Bugün İmralı tecrit sistemiyle neler kurgulandığı da artık herkesçe biliniyor. Ve bu sistemin asla kabul edilmediği de. O zaman tüm dinamiklerin, Türkiye haklarının da altına imza attığı Aşme ruhuna uygun, tecrit uygulamasına son verilmesi özgürce tartışılacak bir ortamda tarafların, halkların da altına imza attığı görüşmelerin ele alınması.
Eğer dünya tarihinde tüm sorunlar eninde sonunda mutlaka masada çözüldüğüne dair milyarlarca cihanı-âlem tanıklık etmişse kim ne söylemeyi bekliyor? Halkları birbirine kırdırtarak hegemonlaşmak isteyen bir avuç dışında, kaç kişi olabilirler(?)
Bilindiği gibi, 19. ve 20. yüzyılda oluşan kurumlar -AİHM gibi- rol ve misyonları bu asırda ulus devletle birlikte iflas etmiş, tükenmiş siyasetin ömrünü uzatmaya, topyekün ret ve inkara dayanan hegemonlara göre karar verme düzeyinde olduğu bilinmektedir. Eğer böyle değilse neden karar yıllar sonra ve bu gün açıklanmıştır(?) Mücadele sayesinde artık tek tek bireylerin hak ihlali olmadığını, bireyler şahsında topyekün bir halkın tüm haklarının yok edildiği, sayın Öcalan’a yaklaşımlarda dünyaya teşhir edilmiştir. İnsanlığın vicdan ve ahlak ölçüleri asla son karar, son merci olarak kişiye veya kuruma dayanmadı. Eğer bugün zulüm ödül almıyorsa bu vicdan ve ahlak direnişi sayesindedir.
Söylenenler legal mi, illegal mi diye başa dönmeden, devletin resmi muhatap aldığı PKK lideri sayın A. Öcalan üzerindeki tecridin mutlaka kırılması tarihidir. Tecritle ayrıştırılmanın derinleştirildiği söylenmedik söz değildir. Hele de yarım asra dayanan kırk yıldan sonra diyalogdan dönen, çözülmeyen özgürlük sorunu, sayın Öcalan’ın yetmiş yaşında, yirmi yıla varan tecrit koşulları da dünya tarihinde görülmemiştir. Sorumluluk alarak bu dönemde halkların daha fazla talan olmaması için bir an önce siyasal, sosyal, dostluk, insanlık ilişkilerini seferber ederek tecridi- ölümü değil yaşamı, yıkımı değil inşayı hep birlikte hedeflemek de binlerce kez söylendi.
(kaynak: Yeni Yaşam Gazetenin köşe yazarı Ayşe Gökkan: Konuşulmadık ne kaldı! )
Editör: Haber Merkezi