ANKARA ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ RÖPORTAJ;(SON) Akademisyen, Ulusal ve Uluslararası Ceza Hukuku doçent avukatı, Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu üyesi, Sınır Tanımayan Avukatlar platformundan Öykü Didem Aydın  Genel Yayın Yönetmenimiz Hamza ÖZKAN’nın sorularını yanıtladı; 







LGBTİQ bireylerin geleceğe ilişkin beklentileri neler, neler hayal ediyorlar ve nelerin değişmesini istiyorlar, toplumsal hayatta nasıl bir rol üstlenmek istiyorlar?



LGBTİQ kesimler, nefret cinayetlerine, sözel ve fiziksel şiddete maruz kalmak istemiyorlar; türlü türlü kurumsal mekânlarda ve ortamlarda kabul görmek, saygı görmek istiyorlar, arkadaşlıklarını ya da beraberliklerini özgürce yaşamak istiyorlar, ailelerince kabul görmek, akrabaları ve arkadaşları tarafından horlanmamak istiyorlar. Özellikle geçiş sürecini tamamlamamış veya bir geçiş süreci içine girmek istemeyen transların kamu kurumları karşısındaki kimliksel durumları sıkıntılı. Aslına bakılırsa ben 21. yüzyılda kimliklere kadın ve erkek yazılmakla ne fayda sağlanacağını anlamış değilim. Sizi cinsiyetlendiriyorlar, cinsiyetlendirdikten sonra da işte askerlikti şuydu buydu bir dizi farklı yasal rejime tabi tutuluyorsunuz. Kadın ile erkek arasındaki her türlü yasal ayrımın sonuna kadar kalkması taraftarıyım. Erkeklere ayrı kadınlara ayrı ödevler, izinler, haklar, bütün bunların anlamı yok. Gelecekte kalmayacak böyle ayrımlar. Erkek de doğum izni alacak ki Avrupa ülkelerinde yaygınlaşmaktadır. Almanya’da vardır mesela. Kadın da askerlik yapacak veya işte bir şekilde kamu hizmeti görür vs. Yasalarda yüz-yüz elli çeşit anlamsız ayrım var, muamele kadın mısınız erkek misiniz ona göre değişiyor, en başta nişanlanma ve evlenme hukuku tabii ona göre belirleniyor. Öyle olunca kadın veya erkek olarak kimliklendirilmek çok önemli hale geliyor. Oysa derinden bakıldığında bu kimliklendirme saçma. Tam anlamıyla saçma ve gelişmiş ülkelerin çoğunda artık terk edilmiş.  İsmin cismin doğum tarihin yetmeli. Oğlun mu oldu kızın mı? Bu tür manasız ve arkaik soruların ne lüzumu var? Bir pembe mavi çılgınlığının ne âlemi var? Bakıyorsunuz bebek giysi dükkânları, hemen kız mı erkek mi, yok kadın reyonu erkek reyonu. Bütün bu ayrımcılık kokan alanlar insanı hasta edebilir. Bakıyorsunuz, kadın pantolonunun cebi derin değil veya ceketinin iç cebi yok. Niye? Kadınlar para harcamadığı için herhalde veya paralarını koyacakları çanta satılsın! Tabii şimdi toplum buysa ve giysilerden, oyunlara, oyunlardan iş farklılaştırmasına, oradan askerliğe, askerlikten evliliğe, türlü türlü rollere, ne yapacağız olan bu mu diyeceğiz yoksa buna uymak zorunda değiliz, gibi mi hissedeceğiz. Şüphesiz pembe aşığı kadınlar, maviye hayran erkekler vardır ve bundan şikâyet etmeden hayatlarını sürdürürler. Bununla birlikte şikâyet edenler bulunuyorsa, onların da kendi dayanışma ağlarını ve kültürlerini, yaratabilmelerine izin vermek gerekir.



Bu alanda cehaletin ortadan kalkmasını, toplumda LGBTİQ+ kesimlerin varlığından haberdar olunmasını,  iş yerinde ayrımcılığa maruz kalmamak istiyorlar. Şüphesiz LGBTİQ+ kesimler içinde de politik olarak başka bir dünya hayalini gönlünde barındıranlar olabilir. Bununla birlikte henüz bu dünyada da yapılacak çok şey olduğuna inanıyoruz.  Heteronormatif düzenin, heteroüellere tanıdığı ve bu alana özgülenmiş kabul edilen bir cinsellikler ve cinsiyet kimlikleri rejimi çerçevesinde, bir dizi haktan da yararlanmak istiyorlar, evlenmek, evlat edinmek, eşleriyle toplum içine çıkmak, vb. gibi. Transüel kadınların mesela büyük sorunları var. Yoksulluk en başta gelen sorun. Ailesinden dışlanan bir transüel kadın tam da önyargıları olumlar şekilde işçiliği yapıyor. Bunu gönüllü yapan da var gönülsüz yapan da ama nasıl yapılırsa yapılsın saygı görmek istiyorlar, bu konuda geçerli olan ikiyüzlü ahlaka karşı bir şeyler yapılması lazım. Fuhuş yasaları son derece geri mesela. Düşünün Türkiye’de genelevde çalışabilmek için hala “kadın” olmak lazım. Bu ne biçim bir yasal düzen, ne aşağılık bir şey. Fuhuş gerçeğini kabul etmiş, yasa yapmışsın, şu halde en başta fuhuş yapabilmeye ehil olan cinsiyetleri bari ayırma! Ben inter gerçeğine yeterince hâkim olmadığım için bu konuda fazla bir şey söyleyemedim ama belirli bir cinsiyeti ille de seçmeye mecbur kılınmak, çocuğun gelişim çizgisine nasıl yansıyor araştırılmalı. İnter kişiler şu veya bu cinsiyete özgülenirken neler yaşıyorlar belgelenmeli.



Öte yandan, ayrımcı bir toplum yapısı var diyoruz ama Türkiye’de katman katman değerlendirildiğinde, toplumsal seviye, politikanın sunduğundan ve yansıttığından yine de ileri. Bu biz iyiyiz, politikacılarımız bizden kötü, anlamında değil, aslında layık olduğumuz şekilde idare ediliyoruz. Ama eğer idare edilme tarzımızdan şikâyetçi isek, bunu değiştirme yolunda LGBTİQ+ örgütlerin de -özellikle parti siyaseti bir tarafa- toplum siyaseti bağlamında yapacağı çok şey var.



Bir kere açılma siyaseti önemli. Herkesin yönelimi, kimliği kendine, diye bir şey yok. Konuştuğum pek çok aktivist, “açılma kişinin özelidir, ister açılır ister açılmaz” diyor. Evet, bu doğru, gizlilik içinde kimse sizi rahatsız etmeden yaşar gidersiniz, sonuçta her heteroüel de yatak odasının kapılarını açmıyor, denebilir. Neticede bu mahrem bir alan. Açılma baskısı kuracak değilsiniz. Ama burada temel bir yanlış var. Heteroüelliğin bir yönü yatak odası ile ilgili olabilir ama heteroüellik, heteronormativite gerçeğinden bağımsız olarak düşünülemez. Yani sorun sadece cinselliğinizi yaşamanız değil, o yaşantı zaten heteroüel açısından da önemli ölçüde mahrem alandır;  sorun toplumsal düzenin ikili dikotomiye dayanan cinsiyetler ve düz-cinsellikler ikiliğine göre örgütlenmiş bir model üzerinden işlemesi. Yani sorun sadece yatak odanızı nasıl örgütlüyorsunuz, sorunu değil; tam aksine LGBTİQ+’lar açısından yatak-dışı hayat nasıl örgütleniyor sorunu. Heteronormatif bir modelde “gizli saklı” var olmaya çalışmanın travmatik bedeli de ağır. İşte okulundan askerliğine, sokaklarından işyerine, düğününden derneğine, kadının erkek ile erkeğin kadın ile flört edebileceğine, kadından beklenenin erkekten beklenenden farklı oluşuna kadar hem açık hem de sinsi olarak niteleyeceğimiz pek çok saldırı var. Bu çerçevede herkesin görmesi gereken şey meselenin sadece eşcinsel-edim olmadığı. Yani eşcinsel bir edimi heteroüel kimseler de gerçekleştirebilir… Yine de eşcinsel-edimlerin de varlığının görünürlüğü, farklı farklı kesimlerden gelen eşcinselleri belirli bir hayat-tarzı ve sosyal-politik gündemde bir araya getirebilir. Açık olmayan bir eşcinsel, bu alanda, dünyayı, ancak kendi bireysel düzleminden öteye taşmayacak şekilde değiştirebilir, bu kimse, belirli bir sosyal-politika çabasına doğru dürüst katılamaz. Bununla beraber bir Ahmet Yıldız vakası var. Ahmet Yıldız, 2008 yılında yayımlanan “Yalan Söyleme, Maskeni Çıkart ve Onur Duy” başlıklı yazısında şöyle diyordu: “Arkadaşlarımdan dinleyerek edindiğim teorik tecrübelerim, doğruyu söyleyip onur duyacağımı söylüyordu. Evet, onur duyuyorum yalandan kurtulduğum için. Ama zor bir savaş içine gireceğinizi bilin ve söylemekten her zaman kaçının derim, ailenizin sizi anlamasının zor olacağını zannediyorsanız.” Ahmet Yıldız, açıldıktan bir süre sonra öldürülmüştür! Ahmet Yıldız, Roşin Çiçek ve adını bilmediğimiz birçok eşcinselin, transın en yakınlarına açıldığında veya aileleri eşcinsel / trans olduğunu öğrendiklerinde aynı sonuçla karşılaşma ihtimali vardır. Aile denilen kurumun farklı cinsel yönelim/cinsiyet kimliğinden dolayı çocuğunu öldürmeye kadar varmasının temelinde ataerkil dinamikler, toplumsal cinsiyet takıntısı bulunur. Erkek olma üzerinden kabul edilen normların dışına çıkıldığında eşcinsel/trans bireyler her daim tehlikeyle karşı karşıyadır o nedenle bu toplumda, bu aile yapısında açılmak da kolay değil. SPoD örgütü bir raporunda haklı olarak soruyor: “Burada kim suçlu? Kayıp şüpheli baba mı? Şüpheliyi bulamayan devlet mi, Interpol mu? Ahmet’in tehdit edilmesi üzerine yaptığı şikâyete yetkisizlik veren ve sonrasında takipsiz bırakan savcılar mı? Suçluyu bulmak, etkin bir şekilde yargılamasını yapmak, Ahmet’in konumunda olan birçok insanın hayatının kurtulmasını sağlamak, devletin, mahkemelerin, savcıların ve kolluk kuvvetlerinin görevi. Devlet bütün olarak kurumlarıyla insanların hukuk önünde eşitliği üzerinden işlenen tüm cinayetleri aydınlatmalı, failleri cezalandırmalı, ceza müessesinin ötesinde etkin şekilde homofobi / transfobiyle mücadele edilmesinin ön ayağını oluşturmalıdır.”



Evlilik öteden beri, hane yönetiminin sosyal olarak doğal uzlamı içinde görülmüş bir yönetim etkinliğidir. Mülk sahibi; karısını yönetmek, evi yönetmek ve yönettirmek ve daha sonra siyasal yönetime katılmak imkânına sahip olmuştur. Çünkü her şeyin başladığı yer “mülkün yönetimi”dir. Acaba bunu bir yerlere benzetiyor musunuz? Acaba Türkiye’de cinsel ceza hukuku neden yirminci birinci yüzyılın ancak beşinci yılında değişebildi? Cinsiyet ve cinsellikler ahlakları bölgelerimize göre neden değişiyor? Bazı tarihsel ekonomi-politik kalıplara bakarak, Türkiye’de uzun süre hukuken varlığını korumuş, şimdiyse sosyal alanda hala geçerli olan yok efendim “fahişeler”e tacizde bulunulabilir veya evlilik içinde taciz suç değildir veyahut cinsel suçlar cinsel bütünlüğe değil de aile düzenine karşı suçlardır, yolundaki yaklaşımları açıklayabiliyor musunuz? Açıklayabiliyorsunuz. Demek ki gerek feminist mücadele gerek LGBTİQ+ mücadelesinin hedefinde “patriyarka”, ataerkillik olacaktır. Burada sorgulanan aslında mülk sahibi ve sosyal hayatı gayri-meşru şekilde kendi menfaatlerine uydurmuş bir erkek siyasallığının ve siyasasının yerine eşitlikçi ve özgürlükçü bir siyasa koymaktır.  “Herif”in etrafında örgütlenmiş gayri-meşru bir cinsel-politik düzen ile cinsiyet politikası söz konusu ise ve kadın buna başkaldırıyorsa veya lezbiyen veya gay buna başkaldırıyorsa, uymuyorsa, söylenecek çok söz var. En başta aileyi de dönüştürmek gerekiyor. “Aile”ye odaklanmış sosyal politik bir mücadele gereklidir. Aile de gökkuşağı ile bezenmelidir. Belki “evlilik” sözü zamansız ve ezelden beri var olan bir sözdür (bu da tartışılabilir) ama evliliğin içinin nasıl doldurulacağı zamansız değildir.



Öte yandan LGBTİQ+, heteroüel veya cisgender’lardan da dayanışma bekliyorlar. Biliyorsunuz, abuk sabuk bir “sapkın” nitelemesi ile eşcinsellere, translara musallat olmuş çeşitli yayınlar, gazeteler var. Özellikle sansasyonel ve olumsuz, aşağılayıcı haber politikası veya uydurma politikası izliyorlar. Buna dur diyecek olan sadece LGBTİQ+ kesimler değil, bu kesimlerle insani bir dayanışma herkesin ahlaki ödevi. Zaten herkesin, dünyada neler olup bitiyor, çevremdeki insanlar nasıl hissediyor, nasıl yaşıyor; belirli bir olgu nedir, ne değildir, buna yönelik olarak nasıl doğru düşünmeli ve davranmalıyım sorularıyla meşgul olma yolunda bir ahlaki yükümlülüğü var. Duru bir yaklaşımla denebilir ki “çalışan kadın”, “okula gönderilen kız çocuğu”, “beyazla evlenmek isteyen siyah”, “eşit işe eşit ücret almak isteyen işçi”, “cinsel uyanışından sonra hoşlandığı bir kimsenin eline dokunmak isteyen genç”, ne kadar rahatsız edici ise, eşcinsel de o kadar rahatsız edicidir. LGBTİQ+ rahatsız etmez. Heteronormativite rahatsız eder.







Bir soru da benden olsun: Heteronormatif Çark Nasıl Kırılır?



Heteronormativite, çağımızda, bütünüyle buyurganlık siyasası ile organize ediliyor. Kadınsılık ve erkeksilik, edilgenlik ve etkenlik dikotomisi ile tanımlanır. Yani ezilenler ve ezenler vardır. Kavramlar bakın nasıl da birbirleriyle uyumlu. Neden uyumlu? Çünkü düzenin köşe başları bu kavramlarla tutuluyor. Tıpkı birinin parasını bilmem kaç yerinden sıkı sıkıya bağlaması gibi. Eşcinseller bir düğümü çözüyor, bu düğümlerden biri egemenin örgütlediği dünyanın merkezi kategorilerinden biri: Cinsiyetler ve cinsellikler. Cinsiyetleri ve cinsellikleri “alternatif” olarak algılamak, bir merkezi sütunu sarsmaktır. Bu, üretim ve üreme siyasetinin gayri-meşru buyurganlarca belirlendiği bir düzendir.



Beri tarafta devrimci bir çıkışa ihtiyaç duymadan, egemen kültürel ana-akıma yeni bir parça olarak eklemlenme çabaları da var. Veya egemen siyasa, tarihsel karşıt-mücadele pratiklerini öyle bir devşirebilir ki mücadelenin erekleri düzenin beklentilerine uygun hale gelir. Sistem karşıtı-mücadeleyi bastırmanın masrafının, özgür bırakmanın bedelinden daha ağır olduğunu kavrar. Burada bir diyalektik var. Yani heteronormatif çark, bir noktada kendisinden bir ölçüde feragat etse ve LGBTİQ+ kesimleri de kavrasa daha iyi dönebileceğini kavrama noktasına gelir. Düşünün ki erkekler savaşta. En sıkı kadın ayrımcısı softa dahi, kadınların iş hayatına kazandırılması ve cephe gerisinde üretici rolüne soyunmalarını teşvik edecektir. Erkekler savaştan dönünce veya ölenlerle kalanlar toplanıp çıkarılınca elde kalan erkek sayısı yeterli hale gelmişse, sistem eski softalığına geri dönecektir. Benzer politika çizgileri LGBTİQ+ siyasasında da görülür. Bazı ortamların selameti bakımından eşcinselliğe göz yumulması uygun hale gelir. Tıpkı iki dünya savaşında milyonlarca çocuğun ailesiz kalması nedeniyle evlat edinme müessesesinin kazandığı prestij gibi. Ortada devletçe bakılması gereken milyonlarca öksüz yetim çocuk var ise, yani aileler zorunlu bir nedenden ötürü parçalanmışsa, akıllı devletin akıllı yasa koyucusu, artık evlat edinmeyi kolaylaştırmayı seçecektir. Mesela nispeten yakın zamana kadar Türkiye’de de bekârın evlat edinmesi mümkün değildi, artık bu mümkün veya yapay döllenme için kısırlık şart olmaktan çıkar, bugün yapay döllenmede evlilik şartı var, yarın şart olmaktan o da çıkacaktır. Koşullar bunu gerektirirse ve gereken mücadele de eş-zamanlı olarak verilirse.  Geri planda tarih her zaman çalışır ve insanları şu veya bu tutuma “teşvik” eder veya en azından şu veya bu tutuma karşı iktidar aygıtının sessiz kaldığı gözlemlenir. LGBTİQ+ kesimler de tarih sahnesine çıktıkları dönemlerde bu tür geri-plan mekanizmalarını kollaya gelmişlerdir. Örneğin evliliğin geçirdiği tarihsel dönüşüm, evlilik kurumu hakkındaki tarihsel bilgi birikimi, dönüyor dolaşıyor ABD’nde eşcinsel evliliğin federal düzlemde tanınması mücadelesinin zafer belgesi olan Obegefell v. Hodges kararına varılmadan önce sunulan tarihsel argümanlara köstek olması beklenirken destek oluyor. Evliliğin zamandan münezzeh bir müessese olması ile onun zaman içinde değişip dönüşmesine yönelik tarihsel bilgilerin bu dava çerçevesinde bir hukuk politikası argümanlarının yapı taşları olduğunu görüyoruz. Çünkü belki “evlilik” sözü zamansız ve ezelden beri var olan bir sözdür (bu da tartışılabilir) ama evliliğin içinin nasıl doldurulacağı zamansız değildir: ,ABD Yüksek Mahkemesi adına verilen ve 5’e 4 çoğunlukla kabul edilen bu kararın yazmanı Yüksek Yargıç Anthony Kennedy, “Karşı cinsten iki kişi arasında bir birlik olarak evlilik tarihi, bu davaların başlangıcını işaret ediyor” diye yazmıştır. “Davalıların evliliğin aynı cinsiyetten çiftlere tanınması halinde zamansız bir kurumun yıkılacağını” ifade ettiklerini vurgulamasına karşın eklemiştir: “evlilik hakkındaki bu zamansal ve değişmeyen görüş, konu üzerindeki sayısız ve hayli bol akademik çalışmaların verileriyle çelişiyor” diye yazmıştır. Yüksek Yargıca göre “Evliliğin tarihi hem süreklilik hem de değişkenliklerin tarihidir.” ABD Yüksek Mahkemesi Obergefell v. Hodges'teki sözlü argümanlar için bir araya geldiğinde, Yargıçlar evliliğin tarihi hakkında konuşmak için hayli zaman harcamışlardı. Soru şuydu: Tarih kimin tarafındadır? Bu hukuk politikası aracı olarak da o kadar önemli bir sorudur ki ayrıntılarına girmeyi ihmal etmememiz gerekir.  Aynı cinsiyetten evliliği yasallaştırmak için tarihe yaslanılabilir mi, yoksa bu, binlerce yıllık yasal ve kültürel evlilik geçmişinden bir tür radikal bir kırılma veya kopma anlamına mı gelir?



Tarih dersi, bu davada sözlü tartışmaların neredeyse ilk anından itibaren başlamıştı. Davacının avukatı Mary Bonauto, tutumunu Yüksek Yargıç Ginsburg'dan gelen kısa bir soruyu yanıtlayarak ortaya koymuş, ardından müvekkilinin ve “bütün bir sınıf insan”ın “kapsamlı bir devlet kurumuna“ “katılma” hakkından mahrum bırakıldığını iddia etmişti. Baş Yargıç Roberts ise, “Kuruma katılsınlar diyorsunuz. Diğer taraftaki argüman ise kurumu yeniden tanımlamak istediğiniz yolunda. Baktığım her tanım yaklaşık bir düzine yıl öncesine de dayanıyor ve evliliği bir erkek ve bir kadın arasındaki koca ve eş ilişkisi olarak tanımlıyor. Açıkçası, eğer başarılı olursanız, bu temel tanım artık çalışmayacaktır.” demişti.



Davacılara sempati duyan Yargıç Stephen Breyer dahi aynı cinsiyetten çiftleri içermeyen binlerce yıllık evlilik geleneğine de atıfta bulunmuştu. Anthony Kennedy ve Antonin Scalia, hem eski hem de çağdaş olan evlilik geleneklerine yönelik antropolojik kanıtları göstermişlerdi. Yargıç Samuel Alito, antik Yunan ve Plato hakkında konuşmuştu. Bonauto, “Antik filozoflarla neler olduğunu anlayamıyorum” diye yorumda bulunmuştu.



Düşünün bu davada, kadın/erkek evliliğinin binyıllar öncesine uzanan “değişmez” tarihselliğine karşı antik filozofların fikirlerini gerçekte olduğu gibi ortaya koyan bilim insanları da rol oynamıştı. Bu büyük bir şans. Batı Michigan Üniversitesi'nde tarih profesörü olan Anise Strong, daha önce sözünü ettiğim Roma Dünyasındaki Fahişeler ve Matronlar adlı kitabın yazarı olan Strong, antik çağda toplumsal cinsiyet ve cinselliği inceleyen bir bilim insanıydı. Plato'nun ve onun sosyal çevresinin “yaşlı adam ve sakalları henüz yetişmemiş olan genç erkekler arasındaki kısa vadeli, muhtemelen beklenmedik (“platonik”) ilişkilerin onayına rağmen, eski Yunanlıların eşcinsel evliliğine sahip olmadığını bunun yerine şunları tercih ettiklerini ortaya koymuştur: Çok yakınlar arasındaki endogam ilişkiler: amcalarla yeğenleri, ana bir baba ayrı veya ana ayrı baba bir kardeşlerin evliliği, kadınların neredeyse hiçbir mülkiyet hakkına sahip olmadıkları ya da bağımsızlıklarını koruyamadıkları ve düzenli olarak hem fiziksel olarak ayrıştırıldığı, hem de suiistimal edildiği evlilikler ve erkeklerin mülkiyetine mülkiyet katmak ve korumak için başka erkeklerin karılarına erişimini engelleyerek maliklerin meşru erkek mirasçılara sahip olmasını teşvik eden sistemler.  Yazar ayrıca, insanlık tarihi boyunca evliliğin büsbütün yayılması boyunca toplumların sıklıkla poliginiyi (çok-karılılık) kucakladığını belirtiyor. Başka bir deyişle, Amerikalıların çoğu, eski Atina'nın onayladığı evlilik türlerini aşağılayıcı buluyorlarsa, Eski Atina’nın eşcinsel evliliğini onaylayıp onaylamamalarına neden dikkat etsinlerdi. Bugün biz de eşcinsel evlilikler söz konusu olduğunda oturup “olmaz öyle şey, dünyada olmamıştır” demektense, dünyada vaktiyle olan bitenlerin nasıl artık “olmamaya” başladığını tahlil etmeye yönelebiliriz. Eşcinsel hareketin hak kazanımları bağlamındaki mücadelesi tam da bu tahliller üzerinde ve özellikle yirminci yüzyılın başında ortaya çıkmış, 50’li yıllarda ivme kazanmış, 60’larla diğer politik mücadelelerle birleşip kah ayrılarak atılım göstermiş, 70’ler, 80’ler ve 90’lar ve özellikle 21. yüzyıl başındaki kazanımlarla adım adım gelişmiştir.



 



Ötekilerin Gündemi olarak teşekkür ederiz.



Evet: "Ben de Ötekilerin Gündemi'ne" hakikat ile ilgili olarak ortaya koyduğu kapsayıcı ve duyarlı yaklaşım için teşekkür ediyorum. Gerçek, hepimizi özgür kılacaktır, umut edelim.
Editör: Haber Merkezi