Bugün 10 Ekim. 2015’te güneşli bir sonbahar günüydü… Ankara Garı önünde toplanmış yaşam dolu bir kalabalık vardı.

 

Bugün 10 Ekim. 2015’te güneşli bir sonbahar günüydü…

Ankara Garı önünde toplanmış yaşam dolu bir kalabalık vardı. Barış ve demokrasi, emek ve özgürlük diyen binlerce işçi, emekçi, genç bir aradaydılar, yürüyeceklerdi…

Sömürü ve yağmaya, baskıya ve şiddete karşı demokratik bir ülke özlemi içinde binler, on binler toplanacak, daha da çoğalacaklardı.

Onlarla birlikte milyonların yüreği atıyordu o gün; milyonlarca emekçi, işçi, ezilen halkın gözü kulağı Ankara’daydı.

Dönemin yönetimi şimdi hâlâ Türkiye’yi yönetenlerden müteşekkildi.Şimdi muhalefet de olsalar da Davutoğlu ve diğerleri de devletin has ekiplerindendi.

Ve olan oldu!

Aslında bildikleri, izledikleri, katil olduğunu, hazırlık içinde olduklarını bildikleri ancak katliam yapıncaya kadar izledikleri katiller Ankara’yı kana buladılar.

103 insanımızı kaybettik o gün…
Reklam


Kan revan içinde kaldı Ankara…

Kan revan oldu Türkiye… Dünya durdu, her yer Ankara’ydı.

Her biri bir gül, bir fidan 103 can…

Türkiye tarihinin en büyük katliamı olan Ankara Gar Katliamı’nın sorumluları, canlı bomba ve onlarla iş birliği içindeki birkaç IŞİD canisinden ibaret değil elbet…

Ve elbette bir gün bu dosyalar yeniden görülür, bu davalar yeniden açılır…

Hak, hukuk, adalet bulur yerini…

IŞİD’lileri bilen eylem hazırlığı içinde olduklarını takip eden ancak onlar katliam yapmadan, kan dökmeden, canlı bombalar olarak onlarca suçsuz insanın kanını dökmeden müdahale etmeyenlerin elbette bu halka verecekleri bir hesap olacaktır.

***
Reklam


Yargı her zaman egemenlerin elinde bir aygıt olmakla beraber gelinen yerdeki hali geçmişe rahmet okutturdu. Şimdilerde Saray merkezli ve Saray’ın ihtiyaçları üzerinden düzene sokuldu, sokuluyor. Saray’ı gözetmeden hareket etmeyen/edemeyen mekanizmalar manzumesi oluşturuldu, oluşturuluyor. Gelecek, “Türk Tipi Başkanlık Sistemi” ihtiyaçları üzerinden şekillendirildi. AKP-MHP koalisyonu hızla yol alıyor. TTB, TBB, TMMOB hedefte. Sendikalar, demokratik partiler, Kürt siyasetçiler, sol sosyalist güçler hedefte. Mitingler düzenleyen, kalabalığın bir paket çay için birbirine girdiği görüntülerin sorumluları sıra işçi ve emekçilere gelince “halk sağlığı” diyorlar. Petrol-İş Sendikasının Mersin ve Adana’daki grev kararları Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından “Genel sağlığı ve milli güvenliği bozucu nitelikte” görülerek yasaklandı. Derinleşen ekonomik kriz karşısında itaat, tevekkül diliyorlar. “Gerçek mümin sabredendir, acıyı bal eyleyendir” diyorlar. Gerçekleri söyleyenleri, dilini koparmakla tehdit ediyorlar.

Van’da ve Şırnak’ta gözaltına alınan Mezopotamya Ajansı (MA) muhabirleri günlerdir gözaltındaydı.

Yargı, yürütme ve yasama denilen burjuva liberal sitemin kuvvetler ayrılığı denilen temel taşları bu yönetim tarafından rafa kaldırıldı.

İki satır yazı yazan, hükümetin icraatlarını eleştirenler hapse atılır, gazeteciler gözaltına alınırken, kan dökenler, şiddet uygulayanlar, tecavüzcüler serbest.

Can Dündar’ın mal varlığına el konuyor. İflas etmiş iddialar ve hükümsüz kalmış yargılama gerçeğine rağmen Dündar hakkındaki hukuksuzluk devam ediyor.

Her geçen gün yeni uygulamalarla karşı karşıya kalıyoruz.

Yargılandığı davadan beraat ettikten hemen sonra tekrar tutuklanan İş İnsanı Osman Kavala için hazırlanan iddianamenin kabul edilmesi ve hakkında hazırlanan yeni iddianamede Kavala için 3 kez ağırlaştırılmış müebbet ve 20 yıl hapis cezası isteniyor olması, hukukun normlarını az çok işleten bir yönetim biçiminde olabilecek bir şey değil.

“Emine Erdoğan’a güzel vasıflar atfetmeyerek hakaret etmek” iddiasıyla hakkımda açılan davanın önceki günkü duruşması da bu yanıyla literatüre geçecek gelişmelere sahne oldu. Savcı ceza istedi. Mütalaanın ardından söz alan avukatlarımızın, “Savcının bütün beyanlarının gerekçeli olması gerekir. Sayın mahkeme de savcının mütalaasının gerekçesini ortaya koymasını talep etmelidir” demeleri üzerine duruşma savcısı “Anlayana gerekçe çok açık” biçimindedir. Yargıda gelinen yeri gösteren bir gelişme de budur.
Reklam


Hak, hukuk,adalet kavramları hiç bu kadar ayaklar altına alınmamış, bu denli pervasızca kullanılmamıştı. Darbe dönemlerinde bile kamuoyunda, iç ve dış baskılardan çekinirdi generaller ve egemenler. Darbeci 12 Eylül generaller bile bir an önce demokratik hukuk devletine geçişten söz ederlerdi. Darbe yapmaya mecbur kaldıkları yalanına baş vururlardı. Şimdilerde ise tüm darbe dönemlerinin deneyimlerinden beslenmiş, tarihsel otoriter ve faşizan yönetimlerden beslenmiş bir zihniyetle karşı karşıyayız.

Ancak dünya ve Türkiye neler gördü, neler geçirdi. Bunlar da geçecek ve bir gün hak, hukuk, adalet bulacak yerini…