Lozan’dan Konya’daki katliama uzanan siyaset

Lozan antlaşması üzerinden 98 yıl geçti. Bu antlaşma ile Türkiye Cumhuriyeti uluslararası düzeyde tanındı ve cumhuriyet bu yolla devletlerarasında yerini aldı. Bu antlaşmaya taraf olan devletler başta Britanya imparatorluğu olmak üzere Fransa devleti ve İtalyan Krallığı idi.

Oysa bu 3 devlet çok değil üç yıl önce imzaladıkları Sevr antlaşması ile Osmanlı devletini parçalamış, onun önemli parçalarını kendi etki alanlarına çevirmişlerdi. Mesela Güneydoğu(Urfa, Antep, Maraş) Fransızların elinde idi. Akdeniz boydan boya İtalyanlara bırakılmıştı. İngilizler Marmara’yı ele geçirirken, İngiliz desteğindeki Yunanistan Egeye girmişti. Osmanlıya sadece Orta Anadolu’nun bazı kısımları kalmıştı.

Sevr Antlaşması Birinci dünya savaşı galiplerinin sömürge ve yarı sömürge ülkeleri kendi aralarında pay etme anlaşması idi.

Peki ne oldu da başta İngiltere olmak üzere Fransa ve İtalya’nın, Osmanlı devletinin devamı ve varisi olan, Türkiye konusunda tavırları değişti?

En önemli değişiklik 1917 sonlarında gerçekleşen Ekim devrimi idi. Bu devrim burjuvazinin kapitalist sistemine karşı emekçi sınıfların ve ezilen sömürge halkların sistemin yaratmıştı. Bu yeni bir durumdu. 1920 yılında bu sistem üçüncü yılını doldurmuş ve toparlanmıştı. Kapitalist ve emperyalist devletlerin korkulu rüyası olmuştu. Emekçilerin ve ezilen halkların örgütlü olduğu partileri, burjuvazinin savaş politikalarına karşı “Savaşı iç savaşa çevirme taktiği” izliyordu. Bu taktik burjuvazinin emek ve halk düşmanı iktidarlarını içten vurmaya başlamıştı.

Buna karşı Emperyalist ve kapitalist devletler hem kendi içlerinde hem de uluslararası politikada yeni politikalara gitti. İçte; işçi sınıfına ve emekçilere ve onların siyasal öncülerine karşı şiddet politikasını geliştirdiler. Almanya Marksist kadın öncü Roza Lüksemburg’u kurşuna dizdi. Ülke genelinde Komünist ve sosyalist avı başlatıldı. İtalya’da Musollini’nin faşist patisi, sosyalizmi engelleyecek tek güç olarak görüldü ve krallık tarafından iktidar olması sağlandı. Musollini içte sosyalist, devrimci ve demokratlara karşı baskı ve şiddeti üst düzeye çıkarırken, onun iktidarı Adolf Hitlere ilham veriyordu. Ve faşist partiler İspanya- Portekiz gibi sosyalist ve emekçi gelişmelerin yüksek olduğu yerlerde birer birer iktidar olmaya başladılar.

Kapitalist emperyalist burjuva dünyasında faşizm rüzgarları esiyordu.

Dış politikada da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler (SSCB) karşı yeni ittifaklar aranmaya başladılar

Lozan antlaşması tam da bu arayışların hakim olduğu döneme denk geldi.

1920’lere kadar başta Kürt aşiret ve ileri gelenleri ile dost ve ittifak geliştiren Mustafa Kemal ve arkadaşları, Sevr anlaşmasını kabul etmeyip, Osmanlının enkazı üzerinde yeni bir devlet oluşturmaya çalışıyordu. Dışarıda da SSCB ile de ilişkiler kurarak anti emperyalist bir hava yaratarak bu ülkeden maddi ve manevi destek alıyordu. 1920 yılında Kürdistan’ın Kuzeyi Koçgiri bölgesinde gelişen Kürt halk hareketine karşı oldukça dikkatli davranan Kemalist hareket bu konuda ikna heyetleri göndererek yeni kurulan Meclisin etkin olması için zaman kazanmaya çalışıyordu.

Ama 1925 teki Şeyh Sait hareketlenmesine karşı aynı sabrı ve ittifak ve diyalog yaklaşımını gösterme gereği duymadılar.

Lozan anlaşması sonrası yeni kurulan Cumhuriyet artık sosyalizm düşmanı ve emperyalist burjuvazinin yanında yer almıştı. İçeride pervasızca kan dökebilirdi! Nasılsa 30’lu yıllarda Avrupa’da boydan boya ulusal devletler faşizmi yükseltiyordu. Cumhuriyet de bu akıma uyarak, daha ortada ayaklanma ihtimali yokken 1935 yılında Dersim halkı için “tenkil ve tedip” kararı aldı. Bastırma ve terbiye etme anlamına gelen bu karar ile 1937 ve 38 de ağır bir yönelimle Dersim katliamını başlattılar.

Lozan anlaşması, Türkiye’de tekçi faşist yönetime olanak sağladı. Kürt halkının yaşam hakkı elinden alındı. Diğer halk ve azınlıkların ekonomik varlıkları ve hakları tehlikeye girdi.

Lozan anlaşmasını olduğu dönemde Kürt hareketleri ya yoktu ya da bu anlaşmalara etki edecek derecede etkili değildi. Bu sorun Kürt halkı için bir boşluktu. Bu boşluğu Kemalist burjuva siyasetçileri bir-iki kelime oyunu ile doldurabiliyordu! Lozan’a Kürt ve Türk halklarının temsilcisi olarak gidiyorlardı! Ankara hükümetini de, “iki halkın hükümeti” diye adlandırmaktan geri durmuyorlardı! Kürt halkının hak ve statüsünden bahseden Şerif paşayı Lozan’dan uzak tutarlarken Ankara meclisinden iki Kürt mebusu, ne olur ne olmaz dercesine yanlarında tuttular. Küçük bir toplantıda bu iki zavallı Kürt mebus “biz iki halkın temsilcileriyiz, cumhuriyet bizim de devletimizdir” dedikten sonra ayrılırlar Lozan’dan.

Lozan anlaşması iki yıl sonra yüz yılını dolduracak. Bu anlaşmanın yüzyıl sonra sona erecek diye bir maddesi yoktur. Ama yüzyıl sonra koşullar çok değişmiştir. Bu değişen koşullarda Türkiye devlet ve hükümet yetkilileri MHP ve AKP öncülüğünde “Lozan’ı yenilemek” istiyor. Hatta Lozan’ı beğenemeyip, Kerkük ve Musul’u kendi sınırlarına katmak, Rojava’yı yutmak, Kıbrıs’ı ve adaları ele geçirmek ve tüm Kürdistan’a etki edecek bir pozisyon alıp Lozan’ı bu anlamda yenilemek istemektedirler.

Öte yandan Kürt halkı da 98 yıl önceki gibi bir halk değildir. Şerif paşa gibi halk desteği bulamayan kişiler veya mecliste yer alan iki zavallı mebus gibi temsilciler değil, onu 45 yıldır savunan, hak ve özgürlüğünü dile getiren, örgütlü mücadele eden siyasetine sahiptir. Kürt halkı onu her düzeyde temsil edebilecek yeterlilikte öncü ve önderlere, parti ve örgütlere sahiptir.

İşte anlaşmalara etki edecek de bu güçtür.

Kürt halkının 98 yıl öncesi ile kıyaslanmayacak kadar bugün dost ve müttefiki vardır. Bilinçli bir halk gerçekliği vardır. Dünya düzeyine dağılmış yurtsever devrimci insanları vardır. Bu olumlu durumun hepsinin bir araya gelmesi durumunda, bunun yeni anlaşmalara belirgin düzeyde etki edeceği kuşkusuzdur.

Bu sebeple böylesi bir dönemde Kürt halkının ulusal ve siyasal düzeyde birliğinden bahsetmek hayati dönemdedir. Ya Kürt halkı, halk olarak bir statü sahibi olacak, ya da ya da bir yüz yıl daha kendini tekrar edecek…

Kendini tekrar etmek ne demek? Konya’daki katliam demek…

Tam da Lozan anlaşmasının 98.yıldönümün tartışıldığı bir dönemde Konya’da bir Kürt ailenin katledildiği haberi geldi. Bu katliam AKP MHP faşizminin açık bir desteği ve kışkırtması ile gündeme geldiği açık. Ama hükümet yetkilileri bu tür durumda hep yaptıkları şu kalıp cümleleri kurarlar: “Komşu saldırısı, bir meczubun işi, aile husumeti vb …” Ama aslında bunun bir siyasetin parçası ve taktiği olduğunu hep gizlerler. İşte 98 yıldır devam eden bu katliam ve bu oyundur. Ne yazık ki Lozan anlaşması bu olanağı verdi Faşist Hükümetlere…

Umut yine halklarda, demokratik insanlıktadır.