Bu yazıya kadar, uyarıda bulunsak da genelleme yapmaktan kaçınamadık. Nasıl ki, “onlar ve bizler” ayrımı kabaysa, “malum kitle” etiketlemesi de bizi gerçeğin görülmesinden o kadar uzaklaştıracaktır. Oysa ki, “onlar” (“bizler” gibi) ya da “malum kitle” de kendi içinde değişik derecelerde kategorilere bölünebilir: Bu malum kitleden nemalanan ve yönetenler, onların bir altında yer alıp nemalananlar, inanmasa da bu durumdan çıkar sağlayanlar… ta dini inancını yerine getirip de bunlara inanmayanlara kadar bir geniş yelpaze ile karşı karşıyayız. Dolayısıyla, hem maddi çıkarlar hem de psikolojik özellikler farklılaşacaktır. Bu yazıda da en uç noktadan başlayıp, bu malum kitleyi yönetenlerin çıkar ve psikolojilerinin içiçeliğinden söz edeceğiz. Siyasi aktörler, dini aktörler, dini-siyasi aktörler…

Dini aktörler, hepimizin hemen her gün bolca örneğini gördüğü ve siyasi atmosferden dolayı artık “gemi azıya almış”, Freud’un “id”oğlu itini pervasızca açığa vurmaktan çekinmeyen tarikat-cemaat “liderleri”dir. O kadar pervasızlaşmış ve içlerinde bastırdıkları “arzu”ları öylesine çıplak bir şekilde dışa vurmaktadırlar ki, yaptıkları zırva açıklamalar ve davranışlar hâlâ bir şekilde “bunlara” destek veren bu malum kitlenin diğer ucundaki az-buçuk kitlenin aklını başına getirmeye başlamıştır ve bu da bir kazançtır. Cüppelisinden cüppesizine, her gün akla mantığa, ahlâka, bilinen her şeye aykırı ucube açıklamalar yapmaya devam ediyorlar. “Peygamberi rüyada gösteren terlik pazarlamak”tan tutun da, “en çok salavat getirenin en çok huriyi…” kadar; şeyhinin bilmem neresini öpeninden, kendi kızına şehvet duymaktan söz edenine kadar, pazarlama ve cinsellik dürtüleri almış başını gitmektedir.

Bu “lider” pozisyonundakilerin hemen tümünün ne dini eğitim ne de herhangi bir bilimsel eğitim aldıkları görülmektedir; ama hepsinin de “din satarak” ve hemen hiçbirinin ticari vb iş yapmadan “müritlerinin güçlü dualarıyla” krallar gibi postlar içinde yaşadıkları (limuzinlere binmekten saray taslaklarına kadar) görülmektedir. Bu çıkar ve yalan beslemesinden hareketle de bu “çakma liderlerin her birinin diğerinin kurdu” olduğu gözlenmektedir, bu da zaman zaman cinayete (“İsmaililer”) ve siyasi erk yoluyla ganimete el koymaya (“Fethullahçılar”, “Adnan Hocacılar”) kadar varmaktadır ve bu sürecin gelecekte daha da çetin olacağı beklenen bir durumdur. Ne de olsa, dini “en iyi kendisi” yorumlamaktadır, diğerleri “lâdini”dir veya işin gerçeği malın büyüğünü en iyi kendisi götürmelidir.

“Şeyh uçmaz, onu müritleri uçurur” sözü ne de anlamlıdır. Bu öyle bir simbiyotik ilişkidir ki, iki taraf da habire birbirini besler. Bu besleme sonucunda en üsttekilerde şöyle değişiklikler olmaya başlar: “Ben en büyüğüm, ben en doğrusunu söylüyorum, ben Ben, BEN, BEN…” ve narsisizm ile megalomaninin kaçınılmaz yolları böyle döşenir. Megaloman bu sürecin farkında olsa zaten o duruma düşmezdi, o yüzden süreç birbirini tetikler…

Ama bu sürecin etkisiyle ama zaten “gerçekte öyle” olduğu için, “en üsttekiler” her türlü yalanı mübah saymaya başlarlar. Eh bu da doğaldır, hepsi gizli merdivenaltı (merdivenüstü olsa ne olurdu sanki) hocalarının ürünüdür, zaten kendi de cahildir; “ver mehteri” deyip her türlü bilişsel savurum dillerine vuruverir. Ne de olsa, zaten Gazali’den bu yana onlar için her şeyin bir “dinsel” kılıfı (nedeni) vardır: Yalan, hırsızlık, vb. Psikologlar istedikleri kadar mantığa büründürme, gerçek hukukçular suç diyedursun, tüm bu ahlaksızlıklar “cihat-din için” deyip “takıyye” kılıfıyla “aklanmıştır” bile.

“Adam” (kusura bakmayın, “bunlar”ın dişisi ol-a-bilemez), sabah-akşam yalan söylüyor, bugün söylediğini yarın “yalıyor”; bir gecede (Halkbank, Vakıfbank vs) manipülasyon ve sahtekarlıkla devlet bankalarındaki parayı “cüzdanına” aktarıyor; bir cinsi yok sayıyor, aşağılıyor, eziyor, öldürüyor ama onun cennet düşüyle bedenine bomba bağlayıp “hurilere kavuşacağım” diye börtü böcek-çoluk çocuk her şeyi öldürebiliyor; kendini doğuranlara, ölülere vb şehvet duyuyor…vb (midem bulandı) İSE; amma “Yaradan her şeyi görür, bilir vb” “cihat yolunda takıyye bilmem ne” deseler de vallahi de tallahi de “bilmem ne” olsalar da, “bunlar” herhangi bir “cezalandırıcı-ödüllendirici Tanrıya” inanmıyorlar demektir. Dini liderinden, siyasi ve dini-siyasi (Diyanet) liderine kadar açıklamaları izleyin yeter.

“İmdaaat, ata(Y)istler kurtarın bizi bu dinsizlerden!”

(Kaynak: Yeni yaşam gazetenin köşe yazarı Adnan Erkuş yazdı: Hipotezler V: ‘Bunlar’ın Tanrı inancı gerçekten yok! )
Editör: Haber Merkezi