BÖYLE OKUMUŞTUM (6)
Üniversiteden çarşıya kadar gelmiştik. Çarşıda oyalanarak epeyce vakit geçirmiş ve iyice yorulmuştuk. Yine de eve kadar yürüyerek gittik. Kahvaltılık bir şeyler hazırlamak üzere hazırlıklar yapıyorduk. Tüpümüzün bittiğini fark edince piknik tüpümüzü
alarak hızlıca tüpçüye yönelmiştik. Akşam olmuştu. Tüpçü dükkânına vardığımızda dükkân kapanmıştı. Çaresizce eve döndük. Dış kapıda avluya adım atar atmaz ev sahibimizle karşılaştık. El sıkışarak merhabalaştık. Elimizde tüpü gören ev sahibimiz, “tüpü değiştire bildiniz mi?” sorusuna hayır cevabını verdik. Ev sahibimiz, kızı Güllü’ ye yüksek sesle “kızım Güllü” diye seslendi. Balkona çıkan Güllü, “efendim baba” derken Güllü’ nün babası, “gençlerin çaydanlığını al, çay demleyip gençlere getir” diye talimat verince, Güllü merdivenlerden ceylan gibi süzülerek inerken, Yusuf da içeriden getirdiği çaydanlığı Güllü’ ye uzatarak vermenin adeta keyfini çıkarıyordu. Yusuf, çaydanlığı Güllü’ ye teslim etmiş, ben de yaşlı ev sahibimize teşekkür ederek içeri geçmiştim. Uzun süredir göremediğimiz Güllüyle Yusuf, çaydanlıkla bir temas sağlamıştı. Ancak çayı demledikten sonra çaydanlığı kimin getireceğini de hem merak ediyor, hem de Güllü’yü çekiştiriyorduk. Aradan on beş dakika geçmeden merdivenlerden gelen ayak sesiyle ikimizde perde deliğinden bakmaya çalışırken, dış kapımız tıklanmıştı. Kapı tıkırtısıyla ikimiz kapıya yöneldik. Kapı arkasında duran Güllü idi. Güllü’ nün merhabasına ikili koro halinde merhaba, teşekkür ederiz dedik. Yusuf, önümde duruyordu. Çaydanlığı almak için elini uzatmıştı. Güllü ise çaydanlığı Yusuf’un sağ elinin avcuna bıraktı. Güllü: “İyi akşamlar” deyip ayrılırken, Yusuf’la birlikte içeri geçtik. Yusuf, içeride çaydanlığı hızla indirip, ölüyorum naralarıyla avucunun içini üflüyor ve soğuk su döküyordu. Aradan geçen kısa bir süre içerisinde Yusuf’un avuç içi kızarmış ve kabarmıştı. Kısa süreli bir telaş sonrasında kahvaltılık bir şeyler yiyerek açlığımızı giderdikten sonra, iki hafta sonra yapılacak olan vizelere sıkı bir şekilde çalışmam gerekiyordu. Evlerde kalan birçok arkadaşın şikayeti, derslere yeteri kadar zaman ayıramamaktı. Benim böyle bir sorunum yoktu. Bu anlamıyla Yusuf’la aynı evde kalmanın avantajını da yaşıyordum. Günler su gibi akıp geçiyordu. Vizeler nedeniyle, bütün ders çalışmakla geçiyordu. İlk sınavlarım (vizelerim) bitmek üzereydi. Birkaç gün sonra sınavların bitmesiyle birlikte, sınav sonuçları teker teker açıklanmaya başlamıştı. İlk vizelerim Botanik dersinin dışında oldukça iyiydi. İngilizce sınavında ise Emine’nin önünde, Hülya’nın da arkasında oturmuştum. Emine ve Hülya’nın yoğun çaba ve gayretiyle, Ali Hocanın da müsamahasıyla İngilizce dersinin birinci vizesinden gayet iyi bir not aldığımı hatırlıyorum. Aldığım notta hiçbir emeğim yoktu. İngilizce dersi için ne okur ne de yazardım. İleriyi iyi gören gözlerimin, Hülya ve Emine’nin dayanışması, Ali Hoca’nın da taviziyle İngilizce dersi benim için sorun olmaktan çıkmış gibi görünüyordu.
Cuma günleri öğleden sonraki iki kredilik Fizik dersi vardı. Fizik Hocası yoklama almıyordu. Gerçi çok zorunlu olmadıkça genel olarak tüm derslere giriyor, dinliyor ve not tutuyordum. Bu durum sınavlarda işimi oldukça kolaylaştırıyordu. Birinci vizeleri bitirmenin rahatlığıyla arkadaşlara daha çok zaman ayırıyordum. Kendimi ödüllendirmek üzere Cuma günü Fizik dersinden hemen sonra Kamil Ekinci arkadaşımla birlikte Sular da ki sinemaya gittik. Sinemada eğlenmiş ve hoşça vakit geçirmiştik. Filmin bitimiyle birlikte hızla eve döndüm.
Yusuf da eve gelmiş ders çalışıyordu. Yusuf, içeri girmemle birlikte ders çalışmaya ara vererek, “biliyor musun? Topal Mısto’yu gördüm. Adana’ya taşınmış hem de otuz metre ileride bir eve taşınmışlar.” Bu durum beni epeyce heyecanlandırmıştı. Çünkü Topal Mısto, amcamın oğlu. Çocuk yaşta geçirdiği felçlik nedeniyle, ayaklarını yetirmiş, elleri üzerinde ayaklarını sürterek yürüyor ve hareket edebiliyor. Adana’ya çalışmak üzere taşınmıştır. Yıldız adında kızı, Bülent, Yılmaz, Kemal ve Ali adında dört oğlu vardı. Erkek çocuklarının tamamı ilköğretim çağında çocuklardı. Ali dilsiz ve ahrazdı. Besime yenge ise eşine, çocuklarına sadakatle bağlı, vefakar, cefakar bir insandı. Yaşadığı her türlü zorluk ve yokluğa rağmen yok demeyi asla bilmez; elinde, eteğinde ne varsa komşu ve akrabalarıyla paylaşan bir insandı. Besime Yenge herkesi seven ve aynı zamanda dayanışmayı özümseyen emektar bir kadındı. Yusuf’la birlikte Topal Mısto gile gittik. Kürtçe Topal Mısto diye hitap edilen Topal Mısto’nun gerçek adı, Mustafa’ydı. Besime Yenge, Yıldız ve çocuklar bu ziyaretimizden oldukça mutlu olmuşlardı. Ben de çok mutlu olmuştum. Ali bana yaklaşarak işaret diliyle bir şeyler anlatıyordu. Ali’nin ne dediğini anlayamıyordum. İmdadıma Besime Yenge yetişti. Besime Yenge, Ali ile aramızdaki iletişime tercümanlık yapıyordu. Ali çok tatlı, çok zeki ve çok yaramaz bir çocuktu. Ali ilkokul çağında olmasına rağmen gönderilecek bir okul bulma konusunda anne ve baba devlet bürokrasisini aşmadıkları için Ali okula gidemiyordu. Mustafa Abi ise, bizlere köyümüz ve çevre köylerimizle ilgili epeyce güncel haber ve bilgi aktarmıştı. Bir sonraki günün hafta sonu olması nedeniyle geç saatlere kadar Mustafa abilerde kaldık. Eve döndüğümüzde zaman bir hayli ilerlemişti. Yataklarımızı sererek hafta sonu olması nedeniyle geç saatlere kadar uyumayı planlayarak uyuduk. Saat on bire doğru uyandık. Evimizle ilgili genel temizliği, elbise ve çamaşır yıkama işini genelde hafta sonuna bırakırdık. Bu nedenle hafta sonları evimizde hummalı bir çalışma olurdu. Kahvaltıdan sonra temizlik yapmaya hazırlanırken Mustafa Abi, oğlu Ali ile evimize geldiler. Otur çay ikram edelim girişimimiz olduysa da öncelikle evi görmek istediğini ifade ederek, hem mutfak hem de banyo olarak kullandığımız bölüme girdi. Kirli elbise ve çamaşırlarımız kapı arkasında yere serdiğimiz bir çarşafın üstüne bırakıp üstünü kapatırdık. Mustafa Abi, içeri girer girmez yatak görünümlü kapı arkasındaki kirli çamaşırları görünce de “bu yatak kimin” deyip elindeki pabuçla çarşafı açarak kirli elbiselerimizi görmüş oldu. “Bu çamaşırları bize gönderin hanım yıkar” diyerek ısrarlı şekilde dayatmada bulundu. Çamaşırlarımızı kendimiz yıkayacağız desek de Mustafa Abinin inadından kurtulmak mümkün değildi. Sonunda pazartesi günü sabah evin anahtarını Mustafa Abilerde bırakma konusunda anlaşmaya vardık. Oturmaya zorla ikna ettiğimiz Mustafa Abiye demlediğimiz çayı ikram ederek bir saat kadar birlikte oturduktan sonra Mustafa abiyi uğurladıktan hemen sonra; hafta sonu temizliğimizi yapmak üzere işe koyulduk. Alüminyum kazanda ısıttığımız suyla öncelikle iç çamaşırlarımızı yıkayarak avludaki ipe kurumak üzere serdik. Çalışma odamızı, mutfak ve banyo olarak kullandığımız odaları süpürerek evin temizliği ile ilgili işlerin büyük bir bölümünü tamamlayarak geriye kalan işimizi pazar günü tamamlamak üzere temizliğe ara verdik. Günümüzün geriye kalan kısmını planlarken, avluda Güllünün annesiyle konuşma sesleri duyuluyordu. Heyecanlı bir şekilde perde arkasındaki yerimizi alıp, medeni iki insan gibi itişip kalkışmadan Güllü’yü izlemeye koyulduk. Güllü güzeldi. Ancak bu sefer daha bakımlı ve daha da güzel görünüyordu. Adeta bize cilve yaparcasına avluda oyalanıyor ve annesiyle sürekli konuşuyordu. Yusuf’la sinema izler gibi uzun süre perde arkasında Güllü’yü izledik. Ancak Güllü hala avludaydı. Güllü’yü daha yakında görmek ve merhabalaşmak bahanesiyle, muslukta su almak için ikimizde avluya çıktık. Güllü ile göz göze gelince merhabalaşarak, nasılsınız şeklinde artık iki kelimeli bir cümle kurarak Güllüyle konuşma cesareti gösterebilmiştik. Güllü ‘nün “sizler nasılsınız?” sorusuna yine ikili bir koro halinde teşekkür ederiz diyerek muslukta doldurduğumuz çaydanlıkla birlikte içeri geçtik. Yusuf iki hafta kadar önce Güllü tarafından sağ elinin avcu üzerine kaynar suyla dolu çaydanlığı bırakınca eli yanmış ve gazilik unvanını almıştı.
Sevgi ile kalın.
Devamı işlerimin yoğunlu nedeniyle bir hafta sonra.
Ahmet KARAGÖZ
Editör: Haber Merkezi