40 yıl sonra 12 Eylül’ü, askeri darbe dönemini aratmayan günlerden geçiyoruz. Askeri vesayetle mücadele adına meydana çıkanlar askerlerin iktidarından beter bir sürecin uygulayıcısı oldular.

 

40 yıl sonra 12 Eylül’ü, askeri darbe dönemini aratmayan günlerden geçiyoruz. Askeri vesayetle mücadele adına meydana çıkanlar askerlerin iktidarından beter bir sürecin uygulayıcısı oldular. Despot bir yönetim altında yaşıyoruz. Hukuksuzlukta darbecileri aştılar…

Saray’a bağlanmış yönetimde tıpkı darbe dönemlerindeki gibi TBMM adeta devre dışı bırakıldı. Yargı, yürütme yasama tek elde toplandı. Tek adam yönetimi ile faşizmi aratmayan bir yönetim tarzıyla yönetiyorlar ülkeyi.

Olup biten, yaşananlar, çekilen acılar, baskı ve şiddet, hukuksuzluk mevcut iktidara “Darbeden de beter” dedirtiyor insana…

40 yıl önce askeri diktatörlükte büyük acılar yaşadık, yüz binlerce işçi, emekçi, aydın, genç, yaşlı gözaltına alındı, işkence gördü, uzun yıllar sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı, yıllarca hapis yattı. Diyarbakır Cezaevi, Metris, Mamak benim de hapis kaldığım Adana ve Hatay Cezaevleri ve daha birçok cezaevi dolup taştı. İşkencede öldürülenler, idam edilenler, sakat bırakılanlar… Şimdi de yargılanıyoruz, yeni sular yarattılar, Saray efradına, hanımefendiye “Güzel vasıflar atfetmeyerek hakaretten” bir kez daha hakim karşısına çıkacağız 8 Ekim’de.

Erdoğan’ın da göz yaşları dökerek sözünü ettiği Erdal Eren 17 yaşında idam edildi. Necdet Adalı, polis işkencesinde bir süre birlikte kaldığım Ali Aktaş ve onlarca devrimci idam edildi.

Şimdi yine siyasetçiler, aydınlar, gazeteciler, yazarlar, aydınlar, düşünenler, eleştirenler, muhalifler hapse dolduruluyor. Ölüme sürükleniyor. Cezaevleri inşa etmekle öğünen bir iktidar var. Silivri, Edirne, Şakran… Her gün acı haberler, baskı uygulamaları duyuluyor, işkenceler, gözaltı ve tutuklama haberleri bitmiyor. HDP’ye yönelik baskınlar, gözaltı ve tutuklamalar dinmiyor. Daha birkaç gün önce bir kez daha ESP’ye yönelik bir operasyon yapıldı. Tıpkı askeri darbe dönemindeki görüntüler bitmiyor, baskınlar, kapı kırmalar, ev dağıtmalar…

Polis, asker, bekçi, “güvenlik güçleri” demokratik güçlere karşı şiddet uyguluyor. Sokağa çıkan terörist ilan ediliyor. Basın açıklaması yapmak bile olanaksız hale getirildi AKP yönetiminde…

Demokrasi, barış, emek ve özgürlük diyenler, örgütlenmeden mücadeleden söz edenlere karşı büyük bir kin ve nefret duygusu içinde hareket ediyorlar.

Medya baskı altında. Yüzde 99’u ele geçirilmiş, yandaş hale getirilmiş olduğu halde, Evrensel, Yeni Yaşam, Birgün gibi gazeteler hep hedef halinde, TELE 1, Halk TV gibi muhalif televizyon ve gazetelere yönelik baskılar, tehditler, cezalar, karartmalar, ilan kesmeler, para cezaları dinmek bilmiyor. RTÜK ve BİK hukuksuzluk abideleri oldu. Gazeteciler yazmasın, eleştirmesin, konuşmasın istiyorlar… Gazetecileri sudan gerekçelerle tutuklayıp hapse atıyorlar, TGS’nin açıklamasına göre hâlâ 72 gazeteci ve medya çalışanı var hapishanelerde tutuklu olan.

18 yıllık AKP yönetimi baskı, sömürü ve yağmada geçmiş tüm iktidarları ve darbe dönemlerine adeta rahmet okutuyor…

“3Y ile mücadele” diye geldiler. Yasaklar, yoksulluk ve yolsuzluk olmayacaktı… Şimdi durum her zamankinden vahim Türkiye’de. Boğazına kadar battı 3Y ile… Yolsuzluk diz boyu, yasaklar çığ gibi, yoksulluk yayıldı yaygınlaştı.

12 Eylül 1980’deki askeri faşist bir darbeydi. Sermayenin ihtiyaçları için bir düzenleme, bir dizayn ihtiyaç haline gelmişti ve gereği için bir süreden beri çalışmalar yürütülüyordu. İç sermeye ve dış sermaye birlikte hareket ederek kotardılar darbeyi.

Yoksa Evren’in yanında dört general alarak üstesinden geldiği bir iş değildi 12 Eylül darbesi.

Askerler sermayenin ihtiyaçları kapsamında harekete geçirildi ve darbe gerçekleştirildi.

Generaller yönetime el koyduktan sonra ilk saldırı işçi sınıfına ve örgütlenmesine yöneldi.

İşçi ve emekçiler ilk hedefti. İşçi sendikaları, dernekler, kooperatifler, devrimci örgütler, aydınlar, akademisyenler ilk baskın yiyenler oldu. Bu kesimler vatan haini ilan edildi. Anarşinin ve terörün kaynağı olarak hak ve özgürlük, eşitlik ve kardeşlik mücadelesi yürütenler gösterildi.

Devrimci demokratik güçlere yönelik amansız bir saldırı başlatıldı.

Dönemin TİSK Başkanı Halit Narin “Yıllardır işçiler güldü biz ağladık, şimdi gülme sırası bizde” dedi. Sevinçten dört köşeydi patronlar. Grevler, direnişler bitirilmişti. Hak ve özgürlük namına bir şey bırakılmayacaktı… Sömürü ve yağmanın önündeki engeller kaldırılmış olacaktı. Vehbi Koç’un generallere gönderdiği ünlü mektup da biliniyor. Washington’dakiler “Bizim çocuklar” demişti darbeyi yapanlar için. Ve aradan geçen 40 yıl boyunca patronlar hep güldüler. AKP döneminde kârlarını katladılar. Pandemi nimet oldu patronlara ve AKP’ye; kölelik koşullarına dönüş oldu işçi ve emekçiler için…

Darbenin ardından Türkiye’nin 40 yıllık tarihi işçi ve emekçiler için ekonomik, sosyal siyasal ve kültürel alanda tam bir yıkım süreci oldu. Yer yer direnişler, sınıfın eylemleri, ayağa kalkışı olsa da güçlü bir direniş ve sınıfın güldüğü bir merhaleye ulaşılamadı.

AKP darbecilerin bıraktığı yerden devam ediyor. 12 Eylül darbe Anayasa’sının sağlam bir uygulayıcısı oldu. Göstermelik bazı değişiklikler yapılsa da fiiliyatta farklı bir uygulama var…

Ancak 12 Eylül darbecileri tarihin çöplüğünde bir yer buldular kendilerine…

Ve hiçbir baskı ve zalim yönetim ilelebet yaşayamıyor…

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Ötekilerin Gündemi'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.