Hatip Dicle: İki bloklu sistem yürümüyor. Kriz ve kaosu aşamıyor. İstikrar için Kürt halkı ve tüm demokrasi güçlerinin üçüncü bir ayağı oluşturması zorunludur

Kürt siyasetinin duayen isimlerinde Hatip Dicle  Yeni Yaşam Gazetesinden Hüseyin Kalkan'nın sorularını yanıtladı.




 





Kürt siyasetinin duayen isimlerinde Hatip Dicle, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın görüşme sırasında vurguladığı “Üçüncü Ayak”la, Türkiye’deki “Cumhur” ve “Millet” ittifakı temelindeki iki iktidar blokuna dayalı sistem yanında, üçüncü bir siyasal gücün örgütlenip ortaya çıkarılması ve Türkiye siyasetine bu yolla müdahale edilmesi gerektiğini ifade etti. Dicle, Rojava deneyiminin ise Üçüncü Yol teorisinin pratiğe geçirilmesi olduğunu belirtiyor. Bu söyleşide Hatip Dicle, Üçüncü Yol ve Türkiye siyasi sistemi ile ilgili birçok konuya açıklık getirdi.







  • Sayın Dicle, PKK Lideri Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan ile yaptığı görüşmede dile getirdiği “Üçüncü Ayak” kavramını nasıl açıklamak gerekir?


Öncelikle belirtmeliyim ki 3 Mart günü gerçekleşen görüşme, İmralı’daki mutlak tecridin kırılması değil, içine düştükleri zor durumdan kendilerini kurtarmak için geliştirdikleri taktiksel bir girişimdi. Zira başta Kürt halkı, Özgürlük Hareketi ve devrimci demokratik güçler; “İmralı’da yangın var!” çığırtkanlığıyla oynanmak istenen özel savaş oyununu, Öcalan’ı güçlü bir sahiplenmeyle bozmuştu. Öcalan 3 Mart görüşmesinde; çözümü tıkayan devlet zihniyeti yanında, özellikle Kürt sorununun çözümünü isteyenlere, Kürtlerin özgürlüğünü, Türkiye ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesini isteyenlere seslendi. Onların ne yapması gerektiğini ortaya koydu: “Eğer bu talebinizde ısrarlıysanız, o zaman benim gibi 24 saat günlük ideolojik, siyasi ve eylemsel çalışmaları yapmalısınız” dedi. “Öncelikle kendinizi bilinçlendirerek ve örgütleyerek gerçek bir çözüm gücü haline gelmelisiniz. Böylece çözümsüzlüğü ısrarla dayatan güçleri aşabilirsiniz…” diyerek de yol gösterdi. Sayın Öcalan’ın görüşme sırasında vurguladığı “Üçüncü Ayak”la, Türkiye’deki “Cumhur” ve “Millet” ittifakı temelindeki iki iktidar blokuna dayalı sistem yanında, üçüncü bir siyasal gücün örgütlenip ortaya çıkarılması ve Türkiye siyasetine bu yolla müdahale edilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Nitekim bu düşüncesini, daha önce de defalarca yinelemişti. Ne var ki dikkat çekilen, bu iki bloklu sistem yürümüyor. Kriz ve kaosu aşamıyor. Her iki ittifakta da yer alan partiler, AKP örneğinde de görüldüğü gibi sürekli çatırdıyor. Aslında bu iki blokun Kürtlere yaklaşımında, tüm dini ve etnik gruplara yaklaşımında, kadın ve gençlik politikasında önemli bir farkları da yok… Bu nedenlerle iki ayaklı masa sürekli sallanıyor. Ayakta durmakta zorlanıyor. Ancak rejimi otoriterleştirerek, sistemi zorla ve şiddetle yürütmeye çalışıyor. Böyle bir süreçte toplumun kendini yaşatması, ancak demokratikleşme ile mümkün olabilir. Başka türlü istikrar sağlanamaz. Bu nedenle istikrar için Kürt halkı ve tüm demokrasi güçlerinin üçüncü bir ayağı oluşturması, örgütlemesi, birliğini sağlaması ve siyasete güçlü müdahalesi zorunlu olmaktadır. Her mahalle ve köyde halk meclislerini kurup, bunların aşağıdan yukarıya doğru demokratik konfederal örgütlenmesi ve aktif mücadelesi, demokrasi blokunu, halkların çekim gücü haline getirir. HDP de işte bu gücü ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Bu durumda başta Kürtler, Aleviler, kadınlar, gençler, emekçiler, aydınlar, sosyalist ve demokratik tüm güçler ve bu sistemin cenderesinde kimliği zorla bastırılıp tasfiye edilmek istenen tüm halklar, tüm farklılıklar güçlü bir birlik oluşturmak, örgütlü ve aktif bir mücadele odağı yaratmak zorundadırlar. Tarih bu görevi hepimizin önüne koymuş durumdadır. Başka bir çıkış yolu da yoktur. Öcalan’ın “Üçüncü Ayak”tan kastı, özcesi budur.

  • “Kürdün Hukuku” veya “Kürdün Yeri” kavramları, hukuksal ve tarihsel olarak neye tekabül ediyor?


Hukuk, hak kavramının çoğuludur. “Hukuku” Kürt halkının hakları anlamına gelmektedir. Uluslararası hukukun güvencesinde bulunan siyasi, ekonomik, kültürel v.s tüm ulusal haklar, Kürt halkının da doğal hakkıdır, Kürt halkı da her halk gibi, kendi topraklarında özgürce ve barış içinde yaşamak; kendi kendini yönetmek; dil ve kültürünü geliştirmek; çocuklarına kendi anadillerinde eğitim vermek gibi, kollektif haklara sahiptir. Ancak Birinci Dünya Savaşı sonucunda Ortadoğu’da kurulan uluslararası sistem, Kürt halkının tüm ulusal haklarını gasp etti. Kürtler bu tarihi haksızlığı ve derin adaletsizliği hiç bir zaman kabul etmedi, direndi ve direniyor… Bundan sonra da bedeli ne olursa olsun, her türlü meşru yolla mücadele ederek; onurlu, özgür, demokratik ve komşu halklarla kardeşlik ve barış içinde bir yaşama er geç kavuşacağına şüphe yoktur. “Kürdün Yeri”, vatanı Kürdistan’dır. Kürtler Ortadoğu’nun kadim halkıdır. Otokton (yerleşik) bir halktır. Yaşadığı ülkesi Kürdistan’da, binlerce yıllık köklere sahiptir. Bu gerçeklikten hareketle Kürtler, vatanlarının yüzyıl önce iradeleri dışında parçalanmasını asla kabul etmediler; yapay devlet sınırlarını hiçbir zaman meşru görmediler. Kürt halkı, zorbaların demografik operasyonlarıyla topraklarının gaspını, yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin talanını, dün olduğu gibi bugün de reddetmektedir. Herkes bilmeli ki; sömürgeci ve hegemon güçlerin işgal, ilhak ve soykırım rüyaları, Kürt anaları Kürdistan’da çocuk doğurduğu müddetçe, asla ve asla gerçekleşmeyecektir.

  • Öcalan “Devlet Aklı” derken, sizce neyi kastediyor? Bu aklın içinde AKP-MHP iktidarı var mı?


Bu sorunuzu yanıtlamadan önce, “Devlet Aklı” kavramı üzerinde özet bilgilere başvurmak gerekiyor. Bir kere bu kavram, 16. yüzyılda İtalya’da doğmuştur. Ulus devletin tarih sahnesine çıkmasının arefesindedir. Kavramın kökeni Makyavelli’ye dayanır. Makyavelli, devleti mümkün olan her türlü araçla korumanın hem hak, hem zorunluluk olduğunu ortaya koyarak, “devlet aklı” kavramının modern zeminini inşa eder. Yine bir İtalyan olan Giovanni Botero, “devlet aklı”nı şöyle tanımlar: “Devletin oluşmasını, güçlenmesini ve büyümesini sağlayan araçların, tam olarak bilinmesidir” demektedir. Ancak bu kavram asıl gelişimini Fransa’da gerçekleştirecektir. Çünkü Fransa, din ve mezhep savaşları döneminde, devlet selametinin en önemli husus olduğu fikrine ulaşarak, “devlet aklı”na gelişebileceği bir zemin sundu. Buna göre acıma, şefkat gibi duygusal tepkiler, siyasal kararlarda mümkün olduğunca dışarıda tutulmalıdır. Fransa’dan sonra, bu kavramdaki asıl felsefi derinliğe Almanya’da Hegel’le ulaşılacaktır. Filozof Hegel’e göre devlet, dinin veya ahlak kurallarının emrinden kesinlikle çıkarılmalıdır. Foucault’ya göre ise, “devlet aklı” öncelikle özgün bir yöntemin mantığı, akılsallığıdır. Tüm bu özet bilgiler ışığında “devlet aklı” kavramını, şöyle tanımlamak mümkündür: Siyasal sorunların içsel zorunluluğuyla ve olguların gerçekçi biçimde değerlendirilmesiyle, siyasal bütünün üstün ortak çıkarını birbirine bağlayan bir tür siyasal sağduyudur. Devletin ortak çıkarını korumak ve sürdürmektir. Asıl olarak devletin selametine kilitlenmektir. Özcesi “Devlet Aklı”, devlet merkezli düşünme tarzıdır. Türkiye’de 2000 yıllarına kadar, bu kavramın yerine “Hikmet-i Hükümet” kavramı kullanılırdı. Devlet kararları açısından “Hikmetinden sual olunmaz” denirdi. Ancak 2000 yılından sonra bu kavram yerine, “devlet aklı” kavramı yerleşti. Bununla bağlantılı olarak, hükümet etme sanatında tecrübeli veya hükümet ilişkilerinin idaresinde usta olan kişiler anlamında da, “Devlet Adamı” kavramının tercih edildiğini bilmekteyiz. Günümüzde AKP-MHP-Ergenekon ittifakının, iktidarı yürütme tarzında bir “devlet aklı”ndan söz etmek, ne yazık ki imkansızdır. Devletin tüm kurumlarını tek bir kişi ve otoritenin emrine vermek; siyasal kararlarda dini düşüncelerin ve ırkçı bir Türk milliyetçiliğinin gözlüğüyle sorunlara yaklaşmakta ısrarlı olmak; ulus-devlet ilkelerini en katı tarzda uygulamak; içte baskıcı, dışta yayılmacı ve saldırgan bir politika izlemenin, “devlet aklı” ile bir ilişkisi olamaz. Birinci Dünya Savaşı’nda İttihat ve Terakki Hareketi, Osmanlı İmparatorluğunu nasıl çöküşe götürdüyse, zihniyet olarak onların temsilcisi olan bu iktidar blokunun da, halklarımıza kazandıracağı olumlu hiçbir şey olmayacağı gibi, devletin selametini de tehlikeye attıkları çok açıktır. Özetlersem, salt bu birkaç temel nedenden dolayı da olsa, bu iktidar döneminde “Devlet aklı”ndan söz etmek, en hafifinden gerçeği öldürmektir.

  • Görüşmeden anladığımız kadarıyla Öcalan, Suriye Kürtlerinin stratejisini doğru buluyor. Ve bu stratejinin Suriye’nin birliğine katkıda bulunduğunu söylüyor. Bu söylemi açabilir misiniz?


Rojava Devrimi’nin stratejisini, baştan itibaren Sayın Öcalan belirledi. Bunu 3. çizgi olarak tanımladı. Halkların çizgisi olan bu stratejiye göre; Ne Suriye’ye müdahale eden hegemon güçlerin ekseninde, ne de bölgenin gerici ulus devletlerinin çizgisinde hareket edilecekti. Öz savunmaya dayalı, bağımsız ve halkların ittifakını esas alan bir yol izlenecekti. Bu strateji pratikleştirildikçe, hem Suriye halklarının desteğini aldı; hem de dünya devrimci-demokratik güçlerinin enternasyonalist dayanışmasını kazandı. DAİŞ’e karşı destansı direniş ve bu siyasi-askeri hamleye, kadının güçlü katılımı, Rojava Devrimi’ni bir Kadın Devrimi olarak şekillendirdi. Şüphesiz ki devrimin başarısı, hem Ortadoğu devrimine, hem de halkların, dünyanın her yerinde yükselttiği mücadeleye örnek oldu. Bu strateji, Kürdistan’ın diğer parçalarındaki Kürt halkı ve komşu halkları da olumlu etkiledi. Tüm Kürtler varlıklarını, iradeleri ve onurlarını, Rojava’daki devrimde gördü. Orada kendi kendilerini yönettiklerini, özgür ve onurlu yaşama kavuştuklarını tespit etti. Kürtler bu pratikten, şunu da net olarak anladılar: Rojava’da kaybederlerse, diğer Kürdistan parçalarında da tutunamazlar. Devrim bu bakımdan da çok önemliydi. Diğer yandan Kuzey ve Doğu Suriye, Öcalan’ın geliştirdiği demokratik modernite, demokratik özerklik ve demokratik konfederalizm paradigmasının en somut, pratik olarak uygulandığı saha oldu. Dolayısıyla bu kuram, Rojava’da ne kadar başarırsa, Kürtler ve insanlık için o kadar çözümleyici ve etkili olacaktır. Öte yandan Kuzey ve Doğu Suriye’de Kürtlerin, Arapların, Asurilerin, Türkmenlerin, Çeçenlerin, Ermenilerin demokratik birliğinden, demokratik konfederalizm sistemi oluştu. Halklar kendi güçleriyle, temsilleriyle, nasıl beraberce yaşayabilirler, devrim bu soruya da en somut cevap oldu. Ortadoğu birliğinin, halklar birliğinin önünü açtı. Özcesi orada bir demokratik model denendi. Rojava tıpkı bir sosyal-siyasal laboratuvar gibi oldu. Kesin başarılı olduğunda ise, Ortadoğu halklarının demokratik birliği ve eşitliğinin, kardeşliğinin önünü açacaktır. Bu nedenle de, Rojava’daki mücadele, kutsallık düzeyinde önemli bir mücadeledir.

  • Son olarak koronavirüs pandemisi için insanlarımıza ne diyeceksiniz?


Dünya çapındaki bu virüs salgını, çok ciddiye alınmalı; toplumumuzun Sağlık Komiteleri’nin tavsiyeleri doğrultusunda, kendi özkarantina önemlerimizi hassasiyetle sağlamalıyız. Temizlik, özellikle de el temizliği ve evlerimizde bireysel izolasyon, uzmanların önerdiği en etkili tedbirdir. Muhtemelen dünya çapında yüzbinlerce insanın yaşamını yitireceği böyle bir felaketin, kapitalizmin onlarca yıldır ekosisteme verdiği büyük zararlara karşı, doğanın intikam alma operasyonu olduğunu bilmek durumundayız. Bu zorlu dönemde, iletişim araçlarıyla ilişkide olmak ve toplumsal dayanışmayı bu yolla sağlamak, hepimiz açısından en etkili moral önlem olacaktır. Ekolojik toplum bilincine sahip bir mücadelenin bireyleri olarak, salgını hiç hafife almadan, kendimizin ve çevremizin sağlığını korumalıyız. Ve Sayın Öcalan’ın şu uyarısını, bu zorlu dönemde aklımızdan çıkarmamalıyız: “Sağlığını kendi öz imkanlarıyla koruyamayan toplumun temeli, varoluş ve özgürlüğü ya tehdit altındadır veya tümüyle yitirilmiştir.”

YARIN: HDK EŞ SÖZCÜSÜ İDİL UĞURLU
Editör: Haber Merkezi