını alamayan basın emekçilerini de bir hayli etkilendi. Çok renkli, çok kanallı televizyon ekranlarından tel sesli yayınların yapıldığı günümüz görsel yazılı basının da,bu tek ritimli yayınlara kapılmamak adına, nefes alabilmek, kaygı ve endişeden bir an olsun uzaklaşmak adına sanatın iyileştirici gücüne inanan insanlar soluğu sinema, tiyatro salonlarında alır, konserler ile eşsiz saatlerin keyfini çıkarırdı ta ki Çin'de başlayıp tüm dünayaya yayılan koronavirüs pandemisine kadar. İnsanların evlerine kapanıp 'ekmek nasıl yapılır' ı balladıra ballandıra anlattığı bu visüslü günlerde, kimileri ekmek nasıl yapıldığı yanı sıra fikir sahibi olabilmek adına çevrimiçi eğitimler, sanat etkinliklerine katılarak krizi fırsata çevirenlerde oldu.

Söyleşi: Arzella BEKTAŞ

Türkiye'de müziğin ve müzik gazeteciliğinin son 10 yılda geldiği süreci alanının en iyileri ile konuştuk. Moda ve müzik alanındaki incelemelerine ve röportajlarına hem Multibabydoll ve Crunk Mag adındaki platformlarda hem de başka yayınlarda devam eden müzik yazarı Müşra Demir, mesleğini tek bir açıdan değil, 360 dereceden gözlemlediğini söyleyerek, şair Ahmed Arif'in bir şiirinde geçen 'Düşün, uzay çağında bir ayağımız,

Ham çarık, kil çorapta olsada biri' dizeyi çağrıştıran şu ifadeyi kullanıyor:" Mesela çok hayret ettiğim konulardan biri İnternetin gelişmesiyle birlikte tüm dünyanın daha çok muhafazakarlaşması."

Müzik yazarı Murat Başer, basın da yeteri kadar müzik yazarının olmadığını dile getirerek, internetin hayatımıza girmesi ve eleştirilen isimlere de söz hakkı doğmasıyla en azından doğru ve hızlı habercilik ya da daha kaliteli içerikler görebildiğimizi söylüyor. Murat Arda ise, "Doksanlı yıllarda liberal gazetecilik ve uzantıları Altın Günleri’ni yaşıyorlardı ve artık yoklar" diyerek, "Rock N' Rollaé cephesinde yeni bir şey olmadığını söylüyor.

Ana akım dergiler dijital devrime nasıl ayak uydurdular?

İşim gereği sadece müzik değil; moda ve magazin alanında yayın yapan hem Türkiye’deki hem yurtdışındaki pek çok yayını takip ediyorum. Yani bu durumu tek bir açıdan değil, 360 dereceden gözlemliyorum aslında.

Diyebileceğim şey şu; Türkiye’de bununla ilgili bir çaba var ama maalesef çabadan ileriye gidemiyor. Çünkü genel olarak buradaki dergilerin “dijital” kavramını anlayabildiğini düşünmüyorum.

10-20 yıl öncesinde basılı yayında işleyen formatı dijitalde devam ettiremezsiniz. Ya da bugün yazdığınız şeyin hemen yarın 10 bin TL kazandırmasını bekleyemezsiniz. Bu bir ağaç yetiştirmek gibi. Meyve vermesi için beslemeli, zaman tanımalı, yatırım yapmalı -yani başta cebinizden para çıkmalı- ve sonrasında kazanç beklemelisiniz. Maalesef buradaki ana akım yayınların çoğu bunu anlamıyor.

Dijitalleştiğini ve bunu en uç noktada başardığını düşünen yayınlar da var, bunların da sorunu ortaya niş bir sıra dışı koymak isterken ilgi çekicilikten uzaklaşmaları. Dijital ortam sonuçta evde arşivlediğiniz ve arada sayfalarını karıştırdığınız Rolling Stone dergileri gibi bir şey değil. Sizi o an yakalaması gerekiyor.

Bu yüzden hala ayak uydurma aşamasında olduklarını söylemek mümkün. Ülkemizdeki çoğu yayının pandemi vesilesiyle “home office” kavramıyla bile yeni yeni tanıştığını da düşünürsek, dergiler açısından dijital devrim hala keşfedilmeyi bekleyen bir vaha.

Ana akim eğlence endüstrisi ve magazinlere internetin olumlu ve olumsuz katkıları neler oldu?

Biraz underrated olan, çok sevdiğim Ed TV filminden bir replik; bu sorunun cevabını harika bir şekilde veriyor bence. “Eskiden özel olan insanlar ünlü olurdu, şimdi ünlü olan herkes özel sayılıyor!”

İnanılmaz güzel ve net bir özet günümüzdeki duruma. Ama maalesef ki her konuda olduğu gibi bunu da dünya ve ülkemiz olarak nitelendirmek gerekiyor.

İnternetle birlikte herkes ünlü, herkes sanatçı, herkesin bio’sunda sonsuz bir CV uzanıyor. Tam anlamıyla bir içerik çöplüğüne dönen internette iyi olanı ayırt etme yetimiz de köreliyor.

Mesela çok hayret ettiğim konulardan biri, internetin gelişmesiyle birlikte tüm dünyanın daha çok muhafazakarlaşması. Bugün bile hayret ederek izlediğimiz klipler, performanslar minimum 20 yıl öncesinin. Olanaklarımız genişlerken eğlence dünyasının cesaretinin, hayal gücünün ve orijinalliğinin kırıldığını düşünüyorum.

  1. yıl ve daha öncesi; o kadar zamanının ilerisinde ki, bugün Instagram’ı açtığınızda Velvetcoke, Vintagevirgin gibi geçmişten ikonik anlar paylaşan hesaplar 1 milyona yakın takipçiye sahip. Demek ki bir tek ben böyle düşünmüyorum; hala eğlenebildiğimiz ve hayal gücümüzü aşan şeyler 10 yıl öncesinde kaldı ve insanlar hala o anları ilgiyle takip edip beğeniyor.

Öte yandan etkili ve iyi kullanıldığı takdirde harika gelişmelere de sebep olabiliyor.

Mesela tutkulu dinleyiciler için internet bulunmaz bir vaha. Sevdiğim bir sanatçının kariyerinin ilk günlerinden itibaren tüm performanslarını HD formatta bile bulup arşivleye bilme hakkım var artık. Ya da müzisyenler, artık eskisi kadar ulaşılmaz sayılmazlar.

Mesela Jack White ve Arctic Monkeys; 2014 yılından itibaren plakların satışlarının patlamasının arkasındaki isimler idi. Nedeni ise sosyal medyayı harika kullanarak dinleyicilerini yönlendirebilmeler idi. Bu şekilde zamanının teknolojisiyle bağ kurup bunu sonsuza yayan isimleri takdir ediyorum.

Müzik basınında kadın gazetecilerin yaşadığı zorluklardan bahseder misin?

Türkiye'de müzik ve eğlence kültürünün en baskın olduğu yıllarda, major bir yayında yer almadığım; o jenerasyona yetişemediğim için bunun hakkında konuşmam haksızlık olur çünkü hiç şüphem yok ki her şeyin en zorunu o zamanlarda yaşadılar!

Ben şanslıydım, ne yüz yüze ne online ortamda röportaj yaptığım isimlerden cinsiyet temelli bir ayrımcılığa uğramadım; ya da başka bir zorlukla karşılaşmadım. Benim karşılaştığım en büyük zorluk okuyucuylaydı aslında.

Yazdığım incelemelere hararetle yorum yapanlar; eninde sonunda lafı şuna getiriyor “senin gibi bir kız x müzik türü hakkında ne bilebilir ki?” Hatta çok ilginç yıl 2020 ve ben bu yılın Mayıs ayında daha yeni “bir kız olarak nasıl olur da Grunge dinleyebilir hatta eleştirebilir olduğuma” dair yorum aldım. Fikirleriyle uyuşmadığınızda direkt vurmaya çalıştıkları şey bu. Maalesef upuzun emek verdiğiniz bir yazıya gelen eleştirinin çapı da bu olunca her geçen gün yazmaya devam etmek için insanın hevesi azalıyor.

Müzik gazeteciliğinin son 10 yılına dair neler söylemek istersin?

Şüphesiz ki dünyadaki dijital değişim en azından bağımsız müzik gazeteciliğine katkı sağladı. Bir bir müzik dergilerinin kapanmasını izlerken Pitchfork ya da Consequence of Sound gibi sitelerin yükselişini izledik. Çoğunlukla yaptıkları listeler ya da albüm eleştirileriyle topa tutuluyorlar ama bir şeyleri eleştirmenin ana kaynağı da ortalığı kızıştırmak değil mi zaten? Siz ortalığı kızıştırırsınız tutkulu dinleyici bunu 3 ay boyunca eleştirir. Kısaca internetin hayatımıza girmesi ve eleştirilen isimlere de söz hakkı doğmasıyla en azından doğru ve hızlı habercilik ya da daha kaliteli içerikler görebildiğimizi düşünüyorum.

Ülkemizde ise durum garip bir halde. Basılı yayında müzik segmenti artık sıfırı görmüş durumda. Şahsi fikrime göre hayatını sürdüren bir iki yayın da hala 90’lar sonu 2000 başlarındaki dil ve bakış açısıyla devam ettikleri yayın anlayışıyla müzik hakkında bir şeyler okuma isteğimizi söndürenlerden.

Dijital yayınlarda ise oldukça başarılı ve bağımsız oluşumlar var. Ancak onlar da haliyle fazlasıyla alternatif kalıyor. Ülkede konser/festival/eğlence kültürü son 5 yılda kökten değiştiği için çok normal tabii bu durum. Beni zamanında müzik hakkında bir şeyler yazmaya ya da yapmaya iten şey, küçükken Dream TV’de izlediğim Rock N’ Coke canlı yayınlarıydı. Bir gün orada olmanın hayalini kurardım. Ama şu anda böyle bir hayal bile yok neredeyse. Dolayısıyla gelinen nokta aslında no

Murat Başer: Müzik basını ise aslında hiç yoktu; bu yokluk salgın günlerinde daha da belirginleşti.

ÇELİŞKİLERLE DOLU BİR KÜLTÜRÜ VAR ÜLKENİN

Müzik sosyal değişimlerden en çok etkilenen sanat dallarından, aynı zamanda da çok kırılgan.
Türkiye’de olmak bu meseleyi olduğundan biraz daha karmaşık bir hale getiriyor. Özellikle
de çok hüviyetli, kıtalararası coğrafi konuma sahip bir ülkede; bir yanda Anadolu kültür
mozaiğini damıtmış, öte yanda onu batılı bir hüviyetle buluşturmuş kentin kendine has
soundunun olmadığını düşünmek olanaksız.

Tartışmalı da olsa, güçlü bir hüviyeti var bu ülkenin müziğinin. Ancak aynı şekilde güçlü bir
müzik kültürü yok. Oysa gücü ve tartışması aynı pınardan sulanıyor. İkisi de, bu hüviyetin
dünyanın homojen kültürlü kentlerine oranla çok daha kompleks; yaratılmasının dişli bir
uğraşı olmasından besleniyor.

SANATI DOMİNE EDEN ŞEY 'BOYALI MEDYA'


Çelişkilerle dolu bir kültürü var bu ülkenin. Yoksul semt sokaklarında halı yıkayan teyzelerin
şarkısı, simitçi ve bozacının türküsü ile İstiklal Caddesi’nin arka sokak barlarında coverlanan
rock klasikleri ile Nişantaşı Karaoke barda söylenen seksenli yıllar parçalarını aynı il sınırları
içinde ve şaşılası bir uyum içinde yankılanması gibi. Türk müziğinin yol haritası, çingene
müziğinden arabeske kadar uzanan geniş bir harmana gitti. Bu yolculuk uzun bir süre daha
devam edecek.


Maalesef ülkemizde müzik kültürünü ağırlıklı olarak domine eden şey boyalı medya. Bu
kültür onların elinde popülizm üzerinde ilerliyor. Oysa bu ülkenin o dünyadan çok daha güçlü
sesleri var; öncelikle sokakların sesine kulak vermek, alternatif kültürü yaşatmaya çalışmak
gerek. Alternatif kültürden kastım da, popüler olmaya çalışan sahte bağımsızlar değil. Onlar
çünkü ilk fırsata kapıyı açık bulur bulmaz popüler kültüre transfer oluyor. Bağımsız
müzisyenlerin daha politik bir duruşa sahip olmaları, örgütlü olmaları gerekiyor. Bu doğrudan
müzik kültürümüze yansıyacaktır. Sponsor ve organizatör: Bu ikili müziğin kültürüne katkıda bulunmayan, yarını kirleten şey oldu ve müzik bundan kötü etkilendi. Dinleyicinin müzik kültürü ise şimdilik -bir avuç insan dışında- avcı bir koleksiyonerin sahip

olması gereken bilgiler düzeyinde.

BASIN OKULLARINDA MÜZİK YAZARLIĞI DİYE BİR BÖLÜM YOK


2- Türkiye'de müzik tarihi basını ne zaman doğdu, kısaca bilgi verebilir misiniz?


Türkiye’de müzik tarihi basını diye tarif edebileceğimiz bir alan var mı bilmiyorum, emin
değilim ama müzik basını, Cumhuriyet tarihimiz içinde iniş çıkışlarla dolu bir macera. Müzik
tarihçiliğimiz çoğunlukla eski dergilerin ya da gazete kupürlarının taranıp ilgili makalelerden
alınan satırların yan yana getirilmesinden ibaret. Makale ya da kitapların çoğu bu metotla
ortaya çıkıyor ki, bu bana göre müzik tarihçiliği olamaz. Müzik tarihi adına çıkan araştırma ya
da kitapların çoğu maalesef derleme dosyadan öte geçemiyor.


Müzik basına gelince… basın okullarında müzik yazarlığı diye bir bölüm yok. Müzik
yazarlığını okulu da yok. Bunun için yakın civarda yazan bir iki abinin varlığı bazen yeterli
olabilir, bir de derin bir tutku ve sevgi. Kaldı ki okulunun olmaması bu işin amatör ruhunu
korumak açısından büyük bir şans. Eğer bir gün bunun okulu olursa, birbirinin benzeri
statükocu müzik yazarcıklarımızın sayısında enflasyon yaşarız. Bu açıdan yaklaştığımızda
basınımızda pek fazla müzik yazarının olmadığını da söyleyebiliriz.
3- Müzik basınının dinleyici, sanatçı ve sektör arasında nasıl bir buluşturucu bir rolü var?
Bizde müzik eleştirmeni sıfatı çok kullanılmıyor, bunun yerine müzik yazarı tercih ediliyor ki,
bu da genellikle şarkı sözü yazarı olarak algılanıyor. Müziğin nesinin yazıldığı kısmı, hatta
müzik hakkında yazı yazılabileceği tarafı karanlıkta kalıyor. Önem kısmına gelecek olursak,
solda sıfır diyebiliriz. Zira bu işi medyada (basın bültenini evirip çevirip modifiye eden) stajyerler, ya da fazla elemanı olduğu için farklı bir bölümden kültür-sanat haberlerine
gönderilen muhabirler yapıyor. Yani medyada müzik haberlerini hazırlayanlar, gazetenin
farklı servislerinden devşirilmiş elemanlar. Onlar da plak şirketlerinden ya da menajerlerden
gelen infoları biraz evirip çevirerek, noktalama işaretlerini değiştirerek kullanıyorlar. Müzik
basını ağırlıkla bundan ibaret. Medyanın “müzik eleştirmenliği” diye bir title’ı yok.


4- Bu rol pandemi ile birlikte dinleyici, sanatçıyı ve müzik gazeteciliğini nasıl
etkiledi?


Önce moral açısından ücretsiz online çalanlar oldu, ama kısa sürede tükendi. Ardından
örgütsüzlüğün ve işsizliğin getirdiği umutsuzluk başladı. Müzikten geçmişte de firar eden çok
müzisyen oldu. Önemli çoğunluğun nedeni geçim sıkıntısı idi. Hayallerindeki müziği yapmak
ile istediğin müziği yaparak geçinmek arasındaki çelişki, bir düzen olarak kapitalizm varlığını
sürdürdükçe bitmez. Salgın günleri bu istatistiği güçlendirdi sadece. Müziğe meslek olarak,
geçim kapısı olarak bakmak maalesef bu düzende müzikal hayallerinizden vazgeçmenizi şart
sürüyor. Bu ruhi ve ekonomik çöküş sadece müzisyenin özeliyle de sınırlı kalmıyor; piyasa
denen çukura gömülmesine neden oluyor.


Müzisyenin salgın günlerindeki durumu, takımından uzak kalmış, evinde antrenman yapan
sporcuyu anımsatıyor kısmen. Yaptıkları tek kişilik üretim, bu günler geçtiğinde de etkisini
kalabalık sahnelerde de gösterecek. Takım oyununa adapte olmaları ve kolektif üretimlerinin
oturması zaman alırken, yan yana geldiklerinde çaldıkları müzikler de değişecek. Salgın
süreci müzikte yeni anlayışların, yeni şarkı beste yapılarının denenmesine zemin
hazırlayabilir. Bir devrin kapanıp yenisinin açılacağı, sert bir değişimin yaşandığı aşikâr,
ama tam olarak adını koymak şimdiden olanaksız.
Müzik basını ise aslında hiç yoktu; bu yokluk salgın günlerinde daha da belirginleşti.


5- Türkiye’de yayımlanan müzik dergileri üzerine neler söylemek istersiniz?


Şu an bildiğim aktif ve süreli bir müzik dergisi yok. Sadece belirsiz aralıklarla çıkan birkaç
fanzin var. Onları da buldukça takip etmeli…

Murat Arda:Rock N’ Roll aslında bir müzik olmaktan ziyade bir tavır.

1- Alternatif kültür ayağında istikrarlı olarak 19 yıldır Delikasap isimli dergi yayımlıyorsunuz. Anaakım kültür dışında, karşı kültür üzerine yayımladığınız derginin içeriğinden bahseder misiniz?

DeliKasap Dergisi 19. Yılında 666+1. Sayısı'nı yayımladı. Delikasap.org adresinden hem yeni sayılarımıza hem eski sayılarımıza ulaşmak mümkün. DeliKasap şimdiye kadar yayımlanmış legal ve illegal çoğu dergi, fanzin ve diğer rock, metal, punk, underground ağırlıklı neşriyat lardan farklı olarak "sadece bir metalci fanzini” olmakla kısıtlamadı kendisini.

Bir kere daha baştan Karşı kültür ağırlıklı bir Rock N’ Roll dergisi olarak kendimizi biraz farklı kodladık. Türkiye'de rock, punk ve metal kültürüne hem entelektüel hem mizahi bir boyut katmaya gayret ederken yayıncılığın, dergiciliğin, dijital ve geleneksel medyanın lale devrine, yükseliş, gerileyiş ve çöküş devirlerine de tanıklık ettik. Tüm bu süreçte kendimizi medya iletişimi, geleneksel ve çağdaş yayıncılık konularında da yenilemeyi her dönemde başardığımızı düşünüyorum. Her zaman köklere sadık kalarak geleceğe vurgu yapmaya çalışıyoruz; örneğin DeliKasap Dergi hem 80’lerden bu yana adeta isyankâr bir rock mücadelesini inatla sürdüren abi ve ablaları bünyesine katarak hem de şu an lise ve üniversitede halen okuyan gençlere de sayfalarını açarak ve içerik yelpazesini de geniş tutarak müzik gazeteciliği kavramına demokratik bir içerik de aşıladı. En son yayımladığımız 666+1. Sayımızın kapak konusunu yaşı yirmi ila altmış arasında değişen Guns N’ Roses hayranları kolektif bir şekilde hazırladı.

"TABULARA" ALAN AÇARAK SEKTÖRDE BİR POZİSYON ALMALARINA KATKIDA BULUNDUK

Geçmişten devralınan asi rock mirasını yeni nesil gençlerin enerjisiyle harmanlayarak ve mücadelesinde hiç geri basmadan, sisteme yaltaklanmadan varoluşunu sürdüren dergimiz DeliKasap, Türkiye’de pek benzeri olmayan bir bağımsız yayıncılık deneyimi olarak hem basılı özel sayıları, hem güçlü içerikli delikasap.org web dergisi hem de bağımsız içerik üreten mikro blogları, sosyal medyası ile hala ilk günkü heyecanını sürdürüyor, formülümüz burada. Bir de şöyle bir gerçek var; DeliKasap'tan önce Türkiye'de heavy metal kültürü milliyetçilik, kapitalizm yardakçılığı, tüketmişlik, hayat düşmanlığı ve lümpenlik içeren loser edebiyatı üzerine bina edilmişken DeliKasap'ın en büyük katkısı bu yapıları yıkmak ve müzik medyasını daha entelektüel ve özgür alanlara sürüklemek olmuştur. Müzik gazeteciliği ve rock kültüründe Marx'tan Nietzsche'ye, Charles Darwin'den Aziz Nesin'e, Afşar Timuçin'den Deniz Gezmiş'lere daha önce yeraltı dünyasında pek irdelenmeyen “tabulara” alan açarak bu sektörde at koşturmak isteyenlerin daha "ileride" bir pozisyon almalarına büyük katkı sağladı DeliKasap. Tüm bunlar hala süren hegemonya savaşlarının bir yansımasıdır ve her zaman söylediğimiz gibi: Bu sadece bir müzik türü değil.

2- Türkiye'de Rock'n Roll kültürü üzerine neler söylemek istersiniz? İnsanların motive yolları sence hangi müzik kültürü?

Rock N’ Roll aslında bir müzik olmaktan ziyade bir tavır. Bu bağlamda yeri geldi Fazıl Say ile röportaj yaptık yeri geldi Roger Waters ile özel söyleşi gerçekleştirdik. Yani örneğin bir Baba Zula grubunu klasik Rock N’ Roll grubu olarak değerlendiremezsiniz ama duruş olarak Rock N’ Roll’un üst seviyesini yaşıyorlar bence. O yüzden bu tip bir avangart sanatçıyı konuk ettiğimizde “Bir Rock Müzik Dergisi’nde bunların ne işi var” diye çatlak ses pek çıkmaz bizde. Zaten geçmişten bugüne DeliKasap okuru da hep entelektüel olarak kendini geliştirmek isteyen bir okur-yazar kitlesini oluşturduğundan DeliKasap’ın yayın çizgisi de takipçi-okur etkileşimiyle bana göre bir hayli demokratik bir editoryal süreç sonucunda belirleniyor.

90’lı ya da 80’li yıllar nostaljisi ile pek ilgilenmiyoruz. Doğrusu, elbette ki dünün olumlu ve olumlu mirasını da içerip bugünün farkına varmak ve geleceğin rock medyasını, formatını kurgulamak. DeliKasap buna dair akademik olarak da çalışmalarını sürdürüyor. Biz geleneksel dergicilik ve medya anlayışı ile çağdaş yayın tekniklerini, dijital yayıncılık ile fiziksel medya biçimlerini bütüncül bir kavrayışla okura sunmanın derdindeyiz.

DELİKASAP CEPHESİNDE DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK

Bu minvalde 2000’ler sonrası musiki alanında var olmuş tüm medya formları DeliKasap’tan izler taşır, bundan gurur duyuyoruz. Eskinin mirasını yenileyerek geleceğe taşıyabilenler varlığını sürdürecek yoksa naftalin kokulu bir nostalji imgesine dönüşürsünüz. Sadece müzik alanında değil genel anlamda medya alanında yaşanan çoğu sorunun arka planında eski ile yeni arasında kökleri olan ve derinlikli bir ilişkinin tesis edilmesinde yaşanan sıkıntılar var bana göre. Ne güzel bir atasözüdür: “Zarf değil mazruf önemli” diye. 90’lı yıllar süperdi kahrolsun 2000’li yıllar diyen anlayışı da köhnemiş buluyoruz. Bir olguyu sadece İsa’nın doğduğu günü kerteriz alarak anlamlandırmaya çalışmak salt nostalji ve durağanlık bataklığına saplar sizi. Salt müzik gazeteciliği olarak değil de ana akım medyanın durumuna dair birkaç şey söylenebilir –zira 90’larda varolan müzik gazeteciliği büyük oranda Holding/Plaza ana akım medyanın bir uzantısıydı, bugün onlar tasfiye edildi.

3- 90'lı yıllardan bugüne müzik ama özellikle Rock'n Roll nasıl bir değişim-dönüşüm yaşadı? Ya da yaşadı mı? Müzik gazeteciliği 90'larda neredeydi şimdi nerede?

Doksanlı yıllarda liberal gazetecilik ve uzantıları Altın Günleri’ni yaşıyorlardı ve artık yoklar. Bizim açımızdan ise çok şey değişmedi; biz hem bürokratik devlet kapitalizminin sıkıcı unsurlarını dün de reddederdik bugün de reddediyoruz liberal plaza medyası ve unsurlarını dün de pek sevmezdik bugün ise ana akım diye bir şey artık yok. DeliKasap cephesinde yeni bir şey yok yani; “Rock N’ Roll’a devam” ediyoruz!

Editör: Haber Merkezi