ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ-15 günde bir youtube kanalı üzerinden yayınlanan, Başak Canda’nın hazırlayıp sunduğu ‘Konu Konuk’ proğramının konuğu Şair Şükrü Erbaş’tı.

Erbaş şiire adım attığı günlerden günümüze kadarki yazma serüveniyle birlikte günümüzdeki şiirin durumuna kadar birçok konuda görüşlerini bildirdi. Yeni kitabından da şiirler okudu. Ama en çok da ‘Ben fahri fiili Diyarbakırlıyım, Amedliyim, kim ne derse desin. Diyarbakırlının bundan haberi olmasın hiç önemi yok. Bir Diyarbakırlıyım, iki Dersimliyim, üç Antakyalıyım.’ demesi, yapılan yorumlara göre en dikkati çeken yerlerden biri oldu. Şehirlerin gizeminden kelimelere yüklenen anlamlara kadar kendisinde bıraktığı izleri dile getirdi. Biz onu daha çok 80’li yılların başında dergilerde görmeye başladık. Varlık dergisinden sonra; Yarın, Türkiye Yazıları, Yaba, Oluşum gibi Ankara dergilerinde şiirleri yayımlanıyor. Eylül gibi bir kabus çökmüş ülkenin üstüne. Gençler bir bir içeri alınıyor, işkenceden geçiriliyor, kaybediliyor. Darbenin bütün zalimliğiyle ülkenin üstüne çöktüğü günler, aylar, yıllar. Böyle bir dönemde şiirleri tamamen o günlerin kötülüğüne endeksli ve cesur. ‘GÜNLER’den söz ediyor sıklıkla. Yaba Yayınlarından çıkan ilk kitabı olan Küçük Acılar’da bunu görüyoruz. 


“Günler yağmur alacasını giyindi” dizesiyle başlıyor kitap. Farklı farklı şiirlerde de günlere değiniyorsunuz. 
‘Güne yeniliksiz başlıyoruz her sabah” 
“Güne heyecansız başlıyoruz” 
“Suların bile kendini akmadığı günlerdeyiz” 
O günleri anlatarak şiirin bu günleri aşmadaki katkısını konuşuyor. Küçük Acılar’da yer alan ‘Genelev Mektupları’ şiiri sorulduğundaysa şiirini bir hayat kadınına okuma telaşını anlatıyor. Sanki konuşulmayan bir toplum sosyolojisi, kişisel bir psikolojik analiz yapıyor. Dertleşme ve kederin aktarımı da var şiirde. Ancak şiirin sonsözünde ne söylenirse söylensin acıların kişisel tarihteki yerinin farklı olduğunu ve kişiye ait olduğunu anlıyoruz.
“Bu ucuz ten pazarını
Yazdığını sanan çocuk
Herkesin gerçeği kendine acı
Herkesin acısı kendine biricik.”
dizelerinde bunu rahatlıkla görüyoruz. O karanlık günlerde çok konuşulmayan, konuşulmak istenmeyen bir sorunla hesaplaşmanın, şiirle toplumun arka sokaklarının sosyolojisini incelikle işlendiğine tanık oluyoruz. O zor günlerin başka bir tarafından tutarak bir film kareleri gibi akıtıyor hafızalarımızdan.
 Şiirlerinde halk şiirinin izleri var. Oradan çağdaş şiire doğru seyahat ediyor. Yunus’un mistik hali, Pir Sultan’ın direnişe değen dizeleri, Karacaoğlan’ın gezgin ve sevdaya değen dizeleri, Mevlana’nın anlatımcı dilinin izleri şiirini besleyen zenginlikler. Aşık Veysel’i ve bir çok halk ozanını da ekleyebiliriz. Duygusu bu yönde. Elbette O bugün farklı bir şiir söylüyor. Ancak bir vefa dili gibi duruyor halk şiiri temaları. Destansı bir akış da var. Ve tabiki ‘Ömür Hanım’ soruluyor şaire. Ömür Hanım engin bir kadın imgesi. Büyük bir sevda şiiri. Kaybetmeye, ölüme ve yalnızlığa değiyor. Bir iç huzuru arama, içindekini dökme. ‘Yaşıyoruz Sessizce’ kitabının ismi. 
Şair Şükrü Erbaş ile yapılan söyleşinin tamamını youtube kanalından izleyebilirsiniz.

Editör: Haber Merkezi