MAFYA SİYASET DEVLET: ZORBALIK

Bu yazıyı kaleme aldığımda, henüz 2. Soylu röportajı yapılmamış, Bahçeli ve Erdoğan da konuşmamıştı. Sözlerini ve hareket tarzlarını, aralarındaki ittifakı tazeleyip, kendi klikleri ve amaçlarından başka her şeyle yeniden savaşa gireceklerinin ve girdiklerinin ilanı sayıyorum. Şimdilik yol açtıkları ve yol açacakları muhtemel sonuçlarına değineceğim.

Mafya siyaset sermaye ve devlet erkanı arasındaki son kapışma, büyük bir talan yalan ve zorbalık imparatorluğunun, şu anki kliklerinin elinde çürüme ve yozlaşmanın ne denli yaygın ve egemen olduğunu gözler önüne serdi. Tabii önümüze mafya ve iktidar odakları dizileriyle gelen raund ne ilk ne son örnek, gördüğümüz ve göreceğimiz temel olgunun ne olduğunu bir kez daha teşhis etmeye zorlayacak sadece. Bir sonun, son perdelerinin sahnelendiği açık da, bunun böyle olacağının garantisi yok. Ya da tek garantisi, oynayanların rollerine son verme girişiminin kimin tarafından ve nasıl yapılacağında düğümlenecek. Her kurumuyla bir çöplük resmi veren düzen mi kendini yeni bir umutsuz hamleyle biraz daha “kurtaracak” yoksa talanın yalanın zorbalığın bir nevi uyuşturduğu toplum mu kendini kurtaracak hamleye girecek?

Öncekiler de böyle oldu elbet ama bu seferkinin özelliği, boynuz kulağı geçer misali, yirmi yılda dağı taşı tutmasında. Üstelik yakın tarihin en yakın örneği Susurluk’tan çok değil altı yıl sonra başlayan yol bu lağım çukuruna çıktığında, Susurluk’un ana aktörlerini de kapsayarak ve de doğası gereği, aşarak, Susurluk onun yanında kel kaldı bile diyebiliriz.

Önümüzde duran lağıma “olgu” diye bir kavramla yaklaşıp biraz deşelemeye giriştiğimizde insanlığın yürüdüğü bütün yollarda karşılaştığı temel gerçekliğin bir yüzüyle karşılaşıyoruz. Bir tarafta mal mülk sahiplerinin doymaz usanmaz iştahıyla öteden beri çöreklendiği malı-mülkü-parayı-pulu, tepemizdekilerin kendi şahsı adına yeniden kaldırdığı, geri kalana- tüm topluma- ise yalan ve zorbalığı dayatan bir düzenek. Bunun adı devlet, kendisi yalan talan ve de zorbalık düzeneğidir. Devlette, tepede, böyle yüksek katlarda olmak şahanedir!

Bu talan yalan ve zorbalık düzeneğinin içinde mesela Özal, devletin tepesindeki yerinden sıradan insanlara sırıtarak, “ben zengini severim”, seçim sonuçları için “malı götürdük” demiştir vakti zamanında. Ömrü vefa etseydi, kim bilir daha neler görürdük. Bütün darbe dönemlerinin şapka çıkarıcısı Demirel, Diyarbakır’da elinde milyarlarla İstanbul’a göçen Bölge Valisi Kozakçıoğlu’nu, “Parayı almasına ben izin verdim, size ne?” diyerek höykürmüş, soranlar, sorularını yutmuştu. Erdoğan da onların mirasıyla, üstelik alt tabakanın inancı İslami “kefen” edebiyatıyla geldi ama beşli şirket çakalına tüm devlet işlerini verdirip köylünün, yoksulun evini tarlacığını bile alinden aldı, HES’lere, madene, şuna buna devretti. Hele şimdi, halk açlıktan ve yoksulluktan kıvranırken o, beşli çetenin bütün borçlarını, faizlerini bir çırpıda devlet gücüyle sildi. “Şahsına” düzenlenmiş memlekette nereye dokunduysa altına çevirdi! Mallandı mülklendi. Özal gibi sadece kendisi değil, yedi sülalesiyle birlikte. Oğulları gemiciklerle başladı, vakıflar, takım taklavat toplanıp yürüdüler. Kızları, Amerika’da bağışçıların parasıyla üniversite bitirip Albayrak ile Bayraktar’a silah külah ve de medya tekelleri gelin ve hatta devlet danışmanı oldular. Amca MAN’ı, damat 128 milyarı tuttu ve de gizlendi. Daha bilmem kimleri nerelerde mal deryaları oluşturdular. Emrindeki memurları ayakkabı kutularında dolar stokladılar; yeme de yat yanında. Bakanların evlerinde para sayma makinaları, çuvallarla dolarlar çıktı. Saymakla bitmez bir mülk sicili yaptı her biri.

Demirel’i atladım sanmayın, onun çocuğu yoktu, o yüzden olmalı, kendisinden kayıp oğlunu bulmasını isteyen anaya; “oğlun cebimde mi ki, çıkarıp vereyim” dedi. Oysa o çocuk o günlerde, bugünün de gözdesi Ağar çetesinin işkence tezgahlarındaydı. Mal mülk deyince eklemeliyim; Demirel’in evi Anadolu insanının hediyeleriyle dolardı, o bununla övünürdü. Zaten devlet konutlarında bedava yaşıyordu. İslamköy’den boşuna çıkmamıştı. Deveyi hamuduyla- der ya söz, siz onu devleti eliyle diye okuyun bence- yutan kardeşlere ve yeğenlere sahipti. Onlar da arkalarında devlet, her şeylere ulaştılar, memlekette ilk hayalini mobilya ihracatının mucidi onun yeğeni oldu!

Yalan ve talan imparatorları olmak öyle kolay değildir. Bunun için zor aygıtlarına, zorbalık sistemine ihtiyacınız vardır. Orduları yönetiyorsunuz, polis kuvvetlerini ikinci bir orduya çeviriyorsunuz. Yetmiyor, “terörle mücadele” adı altında özel kuvvetler kurduruyorsunuz, Kürdü Kürde kırdırmak için bir de koruculuk icat ediyorsunuz. Abdülhamit’in Hamidiye Alaylarının Kürdü Ermeni komşusunun malına çökerten devrinin yerini zamanımızda korucu orduları aldığında Kürdün malına mülküne, dağına taşına, akarsuyuna, köyüne ve yaylasına el koyabildi devlet. Tanklar, zırhlı araçlar uyuşturucu çuvallarını, uçaklar katilleri, Toroslar hedeftekileri ölüme taşıdı. Az iş değil. Şimdi bu minvalde işler- daha çok mala ihtiyaçtan olmalı- sınır aşırı seferlerle, gemilerle, çökülmüş marinalardan sürüyor.

Adını andığım saltanat zamanlarının bunlardan başka zor aygıtları, devletten başka özel örgütler de oldu. Hepsi mübalağasız zaten yasadışı özel sektör olan, dört yanı sarmış mafyayla iş tuttular. Mafya malum; mal çökmek her şeyden önce. Bu kendi tarifleri. Mala çöke çöke zengin olunuyor elbet. Yılar önce bir darbe zamanında-12 Martta- yazar İlhan Selçuk, koğuş arkadaşı Dündar Kılıç’a soruyor: “Bunca, işi nasıl yapıyorsun?”. Kılıç, Sıkıyönetimin 1. Ordu Karargahında parmaklarıyla silahı tarif ediyor. Diyalog, Selçuk’un Kılıç’a, yaşlanınca parmaklarının titreyeceği, şimdiden parayı pulu mala, işe yatırması tavsiyesiyle bitiyor. Demek sonraki mafya şefleri o tavsiyeyi tuttu da bugünkü zenginliklerine geldiler. Bugünkü iktidarın şimdi ipliklerini dizi dizi pazara çıkardığı Sedat Peker’e iş adamı payesi verdiğini hatırlayalım. Şunu da unutmayalım: Geçtiğimiz yıllarda polisin yaptığı operasyonların en çoğu “çete yapılanması” dedikleri her tür; mesela narkotik, ilaç, dijital araçlar, ara sıra silah, hatta kaçak kadınları çalıştıran mafya operasyonlarıydı.

Yine de devlet olmakla iş bitmiyor. Düşünün elinizin altında ordular var, özel özel kuvvetler var. Ama ille de başka teşkilatlara, yeraltına ihtiyacı var! Mesela Çiller Özel Örgütü, manşetlerde yer bulmuştu. “28 Şubatın mağduru benim” diye zırlayarak kurtulmuştu Çiller. Çoktandır o da Erdoğan’ın yamacında. Onun gözde iş ortağı polis şefliğinden gelip İçişleri Bakanlığına çöken Mehmet Ağar’dı. Çiller’in sağ kolunda ise devrin komutanı vardı, Doğan Güreş; -emekli olunca Kilis’i il yapıp onu da milletvekilliği ile mükafatlandırmıştı- Çiller tak diye buyuruyor, o şak yapıyordu! Şimdikilerin Suriye savaşından devşirme İŞİD’leri yanında SADAT’ları var. SİHA’ları, İHA’ları var ve onlardan filolarla Azerbaycan’da sefere çıktılar. Hepsi hısım akrabadan mütevellit.

Mafya ile iş tutmak neredeyse bütün burjuva dünyanın karakteristiği. Sermaye düzeni aslında yerüstü kadar yeraltı örgütlenmesidir de. Bakın Avrupa ülkelerine, ABD’ye, Rusya’ya hele… Mafya teşkilatlarından geçilmez. Ayrıca devlet örgütünün resmi ve gizli teşkilatları da cabası. Hem iç sömürü mekanizmalarında hem de sömürgelerde elli çeşit gizli örgütlenmeleri vardı. Onlara gizli polis teşkilatları da yetmedi. İçerdekilerden başka, uluslararasında gizli kapaklı işler için ajan teşkilatları CİA’lar, M16, MOSSAD, KGB’ler ve daha nicelerini kurdular. Türkiye’nin Teşkilat-ı Mahsusa’dan miras, MAH’la başlayan istihbarat örgüt ağları içerde ve dışarıda uzanır her devir.

1950’lerde Sosyalist bloka karşı emperyalist Batı, yürüttüğü “soğuk” savaşta Gladio adıyla NATO’ya bağlı özel örgüt yarattı. Ünlü James Bond filmlerindeki kahraman ajanlar hikayesi bunu anlatır. Gladio’nun hikayesi tam tamına katliamlar, askeri darbeler, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı, insan ticareti ve hatta beyaz kadın ticareti, fuhuş faaliyetleri; sadece sosyalist dünyayı değil, bütün dünya insanlığını kana ve göz yaşına, savaşa ve kire batırmıştır. Türkiye’de adı Seferberlik Tetkik Kurulu olarak doğdu, 60’tan sonra Özel Harp Dairesi oldu, 12 Mart darbesinde de Kontrgerilla oldu adı. 12 Eylül darbesinden sonra Kürt isyanına karşı Kontrgerilla 40 yıl içinde JİTEM, JÖH, PÖH, ve diğerleriyle dallanıp budaklandı; polis, jandarma ve de mafya kol kola her zorbalığı, her soygunu birlikte yaptılar.

Bunlar hem kendileri Mafyatiktir hem de her zaman mafya teşkilatlarıyla ortak çalışmışlardır. Mafya babaları; devletten habersiz kuş uçurmayız, uçuramayız derken bu gerçeği anlatırlar. Mafyalar arsındaki savaşlar da devlet organları eliyle karara bağlanır çoğu yerde. Kimin eli yeterse, öbürünü siler süpürür; mala, kadına ve de paraya çöker.    

Sosyalist dünyanın bu saldırganlıkla baş edemediği, kendisi de devlet eliyle aynı yola girdiği ve nefesini tükettiğini vurgulamak gerek.  1989’da, Berlin duvarı yıkıldığında Batı emperyalizmi artık Gladio’ya ihtiyaç kalmadığını ilan etti. Kanlı kansız şekillerde bu yapı, İtalya’dan başlayarak deşifre oldu ve yıkıldı. Bir tek Türkiye’de Gladio, yani kontrgerilla gizli ve var kaldı! Ve Yeşilleri de safına katarak, yeni bir savaş alanında yeni deneyimler kazanıyorum diyerek Kürt kıyımına devam etti.

Uzun sözün kısası; ne devletten bağımsız soygun ve talan, ne sörü ve yalan vardır. Ne devletten bağımsız Mafya ne Mafyadan azade devlet ve yürütme erki vardır. Mesela 90’larda Kürt mafyası, devletten görece bağımsızlaşmaya, ulusal başkaldırıya göz kırpmaya başlayınca, dün birlikte iş tuttukları devlet güçlerinin gazabına geldi, Ağar-Çiller zamanının bin operasyonunda can verdiler. Mesela Demirel, Kürt Hüseyin Baybaşin’in Hollanda’ya uyuşturucu transferine izin veriyor. Niye? O paradan başka ülkesi adına nemalanacak! Böyle bir milli dava gibi savunduklarını hatırlarım. Baybaşin, Mehmet Ağar’ın uyuşturucuyu gemilerle transfer ettiğin söylüyordu o zaman. Bugün Binali Yıldırım’ın oğlu uyuşturucu transferi için Venezuella’ya gidiyor, haberleri ortalıkta geziyor, soruşturulmak için muhatap arıyor. Bir süredir Ağar yine sahnede, kendi deyişiyle, mafyaya kaptırmadığı Marina’yı işletiyor, Çatlı’yı ezip eskilerden Çakıcı, Kontrgerillanın şefleri Eken ve Alan ile iktidara koltuk, rakiplerine de poz kesmiş durumdalar. Ve tabii devletle buluşan, devlet katlarına çökenler tam bir dokunulmazlar imparatorluğunu da oluşturuyorlar. Hepsi katil, hepsi hırsız, hepsi yalancı ama dokunulmazlık zırhının içinde –ah Peker de aşlarına su katmasaydı- mutlu mesut debdebeler içinde yaşıyorlar. Zorbalığın Marina’dan görünen resmine bakmak yeter.

Modern burjuva devlet düzeni bir baskı düzenidir her şeyden önce. Bu özelliği ile ne mafyasız yapabilir ne yeraltı cinayet şebekelerinden vaz geçebilir, ne adaletsizlikten ne de cezaevlerinden. Onun işi burjuvazinin sermaye imparatorluğunu alttaki sınıflara rağmen, onlara karşı yönetmektir. Yani devlet, onu doğuran nedenden hiç kopmadı; mülk sahiplerinin egemenliğini temsil etti, bağrından doğduğu topluma yabancılaşarak, baskı, zorbalık aygıtına dönüştü. Devlet görevlisi dediğinde bu çarkın içindeki kapladığı yere göre çarpandır, devle eliyle talanı, yalanı ve de siyaseti olduğu gibi mafyayı besleyendir. Mesela bugün İkizdere’de taş ocağı kurmak için dereleri kapatan Cengiz Holding’in başı Mehmet, “mülkünüzü bana satmazsanız, acil kamulaştırma kararı çıkarttırırım” diyor, tak diye! Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir kararnameyle isteğini bir kararnameyle, şak diye yerine getiriyor. Köylüler soğukta direnirken Cengiz’in kepçeleri ve kazmaları Karadeniz’in bağrını oyuyor. Mesela Erdoğan emrediyor, Aydın Doğan, basın tekelini şak diye Demrören’e basit bir paraya devrediyor- işe bakın ki kendisi de bin bir hile ve tehditle Milliyet’i düşürerek bu işe başlamıştı-, Pelikanlar İmparatorluğu doğuyor.

Peker- Soylu derken tüm iktidar saltanatını sarsan ve artık kendi bitişine oynayan süreç aynı zamanda devlet ve düzene dair de gerçeği ele vermekte. Saçılan safraları lağım gibi, hayatlarımızın önünü tıkıyor. Saltanatları kadar çürümelerinin faturasını da bize ödetiyorlar hali hazırda. Gidişatı değiştirecek olan yine de toplumsal cüret ve hareket.

Evet, ben bu yazının buraya kadarını kaleme aldığımda, henüz 2. Soylu röportajı yapılmamış, Bahçeli ve Erdoğan da konuşmamıştı. Sözlerini ve hareket tarzlarını, aralarındaki ittifakı tazeleyip, kendi klikleri ve amaçlarından başka her şeyle yeniden savaşa gireceklerinin ve girdiklerinin ilanı sayıyorum. İddia edildiği gibi, Soylu ayar verdi, Bahçeli sahiplendi, Erdoğan da sahiplenmek zorunda kaldı, değil. Tamı tamına, çıkar ve amaç birliği içinde iktidar ederken kendi içlerinden bir kurdun saldırısına uğradılar. Aldıkları yara öldürmedi, öldüremedi; çünkü asıl ezilenler, ezildikleri noktalardan başını kaldırıp da hesap soramadı. Hesap soruyoruz diye bangır bangır konuşan malum muhalefet de yerinde saymakla yetindi. Yaralı olan doğruldu, akıllar ve eller buluşup güçlendi. Zaten son yıllarda bütün yolları birlikte yürüdüler. Bundan sonrasını da birlikte yürümek kurtarırdı onları.  Önümüzde yapılan ve seyredilen tarih bu.

Hiç yarasız beresiz halletmeleri elbet mümkün değil ama ipin ucunu sıkıca ellerinde tutmak için çok önemli bir hamle yaptılar. Şimdi dünkü dost ve yaverleri Peker’i arayacaklar. Zorbalık kamçısı herkesin sırtında şaklayacak. Onlardan ve yandaşlarından başka, tarikatleri, cemaatleri, vakıfları, diyanetleri ve saraylarıyla, yalanlarıyla saltanatlarını, talanlarını baki kılmak isteyecekler. Bunun ilk verileri Akşener’i, Kılıçdaroğlu’nu tehditleri, HDP’li vekillerin fezlekelerini ele almalarıdır. Birbirlerini sosyal medyadan kutlamaları, taraftarların silah şakırtılı gösterileri, “emrindeyiz” biat selamları. İkizdere’de, Gürbulak’da, devlet zoruyla şirket yağmasına devam edişlerinde, İzmir’e gösteri yasağı getirmelerinde. Hiçbir şey olmamış gibi, Meclis’te taarruza devamlarında okunmakta. Sanki Paris Komünü’nü yenmiş Saraylılar kadar utanmaz ve küstahlar, bir o kadar saldırganlar; işbirlikleri, işbirlikçileri, boyun eğenleri, boyun bükenleriyle boyunlar götürmeye and içiyorlar.

Önümüzdeki iki yıl, öncekilerden daha sert çatışma ikliminde geçeceğini görebiliriz. Ortaya çıkmış bu fırsatın kaçırılışı, muhalefet denen uyuşuk burjuva partilerin seyircilikten kurtulup harekete geçememeleri, harekete geçmekten korkmalarıyla çok ilgilidir. Hali hazırda muhalefet deryasında belirleyici güç onlar ama bütün toplumsal hareketlerin temel yasası onlar için de kural: Onlar da üsttekilerden çok, kendi altlarındakilerden korkuyorlar. Hele de Kürtlerden, Kürt siyasetinin gücünden çok korkuyorlar. Yirmi dört günlük çatışmada, iktidarın yarısı demek, bütün kirli zorbalıkların başındaki Soylu’yu sanık sandalyesine oturtacak bir hamle yapılamayınca, tüm toplum iktidar blokunun saldırısına daha da açık hale geldi. Bu iktidar bloku bütün çürüme ve pisliği ile hamlesini 2071 planına göre yapacaktır. Hani şu tarihi olaya; 1071 yılında/ Malazgirt Meydanında… diye nakarata dökülen. O zaman kapıyı kendilerine açan yerli ve Müslüman Kürtlerdi. Şimdi onları, üstüne çökmüş bulundukları kendi yurtlarında hepten silerek yürümek istiyorlar. Görünen vadede Osmanlı hayallerinin önündeki baş engel Kürtler, mala çökmüşlüğü aklamaları de gerek hem.

Ama hayat bu, fırsatlar kadar mücadele de bitmez. Tabii bir de maddenin, düşüncenin ve hareketin diyalektiği var. Eskimişin, çürümüşün kamçısının da ömrü vardır, yürüyecek yolu ise ancak o kadardır. Mafyanın talanın yalanın zorbalığın sonu yok. Daha önemlisi bu toplum artık yaka silktiği mevcut iktidar blokundan kurtulmak için, bu son dersi de değerlendirir ve yol açar kendine. Önümüzdeki iki yıl onun için de büyük çıkışlara gebe.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Ötekilerin Gündem’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.