İSTANBUL-ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ; 12 Eylül'de 19 buçuk yıl cezaevinde kalan ve 7 Şubat'ta yeniden tutuklanarak 5 ay cezaevinde kalan 78’liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can, “1980’li yıllardaki vahşi koşullara rağmen toplumsallık sıcaktı, bugün yalnızlık belirgin” dedi.

 78’liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can Mezopotamya Haber Ajans'dan Melike Ceyhan'a konuştu; Muhalefete yönelik baskı politikalarını en şiddetli biçimde hisseden kesimin başında cezaevlerindeki siyasi tutuklular geliyor. 12 Eylül askeri darbesiyle birlikte cezaevlerinde insanlık dışı uygulamalar hafızalarda yerini korurken, günümüzdeyse fiziki işkencelerin yanı sıra psikolojik şiddet ve baskılar uygulanıyor. Adalet Bakanlığının Eylül ayında Meclis'e sunduğu dilekçede; 246 bin 426 tutuklu ve hükümlünün bulunduğu belirtilirken, bu sayının her geçen gün arttığı Türkiye cezaevleri, özellikle Olağanüstü Hal’in (OHAL) ilanından sonra bir tecrit alanına dönüştü.

12 Eylül döneminde 19 yıl 5 ay cezaevinde kaldıktan sonra serbest bırakılan 78’liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can, 7 Şubat 2018’de tutuklanarak 5 ay cezaevinde kaldı. “Çözüm Süreci” döneminde Akil İnsanlar heyetinde yer alan Can, darbe dönemini ve bugün yaşadıklarını Mezopotamya Ajansı’na (MA) anlattı.

‘ER ALTI STATÜSÜNE TABİ TUTULDUK’

12 Eylül uygulamalarının 1980 öncesi toplumsal hareketten ayrı düşünülmemesi gerektiğini belirten Can, 70’li yıllarda Türkiye toplumunun kendi geleceğini kurabilmek için sokağa çıkarak toplumsal bir hareketlilik yarattığını belirtti. Bu toplumsal hareketliliğin, türlü baskı ve katliam politikalarıyla bastıramayan egemen oligarşinin çıkış yolu olarak 80 darbesini tercih ettiğini kaydeden Can, şöyle devam etti: “1980 darbesiyle birlikte askeri cezaevlerinde erlere bağlı ‘er altı’ yaklaşımıyla askerileştirme ve apolitikleştirme politikası izlendi. Si,yasi tutsaklar Cezaevlerinde sabah erkenden kaldırılırdı, kahvaltılar yemek dualarıyla başlardı. Ardından askeri eğitimler verilir, İstiklal Marşı okutulur, gerici, şoven marşlar eşliğinde tutuklular koşturulurdu. Bunu her yemekte yemek duası, dini ve şoven-ırkçı eğitim, işkence takip ederdi. Akşam 21.00 olunca hazır ol vaziyetinde yatırırlar, kurallara en küçük uyumsuzluğun karşılığı işkence olurdu.”

'BASKILARDAN SONUÇ ALINMADI’

Kürtlere daha farklı işkencelerin uygulandığını ifade eden Can, “70’li yıllarda ortaya çıkan Kürdistan arayışını ortadan kaldırmak, Kürdi iradeyi ve bilinci dumura uğratmak, Kürtlerin içindeki insani özellikleri ve birbirlerine olan güveni yok etmek için özellikle Diyarbakır 5 No’lu Askeri Cezaevi’nde hayale gelmez vahşilikte türlü işkence yöntemleri sistematik olarak uygulandı. Sonuç alındı mı? Hayır. Baskı ve pasifikasyon döneminin etkileri kalıcı olmadı. Aksine Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nin küllerinden, bir halkın kaderiyle ilgili devasa gelişmeler ortaya çıktı” dedi.

'DİRENİŞ İŞKENCECİLERİN İRADESİNİ KIRDI’

O dönem cezaevlerinde hücre tipi uygulamaların yanı sıra 15-20 kişilik koğuşların da olduğunu kaydeden Can, şöyle konuştu: “Toplu yaşam ve komün ilişkiler vardı. Dışarıdaki yoldaşlık ilişkileri içeride bir biçimde devam ediyordu. İşkence gördüğünüzde, arkadaşlar sizin yerinize kendini öne atardı. Tabi başlangıçta komün, yan yana gelme ve en küçük itiraz dahi yasaktı. Yasağa uymamanın karşılığı işkenceydi. Komün dahi; bütün insani haklar, direnerek, direniş içinde kan ve can bedel ödenerek kazanılmıştı. Unutulmaz irade savaşlarına tanıktır o yıllar. Direniş, işkencecilerin iradesini geriletiyor, hatta bir noktada kırıyordu” ifadelerini kullandı.

‘İZOLASYON POLİTİKASI UYGULANIYOR’

Cezaevinde geçirdiği 19 buçuk yılın ardından 7 Şubat 2018’de tutuklanarak yeniden cezaevine giren Can, 5 ay boyunca kaldığı Silivri Cezaevi’nde kaldığı süreci ise şu sözlerle anlattı: “Önce bir ölçüde toplu yaşanan 5 No’lu bölüme düştüm. Rahatsız olduğum için arkadaşlar bana bakıyorlardı. Sonra 4x4 metrekarelik ‘oda’ dedikleri bir hücreye aldılar. Hiçbir yeri görmeyen, üzeri tel örgülerle kaplı küçük bir havalandırması vardı. Tek başıma kalıyordum. Sonra Van Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Bekir Kaya ile kalmaya başladım. Bugün cezaevlerinde gerçek bir yalnızlaştırma ve izolasyon politikası uygulanıyor. Başka kimseyle görüşemezsin, yan yana gelemezsin. Ziyarette ve avukat görüşünde bile yalnız değilsin. Konuşman dinleniyor. Eşinin ve ailenin mektubunu alırken bile sorun yaşıyorsun. Çoğu mektup sana ulaşmıyor. Bir istekte bulunduğunda asabi bir tavırla ‘Dilekçe ver’ diyorlar. Kimse seninle muhatap olmuyor. Sana bakışları kirli. Doktora giderken, arabaya binerken, revire giderken, dönüşte her an elektronik makinalarla aramadan geçiyorsun. Ziyaret sırasında telefonun dinleniyor. İstemedikleri bir kelime kullandığında telefonun kesiliyor. Yemekler ilaçlı.”

80 dönem uygulamalarında olan ayakta sayım dayatmasının bugün de uygulanmaya çalışıldığını ifade eden Can, “Arkadaşlarımız bu kuralı hiçbir zaman kabul etmedi, etmezler de” dedi.

‘KİMSE HESAP SORAMAZ’ MANTIĞI

1980 ve 2018 döneminde cezaevinde kalan Can, iki dönem arasındaki duruma dikkat çekti. 70’li yılların gençliğinde kurtarıcılık bilincinin olduğunu vurgulayan Can, gençliğin tutuklama ve işkenceye rağmen yenilgiyi kabul etmediğini belirtti. Can, dışarıda örgütlü yapıların ve annelerin cezaevi ile bir olduğunu, dışardakilerin içeriye her zaman destek verdiğini kaydetti. 1980 dönemindeki yöntemlerin bugünle kıyaslanmaması gerektiğinin altını çizen Can, zamanın ruhunun değiştiğini ifade etti. Can, bugünkü iktidarın olağanüstü derecede geliştirilmiş yalnızlaştırma/izolasyon politikası izlediğini, sinsi, zayıf düşürücü, insanın zaaflarıyla oynayan yöntemlerin buna eşlik ettiğini aktardı. Bugün direnmenin daha zor olduğuna vurgu yapan Can, “1980’li yıllardaki vahşi koşullara rağmen biz daha avantajlıydık. Toplumsallık sıcaktı. Bugün yalnızlık belirgin, toplumsallık pek hissedilmiyor. İktidar da ziyadesiyle yıldırıcı bir algı yaratıyor. ‘Her şeyi yapabiliriz bize kimse hesap soramaz’ gibi mantık var. Ruhunun dengelerini bozmaya, anlam dünyanla oynamaya, iradeni teslim almaya çalışıyorlar” ifadelerini kullandı.

'YANDAŞ KANALLAR İZLETİLİYOR'

Bugün cezaevlerinde uygulanan yöntemlerle insanların yalnızlaştırılmaya çalışıldığının altını çizen Can, “80’lerde vahşet vardı, bugün ise psikolojik işkence, izole etme, yalnızlaştırma var. F tipi bir toplum yaratılmaya çalışılıyor. İstediği kitapları sana okutmayarak, ziyaretini sınırlandırarak, enformasyondan yoksun bıraktırarak, kendi istediklerini dayatıyorlar. ‘Televizyon alabilirsin’ diyor. Yandaş kanallar izletiliyor. ‘Gazete alabilirsin’ diyor ama ‘Yeni Yaşam’ı hiç okuyamadım mesela” diye belirtti.

‘ÖCALAN’IN İNSAN OLMAKTAN GELEN HAKLARI VAR’

Son olarak PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle açlık grevine giren Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Milletvekili Leyla Güven ve diğer siyasi tutukluları selamlayan Can, sözlerini şöyle tamamladı: “Açlık grevi geç kalınmış bir karardır. Sayın Öcalan 20 yıldır cezaevinde tek başına tecrit altında. Ne ailesiyle, ne avukatlarıyla görüştürülüyor. Öcalan’ın durumu hakkında hiçbir bilgiye sahibi değiliz. Tüm siyasi misyonunu bir kenara bırakalım, Sayın Öcalan’ın insan olmaktan gelen hakları yok mu? Biz hiç değilse ailemizle, avukatlarımızla görüşebiliyorduk. Kendisine, en azından bize tanınan haklar tanınmalı. Ayrıca Sayın Öcalan, sıradan bir insan da değildir. Beğenirler ya da beğenmezler bir halkın, milyonlarca insanın iradesidir. Öcalan’ın sağlık durumu ve insan olduğu gözetilerek üzerindeki tecrit kaldırılmalıdır. Ailesiyle, avukatıyla görüşülmesi sağlanmalı, ülkenin barış ve demokrasine katkı sunabilmesi için bir ortam yaratılmalıdır.”
Editör: Haber Merkezi