Kürt sorunu Türkiye’nin en önemli sorunu olmaya devam ediyor. Cumhuriyetin kuruluşunun üzerinden neredeyse yüz yıl geçecek ve hâlâ Kürt sorunu çözülmedi.

 

Kürt sorunu Türkiye’nin en önemli sorunu olmaya devam ediyor. Cumhuriyetin kuruluşunun üzerinden neredeyse yüz yıl geçecek ve hâlâ Kürt sorunu çözülmedi.

Öncesi unutulmamak kaydıyla, cumhuriyetin tarihi kan ve gözyaşıyla dolu hale getirilmişse bunda esas neden Kürt sorununda demokratik çözüme yönelim göstermek yerine askeri yönteme, güvenlik önlemlerine, şiddete başvurmaktır.

Özellikle son günlerde “HDP kapatılsın” yönlü süren kampanya bize bir kez daha bir hatırlatma yapma zorunluluğu doğurdu. Zira Kürt sorununu yüzyıldır bugün önerilen yöntemlerle çözülecek sananlar bugün dönüp geriye baktıklarında kan gölleri görecektir. Gözyaşı nehirleri, ceset dağları, yakılmış, yıkılmış, üzerinde duman tüten bir coğrafya ve onun içinde yeniden dirilen, hep eşit haklarda ısrar eden bir mücadele göreceklerdir.

HDP de bu demokratik mücadelenin günümüz temsilcidir. HDP’yi kapatma hesapları yapılırken dönülüp geçmişe bakılsın!

1919’daki Amasya Protokolü vb. tüm bunlar arşivlerde, belgelerle mevcuttur. 1921 Anayasa’sında Kürtler için “özerklik” bir çözüm yolu olarak belirlendi. Ondan önceki karmaşık günlerde, gerçekleştirilen kongreler sürecinde hep Kürtlerden ve Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı halklarından söz edildi. “Ortak düşmana karşı birlikte mücadele” sözleriyle Kürtlerin temsiliyetine özen gösterildi. İlk Meclis sürecinde “Kürdistan temsilcileri” mebus olarak belirlendi, Mustafa Kemal İzmit’te 1923’teki basın toplantısında A. Emin Yaman’ın sorusuna verdiği yanıtta “Başlı başına bir Kürtlük düşünmektense bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir türlü özerklik oluşacaktır. O halde hangi livanın halkı Kürt ise onlar kendilerini özerk olarak idare edecektir. Bundan başka Türkiye’nin halkı söz konusu olurken, onları da beraber ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman bundan kendine aid sorun yaratmaları daima mümkündür. Şimdi TBMM, hem Kürtlerin hem de Türklerin yetki sahibi vekillerinden oluşmuştur. Ve bu iki unsur, bütün çıkarlarını ve kaderlerini birleştirmiştir” diyerek konuyu açık ve net biçimde ifade etmişti.

Ancak halkların mücadelesi, SSCB’nin desteğiyle Mondros Mütarekesi ve teslimiyet sözleşmeleri fiilen devre dışı kaldıkça, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı süreci bittikçe ve Türkiye halkları kendilerini yönetebilecek bir yönetim belirleme sürecine girdikçe durum değişmeye başladı.

Lozan Antlaşması süreci Türkiye’nin kazanımlarının sözleşmeye bağlanması süreci olduğu kadar, aynı zamanda Türkiye sınırları içinde yaşamakta olan farklı ulus ve halkların, dil ve kültürlerin, inançların yok sayılması, inkar edilme süreci oldu, çok dilli, çok kültürlü, çok inançlı demokratik bir yönetim yerine, Türk ve İslam çerçevesine mecbur kılınmış bir cumhuriyet süreci başlatıldı. Kütlerin ve farklı halkların inkar edilmeleri o dönemki iş birlikçi şahsiyetler eliyle ustalıkla işlendi.

Bırakın verilen sözlerin tutulmasını, 1921 Anayasa’sının uygulanmasını, yıllar önceki İttihat ve Terakkicilerin zalimce yöntemlerine hızla dönüldü. Onların uzantılarıyla sıkı bir iş birliğine gidilerek hem eski katliam ve soykırımların üzeri kapatılmaya hem de yeni katliamlara yol verilme tercihine gidildi.

Cumhuriyetin ilk yıllarındaki tek parti döneminden 50’li yıllardaki çok partili siteme geçiş sürecinde ve sonraki onlarca hükümet döneminde de çözülmedi Kürt sorunu. Birbirlerinden çok farklıymış gibi görünen, sağda ve solda oldukları iddiasındaki tüm düzen partileri söz ve eylem birliği içinde hareket ederek, şiddet uyguladılar. Kürtlerin inkarı ve asimilasyonunda baskıyı aralıksız sürdürdüler.

Bugün AKP ve MHP koalisyonu, onun yanında saf tutan sağdan, soldan, milliyetçi, muhafazakar tüm parti ve çevrelerle birlikte onun karşısında olanların da bir bölümü geçmişte Kürtlere uygulananı doğru buldukları gibi bunun bugün de sürdürülmesini savunmakta, inkar ve imha politikasında ısrar etmektedirler.

Ancak bu bir yol değil. Yüz yıllık cumhuriyette hâlâ milyonlarca Kürt tüm haklarından yoksun olarak yaşıyorsa bunu daha fazla sürdüremeyeceğinizi görmeniz gerek. Kürt halkı, demokratik bir ülkede yaşamak istiyor. Kürt halkının büyük oranda desteğini almış olan HDP de Kürt sonunun eşit haklara dayalı çözümünü, barışın kazanılması istiyor.

Bu tüm Türkiye halklarının yararınadır. Çözüm, Kürt sorununun eşit haklara dayalı demokratik çözümü ve demokratik Türkiye’dir. Ya da çözüm demokratik bir Türkiye’de eşit haklara dayalı olarak çözülmüş Kürt sorunudur.

Kapattığınız onca partiden sonra tüm barajları, tüm engelleri yıkıp gelen HDP karşınıza dikilmişse bundan bir sonuç çıkarın.