Günümüzde negatif bakış açısı yani ‘olmaz’ mantığı vardır. Yaşamın anlamını geniş bir anlamada ele almayı kapitalist sistem insanlığın maneviyatında eritmedi, çaldı adeta. Bir insanın yürüyüşünde, selamında, sohbetinde aslında anlam vardır. Tüm bu anlamı hazmedemeyen erk zihniyet insanlığın kazanımlarını çaldı.”


JINNEWS-Zîlan Tolhildan


Kadın ve doğa arasında oluşan simbiyotik ilişkiyi incelediğimizde hakikatin kapısını görmekteyiz. Doğru tahlil ve araştırma istenilen bu ilişki bizi doğal toplumun ahlaki ve politik yaşamına yönlendirir. Doğal toplum yani “Kadın eksenli yaşam” veya yaşamın abc’si olarak da adlandırdığımız o dönemler bizlere kadının ve doğanın xwebun (kendin olma) halini göstermekte. Egemen aklın henüz hükümdarlık yeleğini giymediği neolitik dönemde kadın ve evren arasında duygu dilini oluşturan bir ilişki hakimdi… Karşılıklı bir ilişkinin baş gösterdiği bu süreçlerde adeta ortak bir canlı yaşamı resmediliyor… Gerçek bir cennet kavramı var ise bu da neolitik dönemde yaşanılan hakikat olduğunu söyleyebiliriz. Tabi bu cenneti cehenneme çeviren insanlığın ve doğanın genetiği ile oynayan erk zihniyet, adım adım tüm yaşama sahiplik etmeye başladı.


Bu gün hakikatin kapısına gittiğimizde yönümüzü kaybedilen gerçeğin tarihine veriyoruz. Abdullah Öcalan “Kaybettiğiniz yerde hakikatinizi arayın” diyor. Bu sözün zinnet değerini bilerekten bizde kaybettiğimiz gerçekliğimizi anacıl dönemde aramaktayız. Milyonlarca yıl geçebilir fakat yıllar tarihin bir bütün oluğu gerçekliğini unutturamadı bizlere…  Hegoman güçlerce yazılan ve erk kokan bu talancı tarih anlayışını Abdullah Öcalan sayesinde evrenden doğaya, doğadan kadına, kadından yaşamın gerçekliğine doğru yol alıyoruz.


‘Yanlış tarih yorumu yanlış bakış açısını getirir’


Yanlış tarih yorumu yanlış bakış açısını beraberinde getirir. Bu bakış açısı ile yıllardır hegemon güçler insanı ve doğayı sömürmekte. Bir tabakanın çıkarları doğrultusunda yazılan tarih toplumların hafızasına da en ince şekilde bu yalan sığdırılmakta. Bu kirliliğin iflası içinde tarihe bakış açısının net olması önemli. Bu doğrultuda evrensel bakış açısı ve tekil bakış açısı önemlidir. Tarihe bütün bakamazsak ve bütünün parçasını iyi kazımazsak eril tarih anlayışı ile aynı bakış açısına sahip oluruz. Tarihe bakışımız genel ve en anlamlı olmalı. Evrensel bakış açısında evrenin oluşumu nasıl oluyor, canlılar nasıl oluşuyor, insan ve toplum nasıl var oldu bakmak gerek. Topluluğun evrenle başladığı gerçeğini de görmezden gelmemiz gerek.


Hegemonlar tarihin Sümerlerden başladığını söylerler. Sakat bir tarih bakışı olan bu anlayış günümüze kadar gelmekte. Bu günde bu güçler toplumun inkarını yapmakta. İnkarcı bu tutum evreni de kendi içinde parçalamakta adeta tüm evreni kendi amaçları ve çıkarları doğrultusunda adlandırmakta. Canlıları iyi görmek ve canlılığı hissetmek gerekiyor.  Bu nedenle tarihte zaman ve mekan önemlidir. İlk yaşamın yeşerdiği coğrafyayı ele aldığımızda Rif kıyılarında verimli toprakların gerçeğini görürüz.


Abdullah Öcalan da tarihi ele aldığında  “Tarih günümüzde bizde tarihin derinliğinde gizliyiz” diyor. Dolayısıyla doğru bir tarih yazmak istiyorsak tarihi kendimizden ayrı ele alamayız ancak bu açı ile doğru hakikate varırız. Kaybedilen tarih anlayışına yukarıda belirtiğimiz hakikat çerçevesinde açtık. Evrende doğanın oluşumuna bakacak olursak; Evrende 2 doğa vardır: 1’inci Doğa ve 2’nci Doğa.


Birinci Doğa; insanın gelişim aşamasına kadarki doğadır. İkinci Doğa; insanın gelişip yaşam sürdürdüğü doğadır. İnsanlık yaşamı yüzde 98 doğal toplum biçiminde yaşamıştır. Yüzde 2’si ise uygarlıksal gelişme ile yaşam sürmüştür. Birinci Doğa’da ahlaki politik bir topluluk, doğa oluşturuyor. Demokratik bir doğadır. İnsanlığın hayvanlıktan kopuşu ve topluluğun oluşumunun olduğu zamandır. Kapitalist sistem günümüzde bireyciliği dayatıyor ve yaratıyor. Doğal toplum zamanında kendi yaşamına hâkim ve kendisini yaratan bir topluluktur. Günümüzde bireycilik, doğal toplumda birbirini tamamlama var.  Günümüzde kapitalist sistemde her geçen gün emeksiz yaşamayı ve işsizliği yaratıyor. Kapitalist sistem insanlığı ve insanlık maneviyatını hiç durumuna getirmiştir. Her geçen gün yaşanan katliamlar bir ayna gibidir. Kültür ahlak ve toplum ilkeleri içinde büyük sapmalar yaşanmakta.


Abdullah Öcalan 3 temel ilke üzerinde bizleri aydınlatmak ve yeni paradigma ile bizleri yenilemek istedi. Bu üç husus üzerinde gelişen paradigma; Demokratik Toplum, Ekolojik Toplum ve Kadın özgürlüğüdür. Toplumun yeni oluşumu çerçevesinde gelişen bu paradigma tüm halkları kapsamakta.


Peki neden bizler yeni yaşamın temellerini atarken tarihe yönümüzü çeviriyoruz? Kadın eksenli yaşamda ahlaki politik toplumun en şeffaf yanının yaşandığını görüyoruz. Doğal toplumda kadın ve doğa arasındaki yaşamı kılan ve kabilede bulunan topluluklarda yansımasını göstermekte. İktidar hırsının olmadığı bu dönemlerde her iki cins arasında da ortak bir yaşam süre gelmekteydi. Doğa da yararlanma ihtiyaç doğrultusunda oluşuyordu. Cennet kavramının yaşamını bizlere sunan bu tarihi bizlerde özgürlük alanlarında yaşatmaktayız. Olmazın teorisini çürüttüğümüz bu yaşamda olması gereken toplumun prototipini oluşturuyoruz. Abdullah Öcalan evrende oluşan her canlıyı ve yaşamı tarihin bütünlüklü çerçevesi ile ele arak, “Her şeyin, her canlının, doğanın, oluşanın ve hatta bir atomun bile bir anlamı vardır” demekte.


Günümüzde negatif bakış açısı yani ‘olmaz’ mantığı vardır. Yaşamın anlamını geniş bir anlamada ele almayı kapitalist sistem insanlığın maneviyatında eritmedi, çaldı adeta. Bir insanın yürüyüşünde, bir selamında, sohbetinde aslında anlam vardır. Tüm bu anlamı hazmedemeyen erk zihniyet insanlığın kazanımlarını çaldı. Bilgelikte olarak da adlandırdığımız bu kazanımlar sadece belirli zümrenin hizmetine girdi. Ortadoğu’dan çalınan bilgelikler Avrupa vb. filoz insanlarının bulduğunu iddia ediyoruz peki bulunan bilim ve bilgeliklerin Ortadoğu’ya ait olduğunu neden idea edemiyoruz. M.Ö 11 binde hiyerarşinin gelişmesi ile beraber feodalizm, din ve kapitalizm bu zaman diliminde kendisini hâkim kılıyor.  Doğal toplumun tarihi feodal toplumun tarihinden daha eskidir. Klan toplumun ilk temel hafızasıdır. Klanlar 20-30 kişilik gruplar halinde yaşarken günlük ihtiyaçlarını da avcılık yaparak sağlıyorlardı. Klan yaşamında aidiyet duygusu yok. Dünyaya gelen her çocuk klanın çocuğudur ve anne dünyaya gelen çocuklara süt paylaşımı yaparak tek bir çocukla sınırlı kalmıyor. Yaşam doğadan öğreniliyor. Doğa en büyük öğretmen, kadın da en iyi öğrenci konumunda. Böylelikle binlerce yıllık tarih boyunca kadının ve doğanın karşılıklı alışverişi günümüze kadar uzanır.

Editör: Haber Merkezi