40 yıldır üzerine konuşuluyor, “resmi olarak” yasaklanana kadar da konuşulacak. Yılında bütün yaptıklarıyla, tarihin terazisinde yargılanamayan, yargılanmayı bekleyen bir rejim inşası.

 

40 yıldır üzerine konuşuluyor, “resmi olarak” yasaklanana kadar da konuşulacak.

  1. Yılında bütün yaptıklarıyla, tarihin terazisinde yargılanamayan, yargılanmayı bekleyen bir rejim inşası.


40 yıldır insana yaşattığı hesabı sorulamamış acılarıyla unutulmayacak bir faşizm zamanı.

***

5’li general çetesinin emir komutası altında bir gece yarısı operasyonuyla başlatılan rejim.

Gökten zembille gelmedi elbet! Bölgesel, dünyasal ve ülkesel krizlerin içinde, ama “krizin olgunlaşması için” adım adım örgütlenen, beklene ertelene gelen operasyonla başladı.

O yüzden ABD Başkanına, “nihayet bizim oğlanlar başardı” diye müjdelenen askeri darbeydi.

Anayasanın iptal, “babayasanın” tank paletleriyle ilan edildiği, özgürlüğün, “ö”sünün bile yasaklandığı, adaletin ve de zaten ne mene bir şey olduğu anlaşılmayan demokrasinin “ikinci bir emre kadar” askıya alındığı “Evrenizm” zamanı.

Sokağın sese, söze, insan adımlarına kapatıldığı, darağaçlarının kurulduğu, işkence tezgahlarının doldurulduğu zaman.

CİA’nın Tredman usuluyla işletilecek “E Tipi” toplama kamplarının kasabaları bile donattığı zaman. Kürde, işkenceyle “Türküm”, ırkçılık ve soykırım, devrimciye “yokum artık”, kimliksizleştirme programlarıyla Saygon Zindanları, Haydari Kampları zamanı.

Yarattığı yoksunluklar, gasp ederek kaybettiği haklar manzumesi. İşçinin, öğretmenin, cümle alem emekçinin sendikasız, muhalifin örgütsüz, insanın dostsuz kaldığı zaman.

Öğrencinin üniversitesiz, kantinsiz ve derneksiz kaldığı, boşluk bağlarına terk edildiği YÖK’ler saltanatı zamanı. Aydının, sanatçının “Mavi Karanlık”larda dolanma serbestliğine itildiği zaman.

Yolunu dikensiz gül bahçesine çevirdiği “neoliberalizm” bataklığı: Özelleştirme denen kamusal zenginliğin bir avuç tekele yedirildiği soygun zamanı. “İşçilerin düşmanı” Özalizm zamanı.

Köylünün üretimden koparılıp, toprağın, tohum ve bilcümle aracın tekellere bağlandığı zaman.

Fabrikaların küçülüp kapandığı, işçinin sokağa atıldığı, üretimin bir avuç “ihracatçı” modele teslim edildiği, hayali ihracatçının üretildiği zaman. Üç T’nin saltanat zamanı velhasıl.

“Faize Hücum” atılımı, geçinme kapanına kıstırılmış kent yoksulunun elinde avucunda kalanın bankere kaptırıldığı zaman. Banker iflaslarıyla hayatların çökertildiği, o yetmeyince “altın-döviz” bürolarının soygununa terk edildiği, şimdi de banka kıskacında can çekiştirildiği zaman.

Gecekondunun katlandığı, TOKİ türetmesi inşaatçı hormonal dengesizlikle kentin kanser tümörlerine dönüştüğü zaman.

“Gölgesinden para kazanılmayan” ağacın kesildiği, doğanın talanı; derenin, nehrin barajlanıp, HES’lenip çalındığı rejimin inşa zamanı.

İmamların üniversite hocalarının yerini alıp “cahiliye” devirlerinin cunta şefleri eliyle inşasına başlandığı devir. Bilimin yerine “dincilik türevi” hurafelerin sokulduğu zaman… Ki şimdi 12 Eylül tarikatları, tarikat şefleri elinde, çocuklara tecavüz ve taciz mekanları.

Ve daha nice nice insana, emeğe, hayata ve aşka düşmanlığın resmi olarak örgütlendiği zaman…

Ve benim sensiz kaldığım zaman… 12 sabahı cezaevinde sorguya aldıkları seni, üç gün sonra cansız bedeninle gösterdikleri zaman.

***

Kurgu böyle olunca; tek taraflı, devlet imzalı kan dökme, işkencede kan kusturma, kaybetme, “belemeyip” asma zamanı oldu 12 Eylül. Yeni ekonomik siyasi ve toplumsal krizler büyüttü bağrında, çeteciliğe uygun çöplük yarattı. İnsana, emeğe düşman yasaların zincirini birkaç kat sardı toplum bedenine. Kuruluşundan beri süren çelişkileriyle Cumhuriyeti krizler cumhuriyetine çevirdi. Kriz çözme yetkisini de kontralara devretti. Cuntanın şefi çekildiğinde “gelenin gideni aratması” bu yüzdendi.

12 Eylül’den “hesap soracağız” diye iktidara “taşınanların” sonunda onun yasallaştırılmış zorbalık kanunlarına sarılması bu yüzdendi. “Zalimin zulmünden hesap sorulmaz” çizgisine bu kadar bariz ulaşmaları zor olmadıysa bu yüzdendir. 12 Eylül’ün ekmeğini oburlukla yiyip duran bugünkü firavunlar bu yüzden bu kadar rahattır.

Hepsi bu kadar değil elbet! Bir diğer ifadeyle İnsan onurunun temsil kahramanlıkları zamanıydı da 12 Eylül. Tek bir devrimci, darağacına boynunu eğerek gitmedi! İşkencede “ser verip sır vermeyen” İbrahimler çoğaldı! “Domalmıyorum ulan” diyerek ölümü göze alan onurun, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek” şiarının susturulamadığı zamandı. Zindanı gerçek direniş meydanına çeviren açlık-ölüm orucu direnişler zamanı oldu. Anaların, yâri zindanda kadınların Demirkapılar önünde siyaset okulu kurduğu zaman oldu 12 Eylül. Sırası gelen her katman, her sınıf, her meslek grubu direniş saflarına girdi durdu. En mühimi Kürt isyanı sırayı aldığında her şey değişmeye daha hızlı başladı.

Dün 11 Eylül’dü. Şili’yi kana boyayan askeri faşist darbenin 47. Yılıydı. Şili halkı faşist darbeyle hesaplaşmasını tam tamamlayamadıysa da, cezasız bırakmadı,  gözü pek mücadelelerle insanlığa örnek oldu, olmaya devam ediyor.

Bugün 12 Eylül, Türkiye’de askeri faşist darbenin 40. Yılı. 12 Eylül rejimi, aktörlerini değiştirdi, faşist ve ırkçılığına İslamcı faşizmi ve Osmanlıcı sömürgeciliğini de ekleyerek yeniden beş kıtada at koşturmaya heves ediyor. Faşizm, ırkçılık, militarizm ve savaş sarmalında Türkiye bugün. Çünkü krizler ülkesinde egemenlerin çözüm mantığı, “kontra-darbe mekaniği”, yani “karşı devrimler” mekaniği işlemeye çalıştırılıyor 40 yıldır.

Cezasızlık meselesine gelirsek…

Hepimiz görüyoruz, biliyoruz ve söylüyoruz üstelik! 12 Eylül faşist ve ırkçı, Türkiye’de kendisine kesilen cezalar az geldiği için de cezasızlık rejimi olarak sürüyor hala. 12 Eylül’ün cezasızlık postunu sırtlamış iktidar eliyle katmerleşiyor üstelik.

Evet de tüm kabahat de rejimde olamaz ki, rejimle açık, kararlı bir hesaplaşmaya giremeyen bizlerde de. Şairin sözüyle; kabahatin büyüğü sen de be kardeşim…

İçinde 12 Eylül’de postalların, iplerin, kurşunların hedefi yapılmış yitirdiklerimizin hesabı da, cezasızlık azabı da var. Her daim direnenler, yol açanların safında olsak da, o yüzden değil mi, sevdiklerimizin mezar taşına bakarken boynumuz bükük? 40 yıldır yasımız da dinmez. Bu yüzden olmasın?