ANKARA ÖTEKİLERİN GÜNDEMİ RÖPORTAJ; Akademisyen, Ulusal ve Uluslararası Ceza Hukuku doçent avukatı, Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu üyesi, Sınır Tanımayan Avukatlar platformundan Öykü Didem Aydın  Genel Yayın Yönetmenimiz Hamza ÖZKAN’nın sorularını yanıtladı. 

Söyleşimize sizi yakından tanıyarak başlayalım… Öykü Didem Aydın kimdir?

Hacettepe Hukuk Fakültesi’nde Anayasa Hukuku doçentiyim. Ankara Hukuk Fakültesi mezunuyum, Ankara ve Milano Üniversiteleri’nde yüksek lisans, Federal Almanya Freiburg Üniversitesi’nde doktora yaptım; doktoradan sonra Max-Planck Ulusal ve Uluslararası Ceza Hukuku Enstitüsü’nde yürüttüğüm doktora çalışmalarımın ardından üç yıl aynı Enstitü’de post-doc çalışmalar da yürüttüm. Bir akademisyen ve ceza avukatı olarak ceza adaleti sistemimizin içinde bulunduğu durum hakkında düşünmeyi ve eylemeyi sürdürüyorum. Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu üyesiydim, Sınır Tanımayan Avukatlar platformu adını verdiğimiz bir platformumuz var.



Son zamanlarda ise Cinsiyet, Cinsellik ve Hukuk: Hukukun LGBTİQ Artısı, LGBTİQ Artı Hukukuİçin Politika adını vermek istediğim bir kitap çalışmasını tamamlamak üzereyim. Çalışmayla bu sahanın hukuk politikasını tartışmaya açmayı amaçladım. Söyleşimizin hem bu tartışmaya katkıda bulunmasını hem de kitaptan bazı pasajlardan da destek alarak okuyucularınıza bir bakış açısı sunmasını umut ediyorum.

LGBTİQ’nun açılımı nedir? Bu açılımdaki kavramları açıklar mısınız?

Cinsel yönelim, her bireyin farklı veya aynı cinsten veya birden fazla cinsten diğer bireylerle kurduğu yerleşik ve/veya bir örüntüye işaret eden duygusal, bağlılık, mahrem ve cinsel ilişkilerini anlatır. Cinsiyet kimliği, her bireyin, doğumunda sözde-biyolojik olarak atanan cinsi ile uyumlu olacak veya olmayacak şekilde, derinden hissettiği içsel ve bireysel cins deneyimini anlatır. Bu deneyim, biyolojik/hukuki atanmış kimlikle bağdaşmayabilir. L harfi lezbiyen’i simgeliyor, G, gay; B, biseksüel, T trans, İ interseks ve Q queer: Kuir. Lezbiyen kadın; fiziksel, romantik ve/veya duygusal olarak süreğen çekimi SADECE kadınlara karşı hisseden bir kadındır. Lezbiyen, ancak bir başka kadını cinsel açıdan “cazip” bulur, onunla sevişmek ister. Tabii bu heteroseksüel dünyadan farklı gerçekleşmez, yani yoldan geçen herkes değil, zaman içinde bir kimse. Sadece “şehvet” duygusu değildir söz konusu olan. Duygusal bir yönelimden de bahsederiz. Tanımı biraz açalım dilerseniz: Lezbiyen “kadın” mı? Hangi kadın, kadını nasıl tanımlıyoruz,fiziksel, romantik ve/veya duygusal olarak süreğen mi? Yoksa tek seferlik beraberlik olmaz mı? Çekimi SADECE kadınlara karşı hisseden (eğilim) mi? Peki ama ya davranan’ın (edim) farkı ne? Lezbiyen bir kadındır ve ancak bir başka kadını cinsel açıdan “cazip” bulur, onunla sevişmek ister. Fakat zaman zaman kadınla sevişmek veya bir kere veya birkaç kere kadınla beraber olmak, bir kadını hemen lezbiyen yapmaya yetmiyor. Bence sevişmekten ziyade, bir kadınla uyanmak, duygusal ve cinsel bağlılığı bir başka kadına karşı hissetmek bunun tanımı açısından daha uygun. Yine dikkat edersek lezbiyenden bahsederken bir kadındır, diyoruz. Yani “kadın”ın tanımına vakıf olduğumuzu sanıyoruz. Oysa “kadın” tanımı da birazdan belki daha geniş anlatma fırsatı olur, çoğu zaman gerek biyolojik cinsiyet atanması, çoğu zaman da toplumsal cinsiyet anlayışının yarattığı bir dizi karışıklık nedeniyle çok kolay değil. İşte doğar doğmaz bebeklerin cinsel organlarına bakıp bu bir kız-bebek veya bu bir erkek-bebek diyoruz ama bu nitelemelerin yarattığı veya yaratması gereken farklar konusunda kafamız çok net değil. Bir kimse biyolojik olarak kadın cinsine atanmış olabilir ama kendisini yanlış bir bedende doğmuş hissediyorsa, trans-erkek olarak nitelenir. Peki, trans-erkek kadınlarla beraber oluyorsa, ona da mı lezbiyen diyeceğiz? Yoksa o heteroseksüel mi? Şüphesiz bir trans-erkeğin bir kadın sevgilisi varsa ve sevgililerini genellikle kadınlardan seçiyorsa, ona da heteroseksüel diyeceğiz. Bazı tanımları baştan vermek belki pratik amaçlara hizmet edebilir ama yine de bu alanda, günümüzde geçerli olan “kaos”u –ki bunu olumlu görmek gerekir- tam olarak anlamaya yetmez. G harfi, İngilizce Gay kelimesinden gelir. Gay erkek fiziksel, romantik ve/veya duygusal olarak süreğen çekimi SADECE erkeklere karşı olan bir erkektir. Gay sözü yer yer hem erkek gayleri hem de lezbiyenleri anlatmak için kullanılmaktadır. Gay erkek, ancak bir başka erkeği cinsel açıdan “cazip” bulur ve onunla sevişmek ister. Burada da sevişmek ve beraber uyanmak istemek önemli ama uyanmak niye, neden uyuması ve uyanması gerekiyor, gibi sorular tanım yapmayı zorlaştırıyor. B harfi Biseksüel’i anlatır; fiziksel, romantik ve/veya duygusal olarak süreğen çekimi HEM kadınlara HEM DE erkeklere karşı hisseden bir bireydir. Biseksüellerin cinsel etkilenme ve birliktelik örüntüsü hem erkeklere hem de kadınlara yönelme biçimindedir.  T harfi Trans’ı, transseksüeli anlatır;  cinsiyet kimliği ve/veya cinsiyet dışavurumu doğumunda belirlenen (atanan) cinsiyetten farklı olan bireyleri anlatır. Trans erkeğin bedeni kadın olabilir ama o kendini erkek olarak hissetmekte, erkek olmayı istemekte ve imkânı var ise erkek “olmaktadır”da. Benzer şekilde trans kadın da kendisini kadın olarak hissetmekte, kadın olmayı istemekte ve imkânı varsa kadınlığa geçmektedir. Trans kimsenin, tırnak içinde karşı-cinse, bir operasyonla geçmiş olması gerekmez aslında. Operasyon resmen tanınmak için gerekli olabilir sadece yoksa o kimse, aslında kendi cinsiyetini kendisine başkaları tarafından atanandan farklı gören bir kimsedir. Yanlış bir bedende doğmaktan bahsedilir ama bu alanda bu cümlede de bir tuhaflık var. Yanlış bedende doğan kimse yok sanıyorum; daha ziyade hissettiğinden farklı cinse özgü niteliklerle doğmuştur, denebilir. Trans-kadın göğüslerinin büyük olmasını ister, bir vajinası olsun ister, sesi ince olsun, gırtlağında âdemelması olmasın ister, göğsünde tüyler olmasın, bacaklarında da. Trans erkek bir penisi olsun ister, tüyleri olsun, sesi kalın olsun, kaslı olsun, kalçaları küçük olsun vs. Şart da değil aslında, burada da bir “kalıp”tan söz ediyorum. Herkes her şeyi aynı şekilde deneyimlemez. Deneyim yelpazesi çok çeşitli olabilir. Cinsiyet organı ile bir sorunu olmayan ancak yine de kadın olarak bilinmek, tanınmak ve –artık işte nasıl davranılıyorsa- öyle davranmak isteyenler de var. Bunu, karşı cinse atfedilen kıyafetleri giyip cinselliğini o şekilde yaşayanlarla da karıştırmamak lazım. Yani bu tanımların hiçbiri “fantezi” veya “cinsel fantezi” düzlemiyle ilişkili değildir. Bu sözünü ettiğim kategoriler, cinsellik dışındaki davranışlarında, özellikle sosyal davranışlarında da tipik bir heteroseksüelden farklılık gösterebiliyorlar, göstermedikleri de oluyor tabii. Örneğin “Rujlu Lezbiyen” diye espri ile söylenen bir kategori kadın, cinsiyet kimliği dışavurumunda toplumsal cinsiyet anlayışının bir kadından beklediği bütün özellikleri gösterebilir. Yani lezbiyenin “erkek gibi” olması, butch olması gerekmez. Tabii butch lezbiyen de henüz transseksüel bir kimse değildir.  Bu tabii konuyu karmaşıklaştırıyor. Bir gay acaba cinselliği dışında kimdir? Ve heteroseksüel bir erkekten nasıl ayrılır, soruları da var. Veya ayrılabilir mi? Tartışılır. İ İnterseks’tir, kültürel olarak yerleşmiş kadınlık (DİŞİLİK) ve erkeklik (ERKEKLİK) standartlarından ayrılmış bedensel bir çeşitlililiği; genlerde, gonadlarda ve genital görünümlerde farklılıkları anlatır. Bu, doğumla belirgin bir çift-cinsiyetlilik olabileceği gibi belirgin olmasa da çift-cinsiyetli bir “tabiat”ı anlatabilir. Bugün “çift-cinsiyetli” olmak yolunda “çift-cinsiyetliliğe bir geçiş akımı yok, gelecekte bu da olabilir veya başka bir kimlik ortaya çıkabilir, yelpaze çok geniştir. Queer ise, yerine göre cinsiyet kimliği ve/veya cinsel yönelimini kadın/erkek dikotomisini “aşkın” olarak deneyimleyen kimsedir. Bunlar cinsel yönelim (yani belirli bir cinsi belli bir örüntü içinde cinsel-duygusal partner olarak seçmek) açısından kadın ve erkek kategorilerinin ötesindeki “kimlik”lerle ilişki deneyimleyen panseksüellerden, cinslerüstü’lerden ayrılırlar. Queer Türkçede yerleşmiş olarak Kuir olarak adlandırılagelmektedir. Queer cinsaşırı[1], aşkıncinsel, hatta elgincinsel olarak çevrilebilir belki. Queer, sadece kadın ve erkek dikotomisine değil, tüm dikotomilere karşıdır ve bu kategorilerin “yapma” olduğunu iddia eder. Sonuçta kadın da erkek de tarihsel-toplumsal olarak inşa edilmiş kavramlardır ve kadın ve erkek bir kurgu olduğu için eşcinsel ve heteroseksüel de bir kurgudur, derler. Tanımlanamazlığı, ele avuca sığmazlığı, geçirgenliği, akışkanlığı ve sisteme karşı bir kültürün, sistemin dilinin ötesinde bir oluş tarzının öncelenmesi gerektiğini savunur Kuir Halk. Bu aslında yeri yurdu belli olmayan bir “halk”tır. Sistemin dilinin, sistemin kurumlarının, sistemin tanımlarının, sistemin değerlerinin alt-üst edildiği, yapılarının söküldüğü ve kendilerini ortaya koyma tarzlarındaki paradoksların ortaya konulduğu bir yaklaşımdır kuir kültür. Aseksüel: Cinselsizler ise, cinsel deneyimi, hayat tarz ve deneyimlerine içermeme yönelimine sahip olanlardır. Tabii hayat boyu aseksüel kalan insanlar olabilir veya cinsel yönelimini keşfedene kadar yine tırnak içinde karşı-cinse uzak duranlar olabilir. Çok başka kategoriler de bulunmaktadır ve bunlar da gözlemlenen farklı diğer kategoriler olarak şimdilik + (artı) simgesi ile ifade edilmektedir.



Eğer eşcinsel hayat tarzı “doğal” değilse ve belirli bir tarihsel dinamik içinden çıkan bir fenomen ise, aynı durumun heteroseksüel hayat tarzı için de geçerli olabileceğini kabul etmek gerekir. Eğer “eşcinsel” doğal değilse heteroseksüel “doğal” kabul edildiği için öyle değildir veya eğer eşcinsel “kabul görmeye başlamışsa” bu kabulü heteroseksüellik kategorisinin yanında yer almayı savunarak yapacaktır.  Belki de mesele eşcinselliğin ve heteroseksüelliğin “ne olduğunu” tanımlamak değil sabitlemeye yönelik çeşitli çabalara rağmen her iki kategori hakkındaki modern bilgilerin çözümlenemez tutarsızlıklar ve tarihsel kesitlerle biçimlendirildiğini anlamaktır. Bununla birlikte “sabitleme” çevresinde gelişen “özcü anlayışın” bir dizi stratejik hedef doğrultusunda bir araç olarak kullanılabileceği de ortadadır. Politik olan eşcinsellik “hareketi” ile politik olmayan “eşcinsel kimdir? Nedir?” sorusu arasında doğrudan doğruya birbirlerini besleyen bir bağ otomatik olarak bulunmamaktadır. Biraz basitleştirici de olsa, ırk ayrımı üzerinden yapılan tartışmalarda da göreceğimiz gibi, ırkların birbirilerine göre konumlanması bağlamında veya yöneten/yönetilen ilişkilerinin genel bağlamında da benzer bir durumu gözlemlemek mümkün sayılabilir. Nasıl ki “siyah” veya “beyaz” birbirlerine göre “başat” kategoriler veya biri diğerinden türetilebilir kategoriler değilse, belki de “eşcinsellik” de “heteroseksüel olmayan” veya “heteroseksüel olan”-doğaldan sapan manasına alınmamalıdır. Siyah ve beyazın birbirlerine göre konumlanması eş-farklılık sayılabilir belki ama siyahın beyazdan saptığını söylemek mümkün değildir. Yine, “emekçi” kavramını modern anlamı içinde ortaya çıkaranın kentleşme, kapitalizm ve sanayi devrimi olduğunu biliyoruz. Şu halde bugün modern anlamda anlaşıldığı ölçüde emekçi adı verilen arketipin bir “tarih”i vardır. Bu tarihin başlangıcı da ezel olmasa gerek. Bu nedenle “emek mücadeleleri” ekseninde açımlanan edimler konusunda “tarihte emekçi var mıydı” sorusu sorulmamasına karşın “tarihte eşcinsel var mıydı” sorusu tuhaf da gelebilir. Tarihte emekçilik edimleri vardı, bugün ise bütün mücadelesi, başarısı ve başarısızlığı içinde bir emek mücadelesi, emeğin bir “hayat-tarzı” ve ideolojisi vardır. Yarın “emekçi” olacak mı? Bu gibi sorular konumuz bağlamında da önemlidir çünkü belki “emekçi” kavramı kadar “labil” olmamasına karşın sanki dünden bugüne gökten zembille indiği iddia edilen ve hatta politik gündemlerde bu “birdenbirelik” özelliği sıkça vurgulanan eşcinsellik hem “emekçi” kavramından eskidir hem de sosyo-biyolojik nitelikleri nedeniyle “emekçi” den daha uzun süre yaşayacağa benzemektedir. Öyleyse, üretim ilişkilerinin, efendi/köle, beyaz/siyah, kapitalist/emekçi, yöneten/yönetilen; etken/edilgen, hukuk/hukuk dışı, ahlaki/gayri ahlaki gibi ayrımların özellikle cinsel edimler alanındaki bir izdüşümü olarak da kabul edilebilecek çizgide eşcinsellik de bugün vardır ve politik’tir, demek lazım gelmektedir. Daha doğrusu emeksel edimler ne kadar ezeli ise hazsal edimler de o kadar ezelidir. Bunların hayat tarzı ve birer sosyo-kültürel fenomen olmaları, bir politik mücadele zemini olmaları ise moderndir. Bu nedenle genelde politik, bizim çalışmamız açısından ise hukuk-politik bir hareket olarak ele alınan eşcinsellik fenomeni, az önce ortaya koyduğum ayrımlarla bir bağı varsa, herhalde bu bağ, hareketin eşcinsel bir hareket olarak değil eşcinsel-sever bir hareket olarak kavranmasıyla kurulabilir.

Bu son cümlemi biraz açmak istiyorum. Hareketin eşcinsel bir hareket olmasıyla eşcinsel-sever bir hareket olması arasında ne fark vardır? Eğer heteroseksüel-olan’ı doğal ve eşcinsel’i de doğal’dan bir sapma olarak kabul eder isek tartışma bu sapmanın kabul edilip edilmezliğinde yani sapmaya karşı gösterilecek tutumun hoşgörülü olup olmaması çizgisi üzerinde yürüyebilir. Burada karmaşık bir cümleyi açıklamak için birden bire gerekenden fazla bir basitliğe düşmemek için ihtirazı bir kayıt koyayım. Çizgimde üç kavram ana hattı oluşturuyor: Heteroseksüel-Sapma-Hoşgörü çizgisi. Heteroseksüelden sapan eşcinsel ise, bu sapmanın politik olarak kabul edilmesi için biyolojik/sosyo-kültürel ve yine politik bir dizi gerekçe yaratılacak ve yaratılan bu gerekçeler sapmaya karşı anlayışı geliştirecektir. Geliştirilen bu anlayış tahammülle başlayabilir, hoşgörüye uzanabilir ve hatta koşulları kurulmuşsa onaylamaya da varabilir ancak diğer bütün koşullar sabitken bu hat üzerinde bir “teşvik” politikası yürütülemeyeceği açıktır.Sapma eşyanın tabiatı gereği bir “azınlığı” varsayar. Asıl olandan sapan genellikle sayıca az olandır. Çünkü o “istisna”dır. Bir istisnanın teşvik edilmesi veya bir “azınlığın” çoğalmaya teşvik edilmesi de bu manada hayli sorunlu bir yaklaşım olarak ortaya çıkmaktadır. Hattımızı açıklamak aslında eşcinsel hareket olarak adlandırılan gerçekliğin ne olduğunu da göstermektedir. Eşcinsel hareket kural olarak bu hat üzerinde yürümek zorundadır. Çünkü heteroseksüel kategorisinden sapmayı “açıklamaya” çalışmaktadır. Bu açıklama başlangıçta “konu kanun koyucuya değil bilim insanlarına bırakılmalıdır, eşcinsellik bir hastalıktır, hoşgörü gösterilmesi gereken ve kimseye zararı olmayan bir hastalık (veya br engellilik?)” biçiminde yapılmışken hastalık/engellilik üzerinden doğuştanlık argümanına varılmıştır. Bununla birlikte bu argümanlar her durumda eşcinsel-potansiyel’den değil engelli-benzeri bir “gerçeklik”ten yola çıkar ve bu gerçeklik de tıpkı engellilerin büyük-sayılar-kanunu herhangi bir nüfus kesitinde neredeyse her zaman çoğunluğa göre az sayıda olmaları nedeniyle azınlık sayılmaları gibi, eşcinsellere de bir azınlık (sayısal bir azınlık) “statüsü” tanımaya ve ancak ve ancak bu “azınlık statüsü” çerçevesinde onların varlık nedenini tanımaya götürür. Hasta/Doğuştan/Engelli= Eşcinsel elinde olmayan nedenlerden ötürü eşcinsel o her durumda büyük sayıların ve çoğunluğun bir unsuru değil bir azınlık mensubudur, bu nedenle ona azınlık mensuplarına tanınan haklar bahşedilebilir ve bu haklar büyük ölçüde “yönetme” paradigmasından değil ancak yöneten/çoğunluğun (en azından demokratik toplumlarda) tahammül etme, katlanma, paradigmasından hareket edilerek tanınacaktır. Eşcinsel-sever hareket ise tam da bu noktada doğal-olan’dan sapan doğuştan eşcinsellik anlayışını heteroseksüeli çoğunluk olduğu için doğal sayan anlayışla çatışır. Bu çatışmayı çözebilmesi için büyük sayıların, çoğunluğun nasıl olup da büyük sayılar ve çoğunluk olduğu sorusunun cevabının ezberini bozması gerektiğinin farkındadır. Bu ezberi bozacak eş-zemin kadınlık ve erkeklik kategorilerinin birbirlerine göre konumlanması ile siyahlık ve beyazlık kategorilerinin birbirlerine göre konumlanmasıdır. Her iki ikili-karşıtlık, hele hele birincisi hiçbir halde büyük sayılarca ve azınlık-çoğunluk gözlüğünden değerlendirilebilecek kategoriler değildir, hele hele kadınlık ve erkeklik hallerinin ezel’e yakınlığı da hayli belirgindir. Böylece eşcinsel sever politika doğuştanlık argümanına bir yandan hak verebilir ama bu doğuştanlığı büyük sayı/küçük sayı ilişkisi üzerinden kurmamak zorundadır. O ortadaki büyük sayının, yani çoğunluğun bir “yapma”, bir “kurgu” olduğunu iddia eder. Herkesin içinde bir eşcinsel vardır, yalnız toplum tarafından açığa çıkarılmamıştır, bastırılmıştır. Ve aslında heteroseksüel olan doğal olan değildir. O da tıpkı eşcinsellik gibi doğuştan olan olabilir ama “doğal” olan değildir. Veya tersinden heteroseksüel doğal olan sayılabilir ama doğuştan olan değildir. Buradan hareketle eşcinsel-sever hareketin salt sapma, sapmayı açıklama ve tahammülü hedefleme politikası ile yetinmeyeceği söylenebilir. Eşcinsel-sever hareket bu nedenle aynı zamanda “teşvik” de eder. Bu teşvik heteroseksüelliğin de eşcinselliğin de “doğal” olmadığını, her ikisinin de belirli bir tarihsellikten çıkan “fenomenler” olduğunu söyleyecektir. Tabii günümüzde, hele hele Türkiye’de bir politik tercih olarak “teşvik” ütopik bir erek de sayılabilir. Hepiniz eşcinselsiniz, hepimiz eşcinseliz, gibi bir sloganın karşılaşacağı tepkileri tahmin etmek zor değildir. Bununla beraber zaman zaman toplumlarımızın genelinde “hakikaten ne kadar” eşcinsel bulunduğu ve bu “eşcinselliğin” salt eşcinsel edimlerden mi yoksa eşcinsel-bilinci, yani diğerlerinden farklı bir “cinsel duyarlılık hali”nden mi oluştuğu araştırılmalı ve ortaya konmalıdır. Örneğin Türkiye’de bu satırları okuyan her erkeğin ve kadının kendisine bir soru sormasıyla işe başlayabiliriz. Hayatınızda “kendi cinsiniz”den birini arzu ettiniz mi? Ettiniz ise bunu eyleme geçirdiniz mi? Geçirmişseniz bir kere daha eyleme geçirmek istediniz mi? İçinizde bu konuda bir özlem var mı? Dostoyevski şöyle der: Bazen bir kimsenin bazen hiç kimseye anlatamayacağı sırları vardır. Ve ekler: Bazen de kendi kendinize bile anlatamayacağınız sırlarınız vardır. Bazen rüyasını görür insanlar veya döner-dolaşır bununla ilgili literatür veya konulara ilgi duyar. Bütün bunlar “işaret”lerdir ve toplumlarımızda bu “işaret”lere karşı bile korku o kadar yaygındır ki baskı aygıtları bunları kendi kendinizle bir diyalog içinde çözümlenemenizin önüne dahi engeller koyar. Bu engellerin kaldırılması da, belki teşvik değil ama bir bireyin kendi potansiyelini gerçekleştirmesi açısından elzemdir, kanısındayım.

Öte yandan bütün bu bağlama zorunlu olarak dâhil edilmesi gereken ve kanımızca kadın veya erkek eşcinselliğinin tarihsel, kültürel ve hatta sosyo-ekonomik olarak kavranmasına önemli ölçüde katkıda sağlayacak şey “transeksüel beden” çalışmalarıdır. Bu zamana kadar bir kadın, bir erkekten bahsedebilmişsek (ki bu tarihsel olarak da sanıyorum en eski kategoridir), bir kadın eşcinsel ve bir erkek eşcinselden söz etmişsek, kadınlık/erkeklik ile kadın eşcinsellik ve erkek eşcinsellik kategorilerini paragonal biçimde kesen kadın transseksüellik (transseksüel erkeklik) ile erkek transseksüellik (transseksüel kadınlık) kategorilerinin tarihsel gelişimini de göz önünde bulundurmak gereklidir. Kadın ile erkek yer değiştirebilir. Transeksüel beden bu yer-değiştirmeyi gerçekleştirmektedir.

DEVAM EDECEK…

 
Editör: Haber Merkezi