ANKARA ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ RÖPORTAJ;(2.Bölüm) Akademisyen, Ulusal ve Uluslararası Ceza Hukuku doçent avukatı, Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu üyesi, Sınır Tanımayan Avukatlar platformundan Öykü Didem Aydın  Genel Yayın Yönetmenimiz Hamza ÖZKAN’nın sorularını yanıtladı. 



http://www.otekileringundemi.com/?p=22933



LGBTİQ mücadelesinin tarihinden bahsedelim, LGBTİQ mücadelesi nasıl bir süreçten geçti?



LGBTİ edim veya haller tarih boyunca vardı. Bu işin özcü (essansiyalist) tarafı. Yani ezelden beri var olmuş sonsuza kadar da sürecek bir eşcinsel edim olgusu var.  Modern olan onların mücadelesidir. Eşcinsel-hareketi, eşcinsel kesimlerin farklı bir toplumsal gerçeklik ve eylemli bir hareket haline gelmesi ise inşacı (konstruktivist) olarak anlaşılabilecek bir süreç.



Amerika Birleşik Devletleri’nin 40’lı yıllarının sonları ve 50’li yılları ve meşum MacCarty’cilik sadece Amerikanın komünistlerden değil aynı zamanda eşcinsellerden ve eşcinsellikten de temizlenmesi gerektiğini savunmuş ve buna yönelik pek çok hukuki girişim başlatmıştı. Amerikan yakın tarihi bakımından Mac Carty’ciliğin soğuk savaş sırasında eşcinselleri de hedef alması, karşısında doğum halinde bir hareket bulmuştur. LGBTİQ+ hareketini 50’li yıllarda gözlemleyen biri hareketin bu kadar büyüyeceğini tahmin edemeyebilirdi ama bu büyümede en önemli argümanın “eşcinsel eşcinseldir, tırnak içinde tedavi edemezsiniz, görmezden gelemezsiniz, tanımak kabullenmek ve haklarını teslim etmek zorundasınız vs. mealindeki “değişmezlik kuramı” olduğunu kabul etmek gereklidir.



1950’lerin sonunda ve 1960’ların başında eşcinselliğin suç olmaktan çıkarılması yolunda tavsiyeler benimsenmeye başlandı. Amerikan Hukuk Enstitüsü bu tavsiyeleri kaleme alan örgütlerin başında geliyordu. Daha önce Sodomi (birebir çevirirsek: Sodom’luk), adı verilen eşcinsel eylemler yavaş yavaş cinsel yönelim olarak tanınmaya başlamıştı. Fakat Siegler’in aktardığı gibi o yıllarda İngiltere’de de önemli gelişmeler oluyordu. Cinsel yönelimin farklı bir söylemi ilk önce ilgili bir rapordan ortaya çıktı. 1954'te İngiltere’de hukuk reformu hakkında Wolfenden Komitesi olarak bilinen on beş kişilik komite fuhuş ve eşcinselliğin hala suç olup olmaması gerektiği sorusuna verilecek cevaba ışık tutması için İngiliz Tabipler Birliği'nden (BMA) bir kanıt sunmasını istedi. 1955'te BMA,"Eşcinsellik yaygın olarak eşcinsel eylemler anlamına alınıyor ancak durum bu şekilde değildir. Hepsi olmasa bile çoğu insan, farklı derecelerde hem eşcinsel hem de heteroüel potansiyellere sahiptir. " mealinde bir rapor kaleme aldı. Bu çerçevede eşcinsel eğilim ile eşcinsel eylem birbirinden ayrılmış oluyordu. BMA ayrıca eşcinsellik terapisinin sınırlarını da belirleyen “cinsel yönelim” kavramını kabul etti ve “cinsel yönelim” adı verilen bu niteliğin değiştirilemez olduğunu, doğuştan geldiğini “belirledi.” Ancak o dönemde bu doğuştan gelen bir “eğilim” olarak da ele alınmıştı. BMA tıbbın, bireylerin bu “engelliliğini” aşmasına imkân veren değerli çareler üretebileceğine ancak cinsel yönelimini değiştiremeyeceğini açıkladı. Eylem ve eğilim birbirinden ayrılıyor, eğilimin tedavi edilemezliğine dikkat çekiliyordu. Bu bir engellilik gibi ele alınmış ve hem engelli olup hem toplum içinde bu engelle yaşamanın mümkün olduğuna işaret edilmişti.



1960’lara gelindiğinde eşcinsel örgütler eşcinselliğin bilimsel olarak ele alınması çabalarını, eşcinsellerin politik ve sosyal arenaya çıkma çabalarına dönüştürdüler ve daha eylemci bir hal aldılar. Artık argüman eşcinselliği psikoloğun, bürokratın, yasa koyucunun, şunun veya bunun değil, eşcinsellin kendisinin bileceği yolundaydı.



Bu şekilde kabul edilen yeni manifesto bir yandan eşcinselliği bir “yönelim” olarak kabul etmiş, yani “hastalık” anlayışı çerçevesinden çıkarmış ancak bir yandan da “doğuştan” bir yönelim olarak kabule ettirmeye yönelmişti. Bu çok sayıda amaca da hizmet ediyordu: Bu amaçlardan en önemlisi, eşcinsellerin kimseyi eşcinsele çeviremeyeceği, kimsenin çoluğunun çocuğunun bir eşcinselin etkisi altında kalamayacağı çünkü eşcinselliğin zaten doğuştan bir özellik olarak sosyal ve insani ilişkilerden etkilenmeyeceği bu nedenle heteroüel kimselerin de eşcinselin varlığından ve eşcinselle insani ilişkilerinden etkilenmeyeceği fikriydi. Bu fikrin daha da kalın vurgu ile yayılmasının aracı ile ırk veya daha doğru bir ifadeyle “deri rengi”nin eşcinsellikle paralelleştirilmesi oldu. Bir kimse derisinin renginden ne derece sorumluysa, eşcinsel de eşcinselliğinden o derece sorumluydu.



Sosyal hizmet örgütleri Amerika Birleşik Devletleri Kamu Hizmeti Komisyonu nezdinde " yetişkinler arasında cinsel rızaya dayalı birlikteliklerin" [...], hiç bir koşulda, bir işverenin, kamu veya özel sektörün doğrudan bir kaygısı olamayacağını iddia etti. ." Cinsel yönelim sadece değişmez ve karakterle ilgisiz değildi; Mattachine liderleri ayrıca, cinsel yönelimi, makul bir işverenin mantıksal olarak itiraz edemeyeceği zararsız bir farklılık olarak tanımladılar. 1960'ların sonlarında, çeşitli örgütlerdeki eşcinsel-sever avukatlar ve müttefikleri, ayrımcı göç ve iş kanunlarına karşı cinsel yönelim fikrini kullandılar. 'Hukuk önündeki mücadeleler, mahkemelerin farklı bir cinsel yönelim fikrini kullanması nedeniyle istenmeyen sonuçlar doğurdu ve sonuç ayrımcı uygulamaların ve politikaların yine de desteklenmesiyle sonuçlandı ama önemli bir dönemece böylece girilmiş oluyordu.



Öte yandan evlenme hakkı ile ilgili olan ilk davalarda da Mahkemelerin tutumu, düzcinseller ile eşcinseller arasında doğası gereği bir fark olduğu ve eşcinsellerin “evliliğin amacı” olan üreme işlevini gerçekleştiremeyeceğinden le evlilik davalarını reddetme yolunda oldu. Eşcinsellik doğuştandı, evet, değiştirilemezdi evet, evet ama öyleyse eşcinsel bir kimsenin evlenmesinde ne yarar olacaktı? Değişmezlik argümanı üreme fonksiyonu argümanı karşısında bir üstünlük sağlayamıyordu.



Bu ana kadar ortaya konan gelişim içinde eşcinsellerin hak kazanımları yolunda şu ana argüman çizgisi gözlemlenebilir:



  • Hastalık anlayışının bilimsel kanıtlarla sarsılması


  • Hastalık tanımının hukuka değil bilime bırakılması


  • Hastalık olmadığına ilişkin bilimsel kanıtların ortaya konulması ve özellikle herkesin (insanların %40’lara varan oranda eşcinsel eğilimlerinin –veya aynı-cinse cinsel tepki gösterdiğinin- sosyolojik çalışmalarla ispatlanması)


  • Bilmin eşcinselliğin tabiatına kesin bir değerlendirme ortaya koyamaması karşısında cezalandırma politikalarına karşı eyleme geçilmesi (tanımlanamayan, nedeni bilinmeyen, bir manada anlaşılamayan eşcinselliğin suç olmaktan çıkarılması çabalarının ortaya konması)


  • Tanımın ne hukuka ne de bilime bırakılması, eşcinselin kendinden sorulması


  • Eşcinsellere sosyal alan açmak için “açılma” pratiklerinin teşvik edilmesi ve farkındalık geliştirme çabaları


  • Eşcinselliğin bir bireyin tüm hayat alanında değil, sadece cinsel içgüdü yönünden bir fark, bir yön olarak görülmesi yönündeki çabalar


  • Yön tanımından yönelim, özellikle doğuştan yönelim tanımına geçiş ve değişmezlik/doğuştanlık argümanının doğuşu


  • Doğuştanlık argümanının, ırk ayrımı karşıtlığı politikalarından yararlanma imkânını bulması


  • Eşcinselliğin değil genel olarak herkes için cinselliğin yaşanış tarzının bir ahlak-meselesi olduğunun savunulması


  • Eşcinselliğin cinsel alana ait olması hasebiyle “mahremiyet” koruması altında bulunduğunun ve mahrem-alandaki hayat tarzının ne toplumu ne de iş ortamları açısından bir tehdit oluşturduğunun savunulması


  • Bununla bağlantılı olarak eşcinselliğin toplum sağlığı bakımından bir tehdit olmadığının gösterilmesi


  • Yönelim politikasının yerleşmesi.




Bu dönemde Mahkemelerin ve benzeri diğer kurumların karşı argümanları ise daha ziyade eşcinsel olmak ile eşcinsellik yapmak (eylemlilik) arasında bir sınır çizgisi çizmek yolunda olmuştur.



Yukarıda anlatılan kısma kadar ve şüphesiz 70’li yılların sonundan günümüze dek tüm dünyada uygulanan politika araçları arasında şu gelişim çizgisine tanık olunmaktadır:



  • Hikâyesini anlatmak, açılmak


  • Kurucu bir duyarlık geliştirmek, İnşacı bir duyarlılığı benimsemek (toplumsal fenomeni tarihsel vb. parametrelerine göre toplumsal olarak inşa edilmiş olarak anlamak, bu çerçevede özcü yaklaşımlardan ayrılır)


  • Özel hayat kavramını aşmak,


  • Bedensel hazza meşruiyet kazandırmak,


  • Kesişen bedensellikler kurmak, baskıyı arttırmak için el-ele vermiş etkileşim içindeki kategorilerden oluşan bir takımadanın karşısına, baskı altındaki takım-adaların beraber değerlendiren bir toplu-matriks koymak: ırk, cins, cinsiyet, etnisite vb. alanları birbirlerinden kopuk değil, kesişim çizgilerinde izlemek)


  • Kamuoyu oluşturmak,


  • Ünlü ve saygın rol modellerinin desteği ve görünürlüklerinden yararlanmak,


  • İnsan onurunu vurgulamak,


  • Yeni bir utanma teorisi kurmak.




ABD’nde eşcinsel hak savunucuları özellikle 50’li ve 60’lı yıllar boyunca eşcinselliğin suç olmaktan çıkarılmasında veya cezalandırılmaması yolunda bir ölçüde etkili bir argüman olan doğuştanlık argümanının özellikle işçi-işveren memur-devlet, evlenme hakları vb. meselelerde işe yaramadığını görünce rotayı “tercih” argümanına çevirmeyi denediler. Bir süre o argüman üzerinden gidildi ama o da madem-tercih, şu halde yanlış bir tercih, yolundaki baskılara çok da direnemedi.



1969 yılına gelindiğinde ise, bu yıl meşhur StonewallAyaklanmaları’na sahne oldu. Stonewall’da ilk defa,  polis baskınına karşı devrimci bir tutumla direnen eşcinsel ve translar görünür. Üstelik bu ayaklanma L’leri Gaylerle, Gayleri Translarla, her ikisini feministlerle bir araya da getirmiştir.



1980’ler ve özellikle –önyargılı olarak sadece gay’leri etkilediği iddia edilen oysa örneğin Amerika’da en çok siyahi erkekleri kıskacına almış bulunan- AİDS krizi de yepyeni örgütlenmelere fırsat vermiştir. 1990’lar, 2000’ler boyunca gerek Avrupa’da gerek Amerika’da bu kesim artık son derece etkili bir dizi girişime ön ayak olan ve hak kazanımlarını sürekli bir şekilde artıran bir kesim oldu. Bu hem ahlaki zeminde, hem hukuki hem de toplum politikası alanında yer yer parçalı olmakla beraber, kararlı bir direnişin eseridir.



Türkiye’deki LGBTİQ mücadelesinin tarihinden bahsedelim, nasıl bir süreç yaşandı?



Türkiye’de ise LGBTI haklarının tanınması yolunda mücadele 1980’lerde uç verse de 1990’lı yıllarla başlayan örgütlenme hareketleri ile güçlenmiştir. Türkiye’de LGBTİ hareketinin yakın tarihi İstanbul’da Lambda ve Ankara’da KAOS-GL’nin 1990’ların başında birer LGBTİ oluşumu olarak ortaya çıkmalarına dayandırılabilir. Daha sonraki süreçte pek çok örgüt kurulmuştur. Bunlar arasında SpoD bir grup aktivist, akademisyen ve öğrencinin bir araya gelmesiyle 21 Eylül 2011’de resmi olarak kurulmuş sosyal politika temelli bir LGBT hakları derneğidir. Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği,  Pembe Hayat gibi trans hakları dernekleri de bulunuyor. Kırmızı Şemsiye özellikle trans işçilerin haklarını savunuyor.  Takip eden yıllarda İstanbul ve Ankara’da sokak eylemleriyle kamusal bir görünürlük de kazanan hareket, 2000’lerin ortalarına gelindiğinde oluşumların dernekleşme sürecine girmesiyle resmi kurumlar nezdinde de bir tanınma sağlamıştır.



1993 – Lambda İstanbul’un kuruluşunu, 1994 – Ankara’da Kaos GL izlemiş, 1996 yılında Üniversiteli, Eşcinseller arası dayanışma ağı LEGATO kurulmuştur. 2001 yılında İzmir’de Siyah Pembe Üçgen kurulurken 2003 yılında İstanbul’da ilk kez bir onur yürüyüşü düzenlenmiştir.  Kaos GL derneği 2005 yılında tüzel kişilik kazanırken 2006 yılında Lambda İstanbul derneği tüzel kişilik kazanmış ve 2006 yılında Ankara’da ilk kez onur yürüyüşü düzenlenmiştir. 2006 yılı, Ankara’da Trans Dayanışma örgütü Pembe Hayat Derneği’nin kuruluşu, 2009 yıl ise Siyah Pembe Üçgen örgütünün tüzel kişilik kazandığı yıllardır. 2011 yılında İstanbul’da Türkiye tarihinin en büyük onur yürüyüşü yaklaşık 10.000 kişinin katılımıyla gerçekleşmiştir. Bu aynı zamanda Güneydoğu Avrupa’da düzenlenen en büyük LGBT onur yürüyüşü olmuştur. Yine 2013 yılında İstanbul Onur Yürüyüşü, Gezi Parkı Olaylarının da etkisiyle on binlerce kişinin katılımıyla gerçekleştirilmiştir.  Bugün Onur Yürüyüşü, her türlü engellemeye ve tehdide karşın, her yıl düzenleniyor. Şüphesiz LGBTİQ+ da memleketin genel siyasal ortamından etkileniyor. 15 Temmuz 2016 tarihini takip eden süreçte, bu alanda da diğer pek çok alanda olduğugibi kamusal eylemler azaldı gibi görünüyor.



LGBT Dayanışma Dernekleri içinde bulunan Kaos GL Türkiye’nin ilk gay& lezbiyen içerikle dergisi olan KAOS GL Dergisi ve Türkiye’nin resmen tescil edilen il eşcinsel derneği olan Kaos Gey Ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar Ve Dayanışma Derneği. Eşcinselliği daha kapalı yaşandığı bir şehir olan Ankara merkezli olmasına ve bu alanda faaliyete başlayan ikinci oluşum rağmen Türkiye’de politik eşcinsel hareketin öncülüğünü yapmış ve hala da yapmaya devam etmektedir.



ötekilerin gündemi olarak teşekkür ederiz       



(DEVAM EDECEK)



 
Editör: Haber Merkezi