ANNELER GÜNÜ Film izledim, anneler günü için yazımın içeriği, ruhu, yönü; her şeyi değişti! 1 artı 1 iki eder; peki 1 artı 1 bir eder mi? Filmin sonundaki soru bu. Bilmece gibi.

 

ANNELER GÜNÜ

Film izledim, anneler günü için yazımın içeriği, ruhu, yönü; her şeyi değişti!

1 artı 1 iki eder; peki 1 artı 1 bir eder mi? Filmin sonundaki soru bu. Bilmece gibi. Hayatta öyle, bazen çözmeyeceğimiz bilmeceler sunar bize. Kadınların hayatı demek istiyorum daha çok. Erkek cins asırlardır açık açık talan siyasetinin öznesi olduğu için onda bulmaca yok gibidir. Kadın ise talanın nesnesi olageldiğinden beri hayatını kesen, delip geçen ya da içine acılar çökerten bilmecelerin hedef tahtasında olmuştur.

Evet, bugün anneler günü; allanıp pullanıp en acı gerçeklerin bilmece kıvamında gizlendiği olgu, hakikaten de kadın ve anneliği üzerinde toplanmıştır. Tumturaklı nutukların atılıp çiçek ya da başka daha çokta mutfağa dair hediye paketleriyle ödüllendirilecek annelerin hayatlarında hangi dile gelmemiş dramlar vardır, diye düşünür müyüz yoksa günün şatafat benzeri coşku selinde biz de boğulur muyuz onu şimdiden bilmiyorum elbet. Fakat izlediğim film, bugüne dair yazacaklarımı tümden değiştirdi. Şimdi bu gizli kalmış dramlardan geçmiş kadınları, anne kadınları anmak, tarihin ve insanlığın belleğine işlensin diye yazmak istiyorum.

Film, aniden hastalanıp ölen bir annenin gidişinin ardından yaşanıyor. Böyle başlıyor film, desem daha doğru olur. Çünkü zaman düz bir çizgide ilerlemiyor, 30-40 yılın içinde gidip geliyor. Ölen annenin hastalığı keşfedilemiyor fakat arkada bıraktığı mektupların yerine ulaşıp mirasının paylaşılması gerekiyor. Mektupların ilki, o andaki noter kocaya, hakkaniyetli davranacağına güvenerek bırakılmış. Biri, ikiz çocuklarına, biri tanımadıkları ama hala yaşamakta olan babalarına, sonuncusu da yine varlığını yeni öğrendikleri abilerine yazılı. Oğlan çocuk pek bir anlam veremediği böyle bir arayışa girmek istemez ve annesini de, talebine rağmen normal bir törenle toprağa vermek ister. Kız çocuk, şimdiki noter babanın yardımıyla Kanada’dan Lübnan’a gider. Annesinin köyü, babası ve abisini bulmak üzere iz sürmeye başlar. Ama önce annesinin köyünde, terslenir.

Bir oda dolusu kadın, heyecanla karşıladıkları kızın zamanında “ailenin namusu” adına lanetledikleri Naval’ın kızı olduğunu öğrenince iyice kızar, kovarlar adeta. Çünkü Naval, Müslüman bir Filistinli gençle kaçarken yakalanmış, erkek kardeşleri genci öldürmüş, büyükanne Naval’ın canını kurtarmıştır ama Naval hamiledir. Yine de o bir kadın, torununu kurtarmak için, eğer doğumdan sonra şehirde, dayısının yanında okumayı kabul ederse, yardım edeceğini söyler. Naval mecburen kabul eder. Sonunda doğum olur. Oğlan bebeğin sağ ayak topuğunda aralıklı iki kara ben vardır. Erkek egemen düzenin çarkları anne ile bebeği sevgili ve babadan kopardığı gibi bebekle anneyi de ayırır, Naval, şehre üniversiteye, bebek yetimhaneye gönderilir. Naval, ilerde mutlaka oğlunu bulacağına yemin eder.

Zaman Ortadoğu’da Filistin halkının İsrail ve emperyalist saldırılarıyla topraklarından uzaklaştırıldığı, Lübnan’ın bu nedenle de savaş meydanı olduğu zaman. Bütün bölgenin savaşa kesmekte olduğunu kestiren Naval, okulu ve dağlara sığınmak için hazırlanan dayı ailesini bırakıp yetimhanelerde bebeğini aramaya çıkar. Yollardaki askeri barikatları, katliamları aşma çabalarına karşın bebeğini bulamaz. Sadece bebeğin yetimhaneye verildiği tarihi öğrenir ve adını öğrenebilir; 1970 Nihat! Umudunu kesince şehre döner ve direnişçi bir gruba giderek onlara yardım etmeye karara verir. Fransızca bildiği için Sağcı Falanjistlerin liderinin evinde, onun oğluna ders vermeye başlar. Hazırlıklı olarak derse geldiği bir gün adamı öldürür ve işkenceli sorgudan ibaret cezaevine atılır.

Kfar Riyat Cezaevinin adı. Baş eğdiremezler Naval’a. 15 yıllık cezasını çekerken adı, Şarkı Söyleyen Kadın’a çıkar, mülteci kamplarında adı onurla dalgalanır. Sonunda Ebu Tarık adlı bir işkenceci cellat getirirler. Ebu Tarık defalarca tecavüz ettiği Naval’ı sonunda hamile bırakır. İşkenceciler de aynı ailesi gibi doğurana kadar tahammül ederler. Naval, cezaevi hücresinde bir hemşirenin elinde, elleri kelepçeli şekilde doğum yapar.

Naval’ın kızı, buraya kadarı iz süre süre öğrenir. Abileri tecavüz çocuğudur! Ama nerede olduğunu bulacak cesaretini kaybeder, yıkılmış şekilde erkek kardeşini yanına çağırır.

Noter baba da kardeşiyle birlikte gelir. Babanın daha önce seferber ettiği genç bir meslektaşıyla birlikte, yaptığı araştırmaların izlerine göre doğumu yaptığı söylenen, artık yaşlı ve ağır hasta hemşireye gidilir. Annelerine doğumu yaptırdığını kabul kadın bir değil, iki bebek olduğunu söyler. Bebekleri, görevliler nehre atmaya götürecekleri sırada hemşire yalvar yakar onların elinden alıp bakmıştır.  Peki, sonra? Hemşire, Şarkı Söyleyen Kadın’a elleriyle teslim etmiştir! Şok sırası onlara gelir. O bebekler kendileri demek ki… Babaları tecavüzcü demek ki? Peki, abileri kim ve nerede?

Bu arada Naval, doğumdan sonra, yeterince ezdiklerine inanmış olacaklar ki 13 yılı doldurmuş olarak cezaevinden salınmış. Yardım ettiği örgüt, onu bulup, “iyi bir yaşam sürmesi için” iki bebeğiyle birlikte yurtdışına göndermek ister. Naval, bebekleri istemez ama “çocukların sana yardım edecektir, emin ol” diye razı edilmiştir.

İkizler işkenceci ve tecavüzcü babayı öğrendiler ama sırada abileri var. Abi ile ilgili araştırmalar onları bu kez bir Müslüman mülteci kampına götürür. Burada Şarkı Söyleyen Kadın’ın oğlu olduğunu, abisini aramaya geldiğini söyleyip birine ulaşmaları gerekmektedir. Bu yetimhaneyi yakan ama çocuklara zarar vermeyen adamdır. Mülteciler Simon’a bir şey demezler ama o kişinin onları bulacağından genç noter emindir. Nitekim gece otel odasındayken iki adam Simon’u, bir saatlik görüşmeye davet eder. Aynen polis metotlarıyla; kız kardeşine haber vermesine izin vermezler. Simon gömleğimi alayım bahanesiyle içeri girip notere telefon eder. Onlarla gitmesini ve güvenmesini söyler noter.

Simon, gözleri bağlı götürüldüğü yerde, aradıkları ağabeylerinin annelerine tecavüz ederek doğmalarına sebep olan işkenceci olduğu gerçeğiyle yüz yüze kalır! Oradan çıkınca dağılmıştır… Yanına gelen kız kardeşi Jeanne’e; 1 artı 1, 2’mi yoksa 1 mi eder, gibi sorarken gerçek çivi gibi saplanır beynine; evet 1 artı 1, 1 etmiştir! Bu gerçeği aslında örgüt de, onlardan ağabeyin 1970 Nihat kayıt bilgisi kesinleşince bilince çıkarmıştır! Gözleri açılınca yaşlı bir adam tüm geçmişi anlatmaya başlar: Hıristiyanlara ait yetimhaneyi yaktık ama çocukları koruduk. O yıl gelen tek erkek bebek Nihat adıyla kayıtlıydı. Onu yetiştirdik, savaşçı oldu. Falanjistlere karşı iyi savaşıyordu. Nihat iyi bir nişancıyken adeta ölün makinesine dönüştü, sonra bir çatışmada düşmana esir düştü”. Hikayenin sonu daha da trajiktir. Düşman onu öldürmeyip tecavüzcü işkenceci yapmış, adını da Ebu Tarık koymuştur… Yani baba aynı zamanda aradıkları abi.

Aslında Naval bu gerçeği daha önce, belki de onu ölüme götüren son vurgun olarak, öğrenmiştir. Filmin birkaç karelik bölümü onun trajedisine tanıklık etmemizi sağlıyor.

Naval, bir gün kızıyla gittiği havuzda yüzerken kıyıda, birkaç kişinin arasında, tabanında iki kara beni olan upuzun boylu birini görüp çıkıyor. Bir süre oğlu olduğundan emin olduğu adamın arkasında duruyor.  Yanındakiler, tedirgin bir şekilde, “bir şey mi vardı” diye Naval’a soru yöneltiyorlar. Adam da Naval’a dönüyor. O yüz ona tecavüz eden işkencecisidir. “Pardon” diyerek oradan ayrılıyor.

Anlaşılıyor ki ölmeden önce, sahibine ulaştırılacak mektuplar, çocuklarının kendi gerçekleriyle yüzleşip “barışmaları” için hazırlamış. Çocuklar, hem abileri hem babaları olan celladı yeniden döndükleri Kanada’da bulduklarında, zarfları verip hemen yanından ayrılıyorlar. Eski abi, tecavüzcü babanın onlara ulaşması imkansızdır! Naval öyle yazmış; onlar seni bilecek ama sen onları bilemeyeceksin. Bir kadın yüreği oğula sevgi yüklü, tecavüzcüsüne ise nefret yüklü iki mektubu yazıyor. Tecavüzcü şoktayken film bitiyor.

İşte bu katmerli zulüm hikayesi böyle. Böyle zorla anne edilen, sevdiğinden olan bebeği elinden alınan anne kadın kategorisi de var. Şimdi düşünelim; halkları birbirine düşman eden ve kırdıran politikaları… Bir kere düşmanlaşınca birbirinin kanını içercesine vahşileşen insan güruhlarını… Az mı gördük? Balkanlarda, Kafkaslarda, Afrika ve Ortadoğu’da son on yıllarda ne çok gördük bunları.

Ve her seferinde vahşetin en katmerleşeniyle karşılaşan kadınların sayıları yüzbinleri katlar. Ermeni’yi Kürde kırdıran, Kürdü Türk’e kırdıran memleketin tarihinde; Kürtleştirilen Ermeni kız çocuklarını, kadınları ya da Türkleştirilen Dersimli kız çocuklarını? Yıllar sonrasında Ermeni anneanneler, babaanneler ve de Dersim’in kayıp kızlarını keşfetmedik mi? Maraş’ta karnı süngülenen hamile kadını unutabilir miyiz? Tecavüz çocuklarına sahip olmak zorunda kalan Bosnalı Müslüman kadınları, İsrail hapishanelerinde tecavüze uğrayan, bebekleri öldürülen Filistinli kadınları düşünelim. Irak’ta Evin hapishanesinde; “bize her gün tecavüz ediyorlar, gelin bizi öldürün kardeşler” diye feryat eden Fatima’nın sesini az mı duyduk! Şengal’de esir edilip köle pazarlarında satılan anneleri, genç kadınları düşünelim. Üstelik önce İŞİD şeflerinin cariyeleri yapıldı her biri. Suriyeli göçmen kadınların annelerin yaşadığı dramları, ikişer üçer kuma verilişlerini düşünelim bir.

Cizre’de yedi gün boyunca sokak ortasında Taybet kadın can çekişti! O da anneydi, hem de yedi çocuk annesiydi. Nişancı cellatlar, çocukların annelerinin cesedini almasına bile izin vermemişti. O cellatlar talan ettikleri evlerin duvarlarına Kürt kadınlara, buraya alamayacağım kadar pervasız küfürler yazıp, iç çamaşırlarını bayrak etmediler mi? Onların çoğu da yarının anneleri olacaktı muhakkak. Ya Gezi’de yiten çocukların bir de yuhalatılan anneleri… Kayıp evlatlarının ararken yılları deviren, kendileri toprak olan anneler ya? Evlatlarının kemiklerini bile onlara çok gören devletle, “siz terörist annelersiniz” diyen devlet yetkilisi aynı telden çalmıyor mu? “Makbul olan” ve “makbul olmayan kadın” gibi anneleri de kategorize eden devlet erkanı, anne ve kadın düşmanlığı yapmıyorlar mı?

Her yerde ve her şeyde olduğu gibi annelik söz konusu olduğunda da ikiyüzlü davranan bu zalim düzenler, cenneti annelerin ayağına serildiğini iddia ederken onlara cehennemi yeryüzünde yaşattıklarını bilmiyor muyuz?

Tecavüzcüsünden kurtulan ve bebeğini istemeyen Nevin Yıldırım’a yine de müebbet cezası veren erkek adaleti düşünelim bir! Çocukları gerdek işkencesine atan, zorla anne yapan erkek egemen düzeni düşünelim! Tecavüzcüsüyle çocuğu evlendirip tecavüzcü erkeği kurtaran erkek yargıyı düşünelim. Bugünlerde tecavüzcülere ceza indirimi yapan ve daha köklü bir yasa çıkarıp kadınları erkek tecavüzcülerin eline bırakacak iktidar hamlesini düşünelim. “Ölmek istemiyorum” haykırışlarıyla kızının gözleri önünde öldürülen anneyi düşünün…  Kargo ile çocuğunun kemiklerini alan anneyi, çocuklarının mezarlarına saldırılan anneleri

Korona günlerinde her şeyi fırsata çevirip kadınları evdeki hem sömürüye, hem şiddete mahkum bırakanlar mı anneliği kutsayacak? Anneye saygı, sevgi, çiçek miçek neresinde bunun?

Anneler günü mü?

Hadi oradan be? Anneliği altın yumurtlayan tavuk niyetine pazarlayan erkek kapitalist düzeniniz ve rejimleriniz, devletleriniz batsın!