ANKARA ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ RÖPORTAJ;(3.Bölüm) Akademisyen, Ulusal ve Uluslararası Ceza Hukuku doçent avukatı, Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu üyesi, Sınır Tanımayan Avukatlar platformundan Öykü Didem Aydın  Genel Yayın Yönetmenimiz Hamza ÖZKAN’nın sorularını yanıtladı



LGBTİQ bireylerin yanlış yetiştirilme sonucu bu eğilime sahip olduğu düşüncesi toplumda yaygın olarak kabul görüyor ve hastalık olarak tanımlanıyor, nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu?



Bu görüşü, heteroüelin yanlış yetiştirilme sonucu bu eğilime sahip olduğunun iddia edilmesi kadar saçma görüyorum. Tabii toplumda yaygın kabul gören şeylere göre kendimizi hizalasak herhalde şunu soracağız: Hangi toplum ve hangi bilgi. Doğru bilgi mi? Yaygın olarak doğru kabul edilen o kadar yanlış var ki insanın aklı durur. Cinsel yönelim ister –bugün genel geçer kabul gördüğü üzere- genetik görülsün isterse genetiğin, çevrenin ve bir dizi başka etkenin bir kişinin cinsel hislenim ve davranışlarında somutlaşmış bir kombinasyonunun ürünü olsun bir hastalık değildir. Eşcinselliğin hastalık olduğu görüşü batıda uzunca bir süredir bırakıldı. Eşcinsellik 1970’lere kadar Amerikan Psikiyatri Birliği’nin ortaya koyduğu çeşitli hastalık sınıflamaları içinde yer alan bir haldi. Bugün bu yanlıştan dönüldü. Türkiye’de, şöyle söyleyeyim, kendi aklı kendi başında hiç  kimse, eşcinselliğe hastalık demiyor.



Tabii yetiştirme ile yanlış yetiştirme arasında da bir ayrıma gitmek lazım. Herhangi bir yetiştirmede yanlış olan nedir? Biyolojik olarak erkek olarak atanmış çocuğunuza örneğin bebeklerle oynamayı yasakladığınızda yanlış mı yetiştirmiş oluyorsunuz yoksa baştan yanlış bir iş olan egemen toplumsal cinsiyet anlayışına teslim mi oluyorsunuz, tartışılır.



 



LGBTİQ bireylerin cinsel kimlikleri yönelim olarak tanımlanıyor, yönelim kavramı ne ifade ediyor?



Cinsel kimlikten ziyade yönelim, deriz. Cinsiyet kimliği deriz, cinsel yönelim deriz. Yönelim, içinizde taşıdığınız potansiyeli anlatmak yolunda daha doğru bir terim. Duygusal-aşki varoluş haline işaret ediyor, yani potansiyel olarak, gerçekleştirse de gerçekleştirmese de kendi cinsine yönelmişliği ifade ediyor. Kimlik ise sabitliyor. Yani kadın/erkek, nokta. Oysa bu dahi çok net değil. Trans geçiş süreçleri, cinsiyeti de olumsal bir kategori olarak görmemiz gerektiğini ve biyolojik olduğunu sandığımız atamaların bile toplumsal cinsiyetin kısıtlayıcı ve baskılayıcı elemanları ile damgalandığını gösteriyor. Kadın kimdir, erkek nedir, bunlar da sandığımızdan çok daha karmaşık konular.



 



LGBTİQ ile toplumsal cinsiyet kavramları arasında nasıl bir ilişki olduğunu düşünüyorsunuz? Toplumsal cinsiyet rolleri LGBTİQ bireyler üzerinde nasıl bir etkiye sahip?



Bir ideoloji olarak “heteroizm”, biyolojik ve toplumsal cinsiyet anlayışını hayat tarzlarının merkezi bir düzenleyicisi yapan toplumsal kuralların tamamına denir.  Heteroizm sadece kişinin hangi cinsle sevişeceğiyle ilgili değildir. Kadınlık ve erkekliğin nasıl olması gerektiğini de tanımlar. Yani kadının, kadınlığını nasıl performe etmesi gerektiğini tanımlar, erkekliğin de nasıl performe edilmesi gerektiğini tanımlar. Bütün bireylerarası ve toplumsal ilişkilerde nasıl davranacağına, en başta giyim tarzından, beden hareketlerine, jestlerine mimiklerine, seçeceği hayat tarzına kadar nasıl hareket etmesi gerektiğini düzenleyen heteroizm bir kadının veya bir erkeğin bütün hayatını düzenlerken heteronormativiteden beslenir.



Heteronormativite, heteroüelliğin tek norm olarak kabul edilmesi anlamına gelmektedir ve cinsiyet ile cinsellik alanındaki bütün sosyal politikalar, hizmetler, beşeri ilişkiler de heteroüel tek-norm sisteminden yola çıkarak tanımlanıp yorumlanır. Olması gereken kadınlık, biyolojik olarak atanan cinsiyetimizi bize toplumsal olarak atanan davranış kalıpları içinde sürdüren bir kadınlık-gösterisidir. Aynı durum biyolojik olarak erkeklik atanmış bir kişinin toplumsal olarak “erkekçe” sayılan biçimde yaşaması ve davranmasıdır.  Bundan farklı “olan” ve “davranan” insanların tamamı transgender’dır aslında, toplumsal cinsiyet anlaşıyına uymayan ve beklentileri karşılamayan insanlardır.



Toplumsal cinsiyet’i, bir kadın’ın kadınlığını veya bir erkeğin erkekliğini nasıl gerçekleştirmesi gerektiğine yönelik tüm toplumsal dayatmalar olarak görürseniz, LGBTİQ+’nın bununla doğrudan ilişkisi olduğunu görürsünüz. LGBTİQ+ toplumsal cinsiyet anlayışlarına uymuyor. Kadın erkekle beraber olur veya kadın doğumundan itibaren bir yere yerleşir, şunları şunları yapar veya yapamaz dediğiniz noktada, LGBTİQ+ toplumsal cinsiyet anlayışını kökünden sarsmaya başlar. Bu nedenle LGBTİQ+ hareketi, kadın hakları hareketinin veya feminizmin de doğal bir yoldaşı sayılacaktır. Bununla birlikte feminizm ile LGBTİQ+ hareketi arasında –özellikle en azından biyolojik cinsiyeti özcü bir anlayışla tanımlayan ve ezelden beri ezilmiş bir kadın arketipi üzerinden toplum siyaseti yapan- feministler arasında da belli anlaşmazlıklar bulunuyor. Özellikle Kuir felsefe, bütün ayrımları alt üst etmeye yöneldiği için yer yer feministlere, uğruna mücadele edilecek bir özne bırakmamakla suçlanıyor. Bugün önceden sabitlenmiş bir “kadın figürü” üzerinden feminist açılım peşinde olanları ben eleştiriyorum mesela. Bunların bir kısmı ciddi çelişkiler içinde, hem bir kadın tanımlamak zorunda, hem de onun eşit hakları peşinde koşuyor. İyi de tanımını sabitlediği ölçüde “o kadın”ı zaten kendi haklarından uzaklaştırmış olmuyor mu? Kimi kadın hakları savunucuları bu itibarla mesela lezbiyenlerden hoşlanmazlar. Varlık sebeplerini ortadan kaldırıyor gibi lezbiyenler. Geçmişte, lezbiyen ilişkilerin bir kadın-erkek ilişkisi parodisi olduğunu iddia eden feministler olmuş, oysa eşcinseller heteronormatif düzenin parodisini veya taklidini yineleyen insanlar değil. Burada söz konusu olan başka türlü bir dünya ve başka türlü bir ilişki-konumlanması meselesi. Şüphesiz bir butch veya bir femme arasında kadın erkek ilişkisine benzer bir durumun parodisi olabilir. Bununla birlikte gerek bu parodi gerekse parodi-sayılmayan farklı hayat-tarzının her ikisi de yine de heteronornatif dünyanın dayattığından farklı işlerdir. Feminizmin, LGBTİQ+ hareketini ciddi okuması ve gözlemlemesi ve bu kesimlerin ortaya koyduğu yenilikleri özümsemesi lazım. Dünya artık kadın-erkek, Mars Venüs üzerinden yürümüyor. Şüphesiz ciddi feministler bütün bu sorunların ve açılım imkanlarının farkında. Hele hele transgender ve transüel kesimler de bu tartışmaların üzerine gelince, kadınlık ve erkekliğin ciddi olarak tartışmaya açılması imkanları doğuyor.



Toplumumuzda yaygın olarak görülen homofobi nedir? Bu yaklaşım neden bu kadar yaygın?



Homofobi tıpkı Zenofobi gibi, öteki olarak algılan bir yönelimden veya bir kimlikten korkmayı, bir tür fobiyi ifade eder. Daha önce karşılaşmadığınız veya bastırdığınız bir profilden korkuyorsunuz. Ben özellikle zararsız olan bazı hayvanlardan korkan insanların da türcülük anlamında ırkçı olduğunu düşünmüşümdür mesela. Efendim beni köpek ısırmıştı yok köpek havlamıştı, kedi cırmalamıştı. Yani hayatınızda bir veya birkaç insandan tokat yeseniz, dayak yeseniz her gördüğünüz insandan ödünüz mü kopacak. Hayır. Önyargılara dayanır bu da çoğunlukla.  Bu tür fobiler bir düşmanlık aşamasına gelmemiş olabilir veya gelmiş olabilir. Homofobi, toplumlarda oldukça yaygın bir fenomendir. Cinsiyet yönelimi veya cinsel kimlik temelli ayrımcılık ve/veya düşmanlık içeren eylemler sözel veya fiziksel şiddete kadar varabiliyor. Bunlara nefret suçu diyoruz. Toplumuzda çok yaygın. Derneklerin yayınladığı istatistiklere baktığınızda, bırakın genel olarak LGBTİ’leri, örneğin sadece trans cinayetlerine baktığınızda durumun vehametini görüyorsunuz. Tabii homofobi, hayat hakkı tanımıyor, bu sadece fiziksel değil, bütün kurum ve kuralların sizin etrafınızı çevirmesi gibi bir durum. İş hayatında ayrımcılıktan aileden dışlanmaya, ev bulamamaktan eğitim sorunlarına, eğitimden sağlığa kadar uzanıyor. Neden bu kadar yaygın? Bence en genel olarak ilkel kapitalist sistemlerde veya devlet kapitalizminde “aile” karşıtı görülen bir hal LGBTİQ+, onun için onlara toplumun temeline karşı yapılmış bir saldırı gözüyle bakılıyor. “Zengin kız ve fakir oğlan” veya “fakir kız zengin oğlan” efsanesini biliyorsunuz. Pek çok kesimde yaşanan LGBTİQ+ aşkları bunun çağrıştırdığı tehdide benzer yaşanıyor. Yanlış görünen bir şeyler var, egemen ahlaka ve kurumlara karşı bir şey. Neden egemen ahlak? Çünkü o ahlak olmasa, egemenin menfaati sarsılacak. Kadınlarını çalıştırmayan bir toplumda, çalışmak isteyen, bağımsız olmak isteyen kadın da bu düşmanlıkla karşılaşmıştır. “Aile”den anlaşılan ana baba çocuk, başka bir tarzı kabul edemeyen bir toplum yapısında LGBTİQ+’nın düşmanlık göreceğini tahmin etmek zor değil. Öte yandan homofobinin kökeninde psikolojik olarak eşcinsellik de olabilir. Yani sizde, içinizde var olan bir şeyi bastırmaya çalışıyorsunuz ve bu nedenle kraldan çok kralcı tutumunuzla göz doldurmaya çalışıyorsunuz. Trans işçisi kadınların anlatılarına baktığınızda kendileriyle cinsellik yaşamaya gelen ortalama “Türk erkeği”nin cinsellikten sonra öldürme eğilimi içine girdiğinden var. Oldukça önemli bir bulgu da trans işçilerine giden erkeklerin önemli bir kısmının, hatta çoğunluğunun “kadın rolleri”ni tercih etmesi. Pek çok transüel işçisinin cinsiyet geçiş operasyonu yaptırmamasının bir nedeni de budur. Kendileriyle beraber olmaya gelen erkekler, tırnak içinde erkeklik değil, kadınlık etmeye geliyorlar! Dışarıda bakıyorsunuz, maço bir insan. Aile babası! Ama işçisine gidince kendisi de kadın olmak istiyor. Tabii ne eşcinsellik ne de translık bir cinsel fantezidir. Bunlar cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği özellikleridir, durumu fantezi ile karıştırmayalım. Bununla birlikte, eğer bir işçisine giden bir erkek böyle fantezileri yaşıyor ve daha sonra da cinai bir cinnete kapılıyorsa, aslında kendi kendinden kendi eşcinselliğinden de nefret ediyor demektir. Toplumun ikiyüzlülüğünün bir örneği de budur. Eşcinsel edimler sayısızdır, yaygındır, had safhadadır. Ama iş eşcinsel öz-bilince gelince bir nefret dalgası alır yürür. Sözel şiddet, kılık kıyafete laf atma, şiddet, her ortamda ayrımcılık, sağlık ve sosyal güvenceden yoksunluk, yer yer LGBTİQ+ kesimleri etkileyen homofobinin örnekleri. Ayrıca tabii özellikle eşcinseller ne doğru dürüst açık yaşayabiliyor, ne evlenebiliyor, ne evlat edinme pratikleri yaygın, varlıklarının dahi görülmek istenmediği toplumsal ortamlarda kaçak-göçek yaşama zorlukları var. Bakıyorsunuz birisine lak lak lak erkek arkadaşını anlatıyor. Erkekler şöyle erkekler böyle. Bunu üniversite yemekhanesinde de yapıyor, evi var, ailesi var, çoluğu çocuğu var, övüne övüne bunlardan bahsediyor veya sorun varsa sorunlarını rahatlıkla açabiliyor, size de açıyor, doktora da açıyor, gidiyor okulda çocuğunun öğretmeni ile konuşuyor vs. Eşcinsel bir kimse aynı rahatlık içinde değil. Bir kere zaten eşcinsel olduğunuzu söylediğiniz  Türklerin %90’ı hemen konuyu kapatma eğiliminde oluyor. Yani tabu bu onlar için. Zaten ayrı bir dünya, neyi nasıl konuşsun farkındalığı yok ki! Dünyayı kendi dünyası sanıyor. Duymak bile istemiyor ki sizin sorunlarınızla ilgilensin. Bu ortamda dayanışma duyguları ancak eşcinsel kesimlerin kendi arasında oluyor ister istemez. Kesim’leşme, buradan doğmak zorunda. Hele ailelerin çoğu, ailelere açılma hikayeleri içler acısıdır Türkiye’de. Anlayışlı ve farkındalık geliştirmiş aile sayısı çok azdır her katmanda, her sınıfta. Bu alan bir toplumdaki bütün eşitsizliklerin izdüştüğü bir alandır da aynı zamanda. Eşitsizlik, zaten genel olarak yaygınsa, LGBTİQ+ kesimlere karşı ayrımcılık da yaygındır. Toplumuzda kadın erkek ayrımcılığının nedenlerinin önemli bir kısmı LGBTİQ+ ayrımcılık ve nefretinin de nedenidir. Hepsi değil ama önemli bir kısmı bence.



 



LGBTİQ bireyler toplumsal hayatta hangi sorunlarla mücadele etmek durumunda kalıyorlar, LGBTİQ bireylerin sıklıkla yaşadığı travmalar nelerdir, bu travmalara neden olan koşullar nelerdir?



LGBTİQ+’ya karşı ayrımcılık ve nefret suçları yaygınlaştığı gibi LGBTİQ+’nın her alanda sayısız diğer hak ihlaliyle karşılaştıkları bilinmektedir. Bu çerçevede, LGBTİQ+ evde, sokakta ve işyerlerinde suç, haksız fiil veya tüketici haklarından çalışan haklarına, kiracı haklarından sağlık hakları ihlallerine uzanan hak ihlalleri ile karşılaştıkları gibi beraberlik arayışlarının ve kimliksel farklılıklarının medeni kanunlarca tanınmaması veya kendilerine karşı hak ihlallerinde bulunanların tazminatsız ve/veya cezasız kalması sorunları ile de karşı karşıya kalabilmektedirler. LGBTİQ+ haklarının insan hakları olduğu, insan haklarının evrenselliği ilkesinden ve “herkes”in diğer “herkes”in sahip bulunduğu haklara doğallıkla sahip olacağı yolundaki temel anlayıştan kaynaklanmaktadır. İnsan hakları ve temel özgürlükleri, herkes için geçerli evrensel ilkeler ise, bu ilkelere, birbirlerinden farklı olan insanların tamamının sahip olması gereği açıktır. Cinsel yönelim, bugün Avrupa Birliği’nde bir ayrımcılık nedeni olarak tanınmıştır. Ancak bu yöndeki hükümler sınırlıdır ve sosyal güvenlik, sağlık, eğitim, mallara ve hizmetlere erişim ile ilgili gerekleri öngörmemekte ve LGBTİQ+ bu alanlarda özellikle örselenebilir bıraktıkları ifade edilmiştir.



Tabii en büyük sorunların başında, özellikle Türkiye’de, hala yönelimini ve kimliğini özgürce yaşayamamak, başta ailelerden dışlanmak gelir. Türkiye öz-bilinç, farkındalık ve dayanışma kanalları açısından hala oldukça geri. Sünnetti, düğündü, takıydı, giysiydi, sokaktaki oyundan, işyerine, “sapına kadar” cinsiyetlendirilmiş ve heteroüel yönelimlendirilmiş bir toplumuz. Hani göz gözü görmüyor denir ya. Bu alandaki görünür ve görünmez baskı nedeniyle bir eşcinsel gözün diğerini görmesi ve buradan bir toplumsal politika ve eylemlilik haline girmesi de kolay değil. Aileler bazında en iyi anlatıyı belki ListAg oluşumu sunabilir. Bu örgüt, eşcinsel çocukları olan ailelerin kurduğu bir örgüt, zaman içinde büyük özveriyle aydınlatma, farkındalık yaratma, dayanışma ağları örmeye çalışmışlar. Büyük zorluklarla.



 



LGBTİQ bireyler evlilik ve çocuk edinme konusunda neler düşünüyorlar, toplumun bu konuda katı normları LGBTİQ bireyleri nasıl etkiliyor, neler yaşıyorlar, neler hissediyorlar?



Öncelikle herhalde en başta L, G, B vb. sıfatlı bir “birey” olarak nitelenmek istemezlerdi. LGBTİQ-birey deyince insanda bir bilimsel araştırmanın nesnesi olan değişik bir türmüşüz gibi bir algı oluşuyor. Yani bir “popülasyonun bireyleri”, ifadesi gibi. Sanki belgesel çekiliyor, insanlar da o belgeselin nesnesi olan başka bir türmüş gibi niteleniyorlar. İddiam odur ki patriyarka, heteronormativite ve ayrımcılık toplumlarımızın dayandığı belli başlı sütunlar olmasalardı LGBTİQ+ kesimler de en az heteroüel kesimler veya işte cisgender’lar kadar fazla sayıda olacaklardı. Buna rağmen bir azınlık algısı ve sanki ortada çok değişik türde bir “birey” varmış algısı yaygın. Ben bu azınlık algısına karşıyım, her kadın potansiyel bir lezbiyen olabilir ve her erkek aslında cinsel olarak eşcinsel-hislenim veya eşcinsel-edim sayılabilecek hislenimler ve edimler içine girmiştir. Türkiye’de eğer ABD’nde yapılan Kinsey Araştırmaları gibi geniş kapsamlı araştırmalar yapılsa, bu alanda karanlıkta kalmış pek çok sayı ve gerçek ortaya çıkacaktır.



 



Türkiye’de kanımca eşcinsellerin en büyük sorunlarından biri “gizlenmek”. Yani çoğunluğunun açık eşcinsel olarak yaşamıyor, öyle olduğu için evlilik ve/veya çocuk edinme konusuna örgütlü bir mücadele vermeleri zorlaşıyor. Öte yandan eşcinsellerin hayat hakları o kadar yoğun bir tehdit altında ki açık eşcinsellik, şiddete davetiye çıkarma anlamına da gelebiliyor onlar için. Şiddete olmasa bile çalışan eşcinseller için bir mobbing tehdidi var.



 



Eşcinseller herhalde Türkiye’de evlenebilselerdi, bugün pek çok lezbiyen ve gay de evlenmek isteyecekti. Evlilik gibi kurumlara karşı olan insanlar heteroüeller içinde de var. LGBTİQ+ kesiminin aile kurmasının önü açılırsa, haliyle evlat edinmelerinin de önü açılacak. Şu aşamada Türkiye’de bunun büyük zorluklar içerdiğini biliyoruz. Kolay değil. İşte bir, iki, üç beş yedi kişiyle görüşmek hem kadında hem erkekte vardır. Hala görücü usulle evlenmelerin, çocuk gelinlerin yaygın olduğu feodal bir yapıdan da vardır memleketimizde. Bu böyle genelleştirmeye çok müsait değil, Katmanına, sınıfına, kesimine, bölgesine, köye kente göre değişebiliyor. Bazen bakıyorsunuz bir trans (özellikle transüel erkek) köyünde gayet rahat edebiliyor. Başka yerde aynı rahatlık içinde değil. Kesim kesim –hele gizlilik söz konusu ise, konunun üstü örtülüyorsa- herkesin her şeyi yapabildiği bir ortam da mevcut. Ama bu açık eşcinsellerin, resmi aile kuramadığı ve resmen evlat edinemediği gerçeğini değiştirmiyor.



(DEVAK EDİYOR)



ötekilerin gündemi olarak teşekkür ederiz     



http://www.otekileringundemi.com/?p=23509)



 
Editör: Haber Merkezi