Şehr-î Diyarbekir, namı diğer yazarlar ve sanatçılar kenti, birçok kültürlere, medeniyete beşiklik etmiş adı ve eylemi büyük kent. Sosyal medyada bir kafenin duvarını süsleyen fotoğrafı görünce ilkin sevindim, yazarların ve filozofların fotoğrafları duvarları süsleme süreci başlamışsa, aydınlanma başlıyor demektir. İlgimi çeken bu fotoğraf, bir dakikadan sonra hayal kırıklığına uğrattı. Hiç de yabana atılmayacak o ünlü söz: “Gerçekler küçük detaylarda ve ayrıntılarda gizlidir.” Evet, asıl niyet ve düşünce sistemi detaylarla maniple eder ve gerçekler “Gözle görülmek istemeyendir.” Peki, bu görülmek istenmeyen neyi ifade ediyor? Belki de gerçeğin ta kendisini.

Kadınlar yıllar boyunca var olmak için mücadele etmişler. XVIII. yy. sonralarında feminizm hareketi kadınlara erkeklerle aile, iş, yasal haklar açısından eşitlik sağlamak amacıyla başlasa da XX. yy. sonlarına doğru özellikle Fransız feministlerinin kadın farklılığı üzerinde durulduğu görülür. Israrcı olmamaları kadın hareketine ve bilincine çok şey katmıştır. Onlara göre; bu farklı bakış açısı kadınların yaşamının her sahasına yansıtılmalıydı. Bugün müzelerde ve kafelerde yazarların, şairlerin ve ressamların kısacası sanatçıların kafelerde yer edinmesi sevindirici. Konserlerde üstlerini, başlarını paralayan, bedenlerini jiletleyen kitleyi düşünürsek, ''Bu ne hal böyle!'' Goethe’nin deyimiyle “Işık ışık biraz daha ışık!” diye bağırası geliyor insanın. Bu tabloya “Amaan canım, ne var bunda, dizilmiş işte!” anlayışında ısrar edenler, Kenan Evren’in Picasso’nun resimlerine bakıp, “Ne var bunda ben de yaparım!” zihniyetinin paralelidir. Tabloya bakarak erkek egemenliği ve hiyerarşisi gün gibi ortada! Tabloda bir elin parmağını geçmeyen kadınlardan hiç biri başköşe de değil! Âdem’in kaburgasından yaratılan kadınların kaderini, anımsatırcasına pos bıyıklarını bura bura arz-ı endam ediyorlar. Semihtik İbrahim’i dinler (Müslümanlık, Hristiyanlık vb.) ataerkil toplumsal yapının hüküm sürdüğü bir ortam da doğar, büyür ve gelişir. Söz konusu bu yapı içinde erkeklere ve kadınlara neyi nasıl algılayabilecekleri, nerede nasıl davranacakları, nasıl yaşayacakları ve nasıl ibadet edecekleri söyler ve yapmasını sağlar (Asım, 2016: 16).

Patriarkal (ataerkil sistem), bir cins olarak toplumda kadınların ezilmesini sonucu doğuran kurumsal ve kültürel düzenleme ve uygulamaları belirtir ve genel olarak kullanıldığında erkek iktidarı anlamına gelir. Bu ataerkil sistemin örgütlenmesi ve uygulanmasın da tarihsel ve kültürel olarak farklılık gösterdiği gerçeğini ortadan kaldıramaz. Ataerkil sistem dediğimiz de aklımıza yalnızca kadın emeğinin değil, kadının kendisini ve aynı zamanda kadın cinselliğinin bedeninin ve doğurganlığının denetlendiği bir toplumsal sistemden bahsediyoruzdur. Ataerkil sistemde esas olarak korunan erkek çıkarları, istekleri olmakla birlikte sistem, erkeklerin iradelerinden bağımsız nesnel bir gerçekliğin varlığından söz edilir. Ataerkil sistemde ve ataerkil aile biçimi de baba/erkek/eş otoritesine ve soyuna dayalı ve esas olarak mülkiyetin babadan meşru oğula geçmesini güvence altına aşan aile biçimidir (Berktay, 2012: 24). Tabloya bir göz atmanızda bile bariz bir şekilde kadına bir alan bırakmayan, kadını özne değil, bir nesne ve aksesuar gibi kullanan bir zihniyeti görürsünüz.

Eskiden kavgada ve tarlada gerekli olan hem de çok gerekli olan erkeklerin korkulu rüyası, kamusal alanda, sanatta ve politika da yer edinen kadınlara sinsice diş biliyorlar; çünkü artık tarlanın da kaba kuvvetin de hükmü kalmadı, kalmıyor. Kadınlar alanlarda, cezaevlerinde, kadınlar erkeksi rollere bürünmeden, kendi varlıklarının bilincine varıp, bunun savaşımını verirken, artan kadın cinayetleri de bir tesadüf olmasa gerek.

Bu tablodaki hiyerarşi ortasına yerleştirilen bir erkek ve tepeye doğru çıkaran şeyin değer oluş mu ne? Edebi başarıları ve hayatları mı? Yoksa bu hiyerarşi, çürük ya da hem meyvelerini yığınlara iyi satmayı beceren manipülatörlerin ahbap çavuş ilişkileri mi? Bu tablo dünden bugüne kadının ataerkil topluma ve düşünceye başkaldırdığını, yazdığını, okuduğu ve önemlisi varlığını ispatladığı bir yüzyılda olduğunu unutulmuş mu? Ne unutulması bal gibi, “Hade oradan, kadınsanız kadınlığınızı bilin! Eh canım sizin de yeriniz var!” diyorlar. Kadınları hep erkeklerle var olduğunu ve ona bağlı kalmasını dile getiriyor eril zihniyet. Alanlarda, özgürlük adına nara atan, kadın erkek eşitliği adına, mangalda kül bırakmayan, eşitlik ve kadın kelimesini, kendi hiyerarşisi için bir araç olarak kullanan, özgürlük alanının ve özgürlüğün başka kadınları kapsadığını, kendi eşleri, sevgilileri ve kızları için gerekli olmadığını düşünen zihniyetin, mahalle işgalcileri demek yerinde olsa gerek. İşte bu mahalle işgalcileri ve küçük detayların ustaları,  bilek bileğe verip, “Kadınlar” demesinler. Bilinçli kadınlar kendinin öznesidir, başka hiç kimsenin değil! İşte bu basit gibi görülen tablo dizilişi, kadınla erkek arasındaki toplumsal farklılık olgusunun anlamı, nedeni ve sonuçlarıdır.

Batılı feministlerin 20. Yüzyılın başından günümüze dek verdikleri mücadele için kadının bağımsızlık mücadelesi hâlâ söz konusu olmuştur. Ama kadınların tarihi yalnızca baskı altına alınışlarının tarihi değil, bugüne değin gün ışığına çıkarılamayan, baskı altına alınma ve eve kapatılmaya direnişlerin tarihidir de. Feminist eylemin öteden beri ana öğelerinden birini oluşturan toplumsal eşitsizlik, toplum cinsiyet, ataerkil toplum ve ataerkil düşünce ve adaletsizliğe karşıda yürütülmediği zamanda sonuçsuz kalır; çünkü savaşların olmasının nedeni bu toplumsal ve uluslararası eşitsizliklerdir. Bu kadınlar, iyi savaşçı olmalarına karşın, servetin özel kişilerin elinde bulunması ilkesine dayanarak kurulan ve giderek artan erkek üstünlüğünün oluşturduğu toplumsal güçlerle ortaya çıkar ve kadın bunlarla yeterince savaşamaz duruma gelir (Reed, 1994a: 48). Özel mülkiyet ataerkil ailenin tam anlamıyla gelişmesi sonunda, kadınlar, kendi yaşamları, gelecekleri hatta bedenleri üzerindeki denetimini yitirmiş oldular. Kadınlar, artık tümüyle mülkiyete dayalı ataerkil toplumun üzerlerine salıverdiği yeni toplumsal güçlerin insafına kalıyordu (Reed, 1994b: 196). Yukarıdaki tablo erkeklerin görüşleriyle yorumlanırken, tek yanlı bir bakış açısıyla sergilenmiştir.

Tabloda az da olsa kadınlara yer verilmiş ne büyük ihsan eylenmiş! (ve) Artık kadınların her alanda, ayak sesleri daha güçlü duyuluyor. O eril seslerin (ve) manevralarına karşı çıkıldığıyla kıstırılmadıklarında, hem çocuk isteyip, hem de işinden edilen zihniyete karşı, “mutfaktan çıkıp” alanlarda ve “kendine ait oda” yarattıklarında ne harikalar yaratacağını eril düşünce sistemi çok iyi biliyor. Virginia Woolf’un kadın olmanın ve kadına ait bir mekândan söz ederken aslında kastettiği kadının kendisinin olmasını sağlayacak özgür ortamdan bahsetmiştir. Bu düşünceyle Woolf, kadının eril düşünce ve toplumundan uzak, kadına ait bir ortam sağlamaya çalışmıştır. Fizikçi Madam Curie neden ön plana çıkarılmadı, çıkarılmıyor? Ya da Nobel ödülleri neden daha çok erkeklere veriliyor? Tıpkı diller gibi, akıl da kullanıldıkça, yeteneklere olanak sağlandıkça gelişir. Tablo: Kadınlara atılan eril bir tokattır!

Kadının bugününü anlayabilmek için, insanlığın tarih öncesi geçmişine bakmak ve ilk çağlarda ki kadın imgesini detaylı bir biçimde incelenmesi gerekmektedir. Kadınların çağlar boyunca içinde yaşadıkları durumu incelemek, örtük biçimde bu durumunun değerlendirilmesine olanak verecek bir ölçüt bulma sorununu da beraberinde getirmektedir. Bu ölçüt, daha eski dönemde kadınların içinde bulundukları duruma, belirli bir sosyal sınıf ya da toplumun yaşam koşullarına, ya da en basit ifadeyle, öteki cinsiyet grubunun, erkeklerin durumlarına göre oluşturulabilirlik; kadınların durumunun kötüye gittiği ya da erkeklerinkinden aşağı olduğu ancak böyle bir ölçüte göre yapılacak karşılaştırmalardan sonra söylenebilir. Kentlerde kadınların kapatılması iki aşamada gerçekleşti. İlk aşamada toprağın özel mülkiyetine ve sosyal ayrıcalıklarına sahip olanlar, yasa ve güç yoluyla bu ayrıcalıklarını korumak üzere ilk bürokrasilere, yani rahip ve asker kastlarına yaslanarak, kadınları eski siyasi ve dini görevlerinden uzaklaştırdılar.

İkinci aşamada ise ticaretin ve kentlerin gelişmesi sonucu ortaya çıkan orta sınıfın, sosyal hiyerarşide yükselme derdinde olan tacirleri, snopluk gereği, karılarını önce kentsel kesimin zanaatkâr üretiminden çektiler, sonrada onları sitenin yönetiminde siyasi güç sahibi kılabilecek her tür iletişim ağının dışına çıkardılar (Michel, 1995: 22). 17. ve 18. Yüzyıllar feodal ekonomiden sanayiye dayalı bir ekonomiye geçiş dönemidir. Yeni bir dünya, eski feodal toplumun yerini alır. Bu ekonomik değişmenin peşi sıra siyasette de önemli değişikliler (parlamenter rejim, özgürlükler) yaşanır (Michel, 1995: 40). “Kadın hareketi tarihinde erkekliğin, kadınlığı ötekileştirerek kurulduğunun açığa çıkarılması önemliydi. Toplumsal yaşamın, siyasal alanın, bilimin, tarihin eril karakterinin gözler önüne serilmesine, sorgulanmasına ve yeniden kurgulanmasına hizmet etti” (Çağlayan, 2017: 240). Feminizm akımının temel amacı kadın ve erkek ayrımcılığına karşı çıkan, cinsler arasında siyasal, ekonomik ve toplumsal eşitliği savunan görüş olarak tanımlanıyor. Kadının erkeklerle eşit bir şekilde yaşayabilmesini gerektiren kadınlara oy hakkı, daha eşit ücret, boşanma hakkı, kadının kendi mülkiyeti, cinsel hayatta korunma hakkın, geliri ve kazancını özgürce kullanma serbestliği, kadının meslek öğrenimi ve mesleki çalışma özgürlüğünün garantilenmesi, toplumsal yaşamın tüm alanlarında kadına erkeklerle eşit hareket ve çalışma özgürlüğünü getirmesidir (Uysal, 2017: 37-38). Feminist kuramın amacını ve önemini şöyle özetleyebiliriz; feminist kuramın başlıca amacı ve görevlerinden birisi de kadınların toplumsal ve siyasal düşünce tarihindeki yokluğunu göstermek ve hal yoluna koymaktır (Keller, 2016: 30-31). Feminizm akımıyla kadınlar pek çok alanda hak elde etmişlerdir. Kadınlar seslerini duyurabildikleri sürece var olabileceklerini gösterdiler. Tabloda sadece beş kadın yazarın olduğunu görüyoruz. Asıl derdimizin kadınların neden az olduğunun ötesinde, gövde gösterisi yaparcasına eril zihniyetin köşe başlarını tutup, kadınları silik çizgi haline getirmeleridir.

Bu tabloyu tasarlayanların topluma ve edebiyata sadece erkeklerin bir şey kattığını dile getiriyorlar. Tablo erkek egemenlik hiyerarşisini sürdürmekle olan en önemli mekanizma olduklarını anlatıyor. Bu tablonun anlamı erkeğin her zaman önde olduğunu, kadınlardan daha iyi eserler yazdığını, daha iyi eğitim aldığını, erkeklerin sürekli kendilerini ve toplumu geliştirmekte olduğunu, toplumsal hayatta güçlü ve hırslı olduğunu gösteriyor. Ha bide şu gerçeği unutmamakta fayda vardır bu tür tablolar toplumda karar verici, kanun koyucunun ve uygulayıcı olanların “erkekler” olduğunu gösteriyor. Tabloda sözde hiyerarşik bir sıralanışının olmaması tam bir “Barbe Bleue” entrikasıdır. Nihayetinde pos bıyıklı erkeklerin hep önde olduğunu ve erkeklerin verdikleri pozlarla bu sistemin karar mekanizmaları biziz elbette derken, üretkenliğin sadece erkeğin çoğunluğuna ve pos bıyıklığına atfedilmiştir. Tabloda kadınlar ve erkekler arasındaki eşitsizliklerin temelinde yatanın ataerkillik olduğunu ve ataerkilliğin kendi başına işleyen, özerk bir ideoloji olarak görülmelidir. Çünkü tabloda üretkenlik sadece erkeğin çoğunluğuna ve pos bıyıklarına atfedilmiştir.

( Kaynak Artı Gerçek-Elif GÜN https://artigercek.com/haberler/bir-fotografin-eril-tokadi-ve-feminizme-kisa-bir-bakis )

Editör: Haber Merkezi