BÖYLE OKUMUŞTUM (7) Güllü’yü ne zaman görsek, sonrasında saatler süren çekişmemiz devam ederdi. O gün Güllü’yü avluda görmemiz ve Güllü’nün uzun süre avluda kalması, tüm planlarımızı alt-üst etmişti.

 

 

BÖYLE OKUMUŞTUM (7)
Güllü’yü ne zaman görsek, sonrasında saatler süren çekişmemiz devam ederdi. O gün Güllü’yü avluda görmemiz ve Güllü’nün uzun süre avluda kalması, tüm planlarımızı alt-üst etmişti. Çıkıp gezmek yerine tümden eve kilitlenmiştik. Dolayısıyla dışarı çıkıp, gezmek yerine perde arkasından esmer, uzun boylu, ceylan görünümlü Güllü’yü izlemek daha cazip gelmişti. Dolayısı ile saatler süren perde arkası seansımız birçok planımızın ertelenmesine neden olmuştu. Güneş batmış, hava kararmıştı. Bugün bir farklılık yaparak Adana Kebapla kendimizi ödüllendirmek istedik. Bakımyurdu Caddesi üzerindeki Meydan Kebap’a kadar yürüdük. Birer kişilik acılı Adana Kebap siparişi verdik. Aylardır, Adana da olmamıza rağmen ilk kez kebap yiyecektik. Oturduğumuz masaya mevsimlik salata, soğan salatası ve pişmiş soğan salatası ile birlikte açılan servis tabaklarımıza ikişer tane fındık lahmacun bırakılmıştı. Salatalarımıza zeytinyağı ve nar ekşisi ilave ederek karıştırırken, mis gibi kokan kebaplarımız da masamıza gelmişti. Yağlı ve sıcak ekmekle servis edilen kebabın çok lezzetli olduğunu daha ilk lokmadan anladık. Yavaş yavaş çok ekmek az kebap ile yiyorken, ikinci hatta üçüncü kez utana, sıkıla ekmek isteyerek kebap ve salataları bitirmiştik. İkram edilen çaylardan sonra, hesabı ödeyip kebapçıdan ayrılarak evimize geri döndük. Eve geldiğimizde Yusuf ders çalışırken, çay demlemek üzere işe koyuldum. Çaydanlığı tüpe koyduktan sonra Ömer Hayyam’a ait şiir kitabından sessizce şiirler okuyordum. Şiirle aramın iyi olması nedeniyle canım sıkılmadan bir şiir kitabını, bir seferde rahatlıkla okuyup bitirebiliyordum. Hoşuma giden şiirleri birkaç defa okumayla rahatlıkla ezberleye biliyordum. Şiire çok ilgi duyuyordum. Amatörce yazdığım onlarca şiirim de oldu. Ancak biriktirme ve saklama konusunda aynı duyarlılığı gösteremedim. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününe ilişkin ve anneme atfen yazdığım ancak bir bölümünü hatırladığım şiirim şöyle:
Anamsın sen,
Çok salladın beşiğimi,
Bilir ve hatırlarım,
Ninni yavrum, ninni deyişini,
Anamsın sen,
Çok salladın beşiğimi,
Bilir ve hatırlarım,
Boz öküz yerine çifte koşulduğunu,
Ve
Hatırlarım,
Ninni yavrum ninni deyişini,
Anamsın sen,
Çok salladın beşiğimi,
Bilir ve hatırlarım,
8 Mart meydan direnişini,
Ve
Hatırlarım,
Ninni yavrum ninni deyişini,


Yusuf’la birlikte Adana da rutinleşen ve geleceğe dönük umutla bakan bir yaşamımız vardı. Üniversitenin çeşitli fakültelerinde iyi bir arkadaş çevremiz de oluşmuştu. Arkadaşlarımızla karşılıklı ev ziyaretleri yapıyor, birlikte ders de çalışıyorduk. İlk günlerde, bazı derslerle ilgili yaşadığım kaygıların gereksiz olduğunu geç de olsa farkına varmıştım. Bütün farklılıklarımıza rağmen, sağcı, solcu, liberal, dindar öğrenciler, o dönem Çukurova Üniversitesinde kalıcı dostluklar kurabiliyorlardı. İdeolojisi, inanç ve etnik kimlikleri nedeniyle hiçbir öğrenci üniversitenin ötekisi değildi. Emek Mahallesinde ikamet eden, Bekir Yelmen arkadaşımız inançlı dindar bir arkadaşımızdı. Ancak tutum ve davranışları ile sınıfın bütün takdirini de kazanan bir arkadaşımızdı. Rüştü Koyuncu arkadaşımız pratik zekâya sahip, sınıfta var olan sorunları çözme noktasında “biçilmiş kaftan” gibiydi. Hele, Betül arkadaşımız içimizde, en güzel not tutan ve sınav dönemlerinde, Betül’ün ders notları fotokopi ile çoğaltılır, herkesin elinde Betül’ün çalışma notları olurdu. Ne güzel günlerdi, o günler. Her türlü çatışmalardan uzak, ciddi bir sahiplenme ile bitirilen dört yıl.
Yusuf’la oluşturduğumuz ortak bütçeden para kalmadığı gibi, cebimizde de para yok denecek kadar azalmıştı. Üniversitede yemek fişi alacak paramız kalmadığından yemekhaneden yemek yiyemiyordum. Ancak kurduğumuz dostluklar sayesinde de aç kalmıyorduk. Bir müddet yarı aç, yarı tok yaşamak zorunda kaldım. Bu durumumu fark eden dördüncü sınıf öğrencisi, Fatma Batı arkadaşım önce bir çay ısmarladı. Sonrasında gözlerime bakarak; “Ahmet’im bölüm, ekonomik durumu iyi olmayan öğrencilere “yemek yardımı” veriyor. Ne dersin? Bölüm başkanı Yusuf Zeren’le görüşmeni öneriyorum” diyerek sözlerini bitirmiş ve konuyu değiştirmişti. O an çok karmaşık duygular içerisindeydim. Bu durumu Yusuf’la da paylaşmıştım. “fakir ama gururlu” misali uzun süre kararsız kaldım. En büyük kaygım, küçük bir ihtimal da olsa Bölüm Başkanı Yusuf Zeren’in, hayır yemek yardımından bulunamayız, deme kaygısıydı. Bölümde samimi olduğum birkaç arkadaşla “yemek yardımı” konusunu paylaşmıştım. Arkadaşlar beni ikna etmişlerdi. Bende ha cesaret diyerek, öğle saatinde bölüm başkanımız olan Prof. Dr. Yusuf Zeren’in odasına gitme kararı almıştım. Bölüm sekreterliğine çıkarak durumu izah ettim. Bölüm başkanı ile görüşmek istediğimi ifade etmiştim. Bölüm sekreterliğinde görevli olan arkadaşın gösterdiği sandalyede otururken, sekreter arkadaş, talebimi bölüm başkanına iletmek üzere, bölüm başkanının odasına girmişti. Bir dakika gibi kısa bir süre içerisinde içeri alındım. Utana, sıkıla ve kızarmış bir vaziyette, bölüm başkanı Prof. Dr. Yusuf Zeren’in karşısına çıkmıştım. Yusuf Hocamın gösterdiği koltuğa oturmuştum. “Ne içmek istersin” teklifine, çay içerim yanıtıyla karşılık verdim. Çay içerken, Yusuf Hocam derslerimi, evde mi, yurtta mı kaldığımı sormuştu. Sorduğu soruları yanıtlarken, sıkıldığımı anlayan Yusuf Hocam; “sıkılma, doğru adrestesin, biz burda, sizler için varız” sözleriyle beni rahatlatmaya çalıştığını anlıyordum. Ancak bu davranışım, dileniyormuşum gibi gelmişti bana. Ağrımada gidiyordu. Sonunda titrek bir sesle, Hocam öğle yemeği için yardım talep ediyorum diyerek ve son söz hakkımı kullanarak sustum. Yusuf Hocam da sekreterliği arayarak “öğrencimizin talebini hemen karşılayalım” talimatı vermişti. Teşekkür ederek, Yusuf Hocamın odasından ayrılırken, elimi sıkarak tebessümle “bu kapılar her zaman sizlere açıktır” sözleriyle beni uğurladı. Çıkışta Sekreterlikteki arkadaşa teşekkür ederek hızla kantine gittim. Suç işlemiş çocuk gibi, kantinin bir kenarında tek başına oturmayı tercih ettim. Bu durumu Yusuf’un dışında kimseyle paylaşamadım. Artık aç kalmayacağım için ve dört yıl boyunca öğle yemeği, fişlerimi bölümden alacağım için de mutluydum.
Öğrencilerin büyük bir bölümü, Baraj Yolu veya Beyazevler de kiraladıkları evlerde kalıyorlardı. Baraj Yolunda ve Beyazevlerde ikamet eden arkadaşların evleri harikaydı. Bu evlerin aylık kira bedeli, kiraladığımız evin kirasının en az üç- dört katıydı. Hiç bir koşulda, ne Baraj Yolunda nede Beyazevlerde ev kiralama şansımız vardı. Ancak övünmek gibi olmasın, yokluk ve yoksulluğumuza rağmen evimizin; tertip, düzen ve temizliğini, arkadaşlarımızın evlerinde göremiyordum.
Paramız bitmiş ve ailelerimizden bize henüz gelen, herhangi bir para yoktu. Aslında Adana’da ikamet eden köylülerimiz ve akrabalarımız vardı. Kimseden ne ben ne Yusuf, ne yardım, ne borç para istiyorduk. Bir somun ekmek alacak paramız dahi kalmamıştı. Acıkmıştık. Mahallede her gün ekmek yumurta aldığımız bakkalın önünden birkaç kez geçince, bakkal “gençler gelir misiniz?” diyerek içeriye davet etti. Sonrasında da “biliyorum bugün yumurta ve ekmek almadınız.” Diyerek, her zamanki gibi terazinin bir kefesine iki yumurta diğer kefesine de iki somun ekmek bırakarak, “paranız olduğunda ödersiniz. Paranız gelinceye kadar bu şekil devam edelim.” Yaklaşımı ile adeta bize, “kol kanat germişti.” Yumurta ve ekmekleri alıp eve vardığımızda, ne güzel insanlar var diyerek, bakkalın bu davranışını takdir etmiştik.
Paramızın yoktu. Ancak yeteri kadar belediye otobüs biletimiz vardı. Bu anlamıyla sorun yaşamıyorduk. Birkaç günü parasız geçirdik. Sanırım Perşembe günleri öğleye kadar dersimiz vardı. Öğleden sonra günümüz boştu. Perşembe günü dersimiz bitmiş, grup olarak kantinden oturuyorduk. Ali Çelik arkadaşımız, ayağa kalkarak; “arkadaşlar müjde. Öğrenim Kredileri hesaplarımıza yatmış. İsteyen Büyük Saat Ziraat Bankası şubesinde parasını alabilir” demişti. Öğrenci grubumuzun içerisinde bu habere, sanırım en çok sevinen ben olmuştum. Derslerimiz bitmişti. Müjdeli haberi, Yusuf’a iletmek üzere Tıp Fakültesine koşar adımlarla gitmiştim. Çok beklemeden Yusuf’la görüştüm. Yusuf’un bir saatlik dersi kalmıştı. Kendisini beklememi ve dersin bitiminde Ziraat Bankasına giderek, “öğrenim kredimizi” alma konusunda anlaştık. Yusuf’un dersinin bitimiyle hızla yola koyulduk. Büyük Saat’teki Ziraat Bankası Şubesine vardığımızda, Ziraat Bankasının önünde, öğrencilerinin oluşturduğu uzunca bir kuyrukla karşılaştık. Bizlerde bu kuyruğa dahil olduk. Ancak, bankadan bugün sıranın bize gelip gelmeyeceği konusunda da kaygılarımızda vardı. Paramız yoktu mecburen bankanın kapanış saatine kadar bekleme kararı aldık. Yaklaşık olarak iki saat sonra, bankanın içerisine adım atabilmiştik. Bir müddet sonra, bankanın güvenlik görevlisi, bankanın dış kapısını kilitleyerek, dışarıdaki müşterilerin içeriye girmesini engelledi ve kimliklerimiz bankanın güvenlik personeli tarafında toplanmıştı. Zaman ilerledikçe, bankadaki müşteri sayısı azalıyor ve sıra bize geliyordu. İsimlerimiz okunup, sıra bize geldiğinde büyük bir tebessümle ilgili gişeye giderek, gişe memurunun uzattığı dekonta attığımız imza ile birlikte üç aylık “öğrenim kredisini” almış olduk. Büyük bir keyif ile eve yöneldik. Önce, mahalle bakkalına olan borcumuzu kapattık. Sonrasında yine iki yumurta ve iki somun ekmek alarak eve gittik. Her birimiz, paramızın bir bölümünü yine ortak bütçeye aktardık. Geriye kalan paramızı daha dikkatli harcama noktasında birbirimizi uyarıyor ve tembihli-yorduk.
Devamı olacak.
Sevgi ile kalın.